Güncelleme Tarihi:
Kahramanların ilki, eşi, iki oğlu, ağabeyi ve iki yeğeni katledilen Hatice Mehmetoviç. İkincisi ise toplu katliamlarda öldürülenlerin cesetlerini arayan ‘Kayıp İnsanlar Enstitüsü Başkanı’ Amor Maşoviç. İki hazin öykünün sahibiyle, acıların yaşandığı topraklarda buluştuk.
Srebrenitsa’lı Hatice Mehmetoviç, 61 yaşında. Ama o, “300” diyor: “Yaşadıklarımla bu kadar etti.” Sırp katliamının 11 Temmuz 1995’te biçip geçtiği bir kadın, anne, eş, kardeş ve hala. Acısı da direnci de öyle büyük ki göreni darmadağın ediyor. 25 Ekim’de sinemalarda gösterime giren yönetmenliğini Faysal Soysal’ın yaptığı ‘Üç Yol’ filminin kahramanlarından biri.
Ne yazık ki yaşadıkları senaryo değil, gerçek.
HATİCE’NİN ÖLÜLER EVİ
Hatice Mehmetoviç, 1995 11 Temmuzunda 43 yaşındaydı. Eşi Abdullah (44), oğulları Azmir (21) ve Almir (17) ile yaşayıp gidiyordu. Eşi Halk Eğitim Merkezi’nde yöneticiydi. Azmir, Elektro Teknik Okulu, Almir sekizinci sınıf öğrencisiydi. Kendisi Tekstil Lisesi mezunuydu ve babadan kalma topraklarında tarımla uğraşıyordu. 1992’de Srebrenitsa yamaçlarında sırtı ve yüzü ormana dönük iki katlı ev yaptılar. Şimdi bu hayalet evde bir başına. Elinde kalan birkaç fotoğraf ama anılarını diriltip bugününe katıyor. İşte bu eve gittik. Tertemiz, dayalı döşeli ama asla oturulmayan alt kattaki odalarda zaman durmuş gibi. Hatice üst kata mahkûm etmiş kendini. Not defterimi, kalemi çıkardığım an Hatice yerinden fırlıyor. “Almir’imin de böyle kırmızı ciltli defteri vardı.” Getiriyor yırtık, kopuk, lekeler içindeki defteri. “Evimize yerleşen Sırpları bir yıl uğraşıp çıkardığımda eşyalarımızı çöpe atmışlardı. Defteri de orada buldum.” Kalkıp kucağında çerçeveli iki fotoğrafla dönüyor. “Elimde hiç fotoğraf yoktu. Oğullarımın okul arkadaşları toplu çektirdikleri fotoğraflardan büyütüp verdiler. Eşim Abdullah’ın da vesikalık fotoğrafını bulabildim devlet dairesinden.” 11 Temmuz 1995’te Potoçari Köyü’ne Sırp askerleri girince kaçmaya karar vermişler. Eşi ve iki oğlu, orman yolundan Tuzla’ya gideceklermiş. “Ben de istedim ama küçük oğlum Almir, ‘Sen yavaş yürürsün, bizi de yavaşlatırsın. Kasabadaki Birleşmiş Milletler Barış Gücü’ne git’ dedi.” Vedalaşmışlar alelacele. Birkaç güne kalmaz döneceklerini sanmışlar evlerine.
OTOBÜSE BİNEMEYENLER TOPLU MEZARDA
Tıpkı diğer Müslüman kadın, çocuk, yaşlılar gibi Barış Gücü’ne koşmuş Hatice, Üç otobüs gelmiş. Hatice binmek istediğinde Sırp asker “Otobüs, yaşlılar ve çocuklar için” deyip dipçiğiyle vurup düşürmüş. Binmeyi başardığı sonuncu otobüs, onları Bosna Federasyonu sınırındaki Tişçe’ye götürmüş. “Binemeyen 2500 kişi toplu mezarlara atıldı.” Hatice ve diğer kadınlar, Tuzla sınırındaki ormanda erkekleri beklemeye başlamışlar. “Birçoğu gibi eşim ve oğullarım da gelmedi. Sırp kamplarındadırlar, gençlere bir şey olmaz dedik.”
Oğlunun ve eşinin başsız ve gövdesiz cenazelerinin 12 yıl sonra kendisine teslim edildiğini söyleyen Hatice, katliamı şöyle anlatıyor: “Almir’i 1997’de Plitsa’daki Sırp Kültürevi’nde bulmuşlar. Azmir mi Almir mi bilemedikleri için 2007’de DNA testinden sonra bana haber verip teslim ettiler. Öldürüldükten 10 yıl sonra Almirim’i kıyafetlerinden teşhis ettim. Cesedi bütün haldeydi. Cebinden çıkan muskayı verdiler bir delil torbasının içinde. Büyük oğlum Azmir ile kocam Abdullah’ı Zvornik’te bir okulda tutmuşlar uzun süre. Sırplar katliamı okul ve kültür merkezlerinde yaptı. Çocuklar bugün bu cinayet mahallerinde öğrenim görüyor. Oğlum babasının öldürüldüğünü gördükten sonra öldürülmüş. Atıldıkları toplu mezarın yeri iki kez değiştirilmiş. Dozer kepçeleri cesetleri parçaladığı için kocamın da oğlumun da sadece dizden aşağı kısmı bulunabildi. Baş ve gövdeleri yok. Bu halde defnetmeyi kabul etmedim. 1998’de bulunmuşlar ama bana 2010’da haber verdiler DNA testinden sonra. 12 yıl sonra haber verilmesi, asla anlamayacağım bir durum. Küçük oğlum beni görebiliyor ama kocam ve büyük oğlum eksik oldukları için beni göremiyorlar.”
Kocası ve oğulları, Hatice’nin tek kayıpları değil: “Erkek kardeşimin de cesedi bulundu. Defnettik. Ama ağabeyim ve iki oğlu hâlâ kayıp. Onların bulunduğu toplu mezarlara ulaşılamadı henüz. Diğer yeğenim ise ağır yaralı kurtuldu. Bir gözü, çenesi, sol kolu yok. Ormanda, BM Barış Gücü’nün Hollandalı askerlerinin üniformalarını giyen, kamyonlarını alan Sırplar, bizimkileri kandırmışlar. Toplamış, katletmişler. Çocuklarımızın şahsi eşyalarını istiyoruz ama savcı ‘delil’ deyip vermiyor. Anıtmezarlığımız var ama bir müze yapmalı, gelecek nesiller için bu eşyaları sergilemeliyiz.”
Peki bu kadar acıların yaşandığı evde nasıl yaşıyor? Hatice, ilk başta ailesi “belki dönerler de beni bulurlar” ümidiyle girmiş evine: “Bu eve 7 yıl girmedim. 2002’den beri içindeyim. Geldiğimde Sırp aile oturuyordu evimizde. Çıkarabilmek için bir yıl uğraştım. Resmi dairelerdeki elektrik faturalarıyla, şahitler ve parsel numarasıyla ispatladım. Sonra gözüm yolda, kocamın, oğullarımın dönmesini bekledim. Ailem gelip burada oturacak sanıyordum. Ama yoklar. Hayatım yalnız. Bir başıma zindandayım. Öyle bir şey ki bu, bana yaşatanlara bile dilemem. Devam edecek soyum, topraklarımı bırakacak kimsem yok.”
8372 kayıp ceset buldu
Amor Maşoviç (58) avukat, Saraybosna Kanton Parlamentosu’nda SDA (Demokratik Eylem Partisi) Milletvekili ve Kayıp İnsanlar Enstitüsü Başkanı. 21 yıldır kayıpları arıyor. 1995 Ekimi’nde Sırpların esir aldığı gazeteciler, Münire Coşkun ile Ali Koçak’ı da kurtardı. Bugüne kadar 8372 kayıp insanın cesedine ulaştı.
TOPLU MEZARDA NE HİSSEDİYOR?
“Dünya bu soykırımı görmek istemiyor. 1600’ü çocuk, 11 bin Boşnak, 4 yıl içinde öldürüldü. Toplu mezarlarla ilgili Sırplardan hiçbir bilgi, ihbar gelmedi. 1995’te Sırplar kendi yaptıkları toplu mezarlardaki cesetleri buldozerlerle kamyonlara yükleyip başka yerlere naklettiler. Bu hareketliliği ABD uyduları tespit etti. Uydular sayesinde 5 bin cesede ulaştık. Diğerlerini tarla ve ormanlardaki daha küçük mezarlarda bulduk. Öyle uydurulduğu gibi mavi kelebeklerin bulduğu mezar falan yok. Zaten mezar değil, parçalanmış kemikler, giysiler görüyorsunuz. 1996’da Srebrenitsa dağlarındaki cesetleri toplayıp bir tünele koyduğumda korktum. 900 bedenin ne adını ne nereli olduğunu bilmiyorduk. Ta ki 2001’de ICMP’nin (Uluslararası Kayıpları Araştırma Komisyonu) DNA laboratuvarında kimlikleri belirleninceye kadar…”
“Kayıpları aramak hüzünlü ve korkutucu. Hayatımı kayıpların bulunmasına adadım. Enver Dayım 2’nci Dünya Savaşı’nda kayboldu. Dedem ve ninemin hayatı, 1948’den 78’e kadar oğullarını bekleyerek sona erdi. Herkes köyü terk ettiği halde ninem ve dedem kaldı. Kapılarını hiç kilitlemediler. ‘Enver dışarıda kalmasın’ diye. Her söylentiden umutlandılar. Strazburg’a bile gittiler dayım oradadır diye. Kaybolanın geride kalanın omuzlarına nasıl bir yük bıraktığını bugün anlıyorum.”