Emel ARMUTÇU
Oluşturulma Tarihi: Aralık 09, 2001 01:47
100. yaşını deviren İstanbul Balat'taki Or-Ahayim Hastanesi'nin hikayesini anlatan dev bir kitap yayımlandı: ‘‘Sevgi ve Şefkatin 100 Yılı.’’ Kitabın bu adı alması tesadüf değildi; Türkiye'de yaşayan Yahudi Cemaati'nin Osmanlı'dan bugüne uzanan son asrına tanıklık eden -daha doğrusu penceresinden bir bakış atan- bu hastanenin sevgi ve şefkatle çok yakından alakası vardı.
Fakir bir semtte, idealist doktorlar ve zengin hayırseverlerin omuzlarında yükselmiş; yıllarca sadece Yahudilerin değil, inanç ayrımı gözetmeden tüm yoksul ve yardıma muhtaç insanların bakımını üstlenmiş, çok zorlukla mücadele etmiş, modern bir tam teşekküllü hastane olarak bugünlere gelmişti. Kitapta yeralan arşiv araştırmaları, tanıklıklar, daha önce yayımlanmamış bilgi, belge ve fotoğrafların hepsi bir şeye işaret ediyordu: Adını İbranice'de ‘‘hayatın ışığı’’ anlamına gelen Or-Ahayim'den alan hastane, cemaatini yitirse de Balat'ta hayatın ışığını yaymaya devam ediyordu.
Yıl 1884. Bir grup genç Yahudi aydını, Balat'ta yardıma muhtaç hastaların bakım ve tedavisi için bir hayır kurumu açmak isterler. Dönemin sağlık şurasının ileri gelenleri, bu idealist gençlere katılarak Dr. Rafael Dalmediko'dan projenin başına geçmesini ister. İmparatorluk Ordusu'nun seçkin subaylarından olan 1854 doğumlu Dalmediko, hiç terketmeyeceği semtte, ahşap bir evde oturmaktadır. Proje karşısında çok heyecanlanır ve teklifi şöyle kabul eder: ‘‘Yalnız Balat semtinin değil, bütün bir cemaatin hizmetinde olacağız. Projenin büyüklüğü sizleri ürkütüp durdurmasın, küçük dereler birleşip büyük nehirleri oluştururlar.’’
Hastanenin nüvesi olan dispanser 1886'da Çeşmekaya'da bir evde faaliyete geçer. Bir süre sonra da Eşkenaz Musevileri tarafından bağışlanan iki eve taşınır. Yoksullara ücretsiz tedavi hizmeti sunan dispanserin yeni binalarında beşi erkeklere, üçü kadınlara mahsus olmak üzere sekiz yataklı bir revir vardır. Ancak, hastaların evlerinden ayrı bir mekanda tedavi edilmesi, özellikle kadınlar sözkonusu olduğunda pek hoş karşılanmamaktadır o zamanlar. Or-Ahayim Komitesi, 1880 ve 90'lı yıllarda sadece bağışlarla bir hastane kurmanın zorluklarıyla değil, aynı zamanda ciddi bir anti-propagandayla da mücadele eder.
HERKESE KUCAK AÇTI
Arsa alabilmek için balolar,
piyango çekilişleri, tiyatro gösterileri düzenlenir. Avrupa Yahudileri'nden de inanılmaz bir destek gelir ve Ayvansaray'da bugün hastanenin üzerinde yükseldiği arsa 1887'de alınır. Tam 1200 Türk Lirası'na. Hastane yapımı için izin, 16 Şubat 1896'da Padişah 2. Abdülhamid'den alınır. İnşaat işi ünlü mimar M. Gabriel Tedeschi'ye verilir. İnşaat için 10 bin lira gerekiyordur ama ancak bin lirası toplanabilmiştir. Hahambaşı Moşe Ha Levi, günün gazetelerinde yer alan demeçlerinde, kalan paranın ziyadesiyle toplanacağını ümit ettiğini söyler.
Hastanenin resmi açılışının ne zaman yapıldığına dair bilgiler, bugün biraz çelişik; bir kaynağa göre 1900, bir kaynağa göreyse 1898'dir. Ama dinlerüstü bir sağlık merkezi olduğu, kesin bir gerçektir. Pastör'ün, ‘‘Bir hastaya ne hangi memleketten olduğunu sorarlar, ne de dinini. Ona şöyle derler: Istırap mı çekiyorsun? Sana yardım edeceğim’’ Bu sözleri 100 yıldır giriş holünde tutan hastane, verdiği sözden de hiç caymaz. Bunu en iyi 1. Dünya Savaşı sırasında gösterir. Hatta Hükümet, yaralı Osmanlı askerlerinin bakımında gösterdikleri ihtimam nedeniyle, fahri hastabakıcılara Tunç Kızılay Madalyası verilmesini kararlaştırır.
1920'lerde ise Or-Ahayım'ın kapısı, Rusya'daki Bolşevik devriminden kaçanlara açılır. Avrupa'ya kıyasla daha hafif de olsa antisemitizmin Türkiye'de de yükseldiği 1930'lu yıllarda ise Trakyalı Yahudileri kucağına alır hastane. Ama 1930'lu yıllar zor geçer; bir yandan 1933 tarihli Hususi Hastaneler Kanunu dayatmaktadır, bir yandan varlıklı Yahudiler farklı sağlık merkezlerine gitmekte. Balat sadece yoksul Yahudiler'in yaşadığı bir semt haline geldikçe hastanenin ekonomisi de giderek zayıflar. Oysa 1937'deki tifo salgını, yoksul kesimin talebini daha da arttıracaktır. Ardından bir de Varlık Vergisi felaketi gelir. İsrail Devleti'nin kuruluşuyla, Balat, Yahudi semti olmaktan çıkar. Hastane sık sık bağış çağrısı yapar.
Hayırseverler bu çağrılara hep cevap vermiştir ki, hastane bugünlere gelir. Bugün çağdaş bir hastanede olması gereken tüm özelliklere sahip olan Or-Ahayim, 90'ın üzerinde yatağı, hemşireleri ve sağlık memurlarının yanında 55 kişilik ‘‘Pembe Melek’’ ordusu, doktorlarıyla hizmet vermeye devam eder. Pembe Melekleri, hastanenin karakteristiklerindendir. 1974'ten bu yana gönüllü olarak çalışan Nüket Antebi, Rozi Anter ve Kolomba Kasuto, kırık dökük soğuk taş zeminden, pis duvarlardan, demode demir karyolalardan bugüne gelişlerini anlatır. Görevleri arasında neler yoktur ki, fakir ve kimsesiz ya da fakir olmasa da terkedilmiş yaşlı insanlara yalnızlıklarını unutturmaya çalışmak, yırtık çarşafların dikimi, saç ve tırnak kesme,
yemek yedirme, hasta yakınlarını arayıp ilgilerini rica etme... Pembe Melekler, bugünkü koşullarda da ‘‘gönül katkıları’’nı sürdürür. Yönetim Kurulu Başkanı Eliya Penso, ‘‘hastanemizde yatan her insan bizim annemiz, babamız, kardeşimiz, çocuğumuz, kısaca ailemizdir’’ der.
KİTABIN GELİRİ HASTANEYE
Or-Ahayim Hastanesi Yönetim Kurulu Üyesi Viktor Apalaçi'nin yayına hazırladığı Sevgi ve Şefkatin 100 Yılı adlı kitabın geliri yıllarını bağışlarla geçirmiş hastaneye kalacak. Tasarımını Teo Tanıtım desteğinde Joelle İmamoğlu'nun yaptığı kitapta, tarihçe, iz bırakan doktorlar, yöneticiler, değişik hayırseverlik öyküleri, Yahudi cemaatinin bir hayır kurumunu yaşatmak için gösterdiği çabalar yanında, Yrd. Doç. Dr. Esra Danacıoğlu'nun ‘‘Tarih Yolculuğunda Yüzyıllık Bir Durak’’ adlı akademik çalışması ve Çiğdem-Selim Tugay çiftinin ‘‘Balat. No: 160, 162, 164, 166'da Zaman’’ adlı tapu-arşiv araştırması da yeralır.
Türk Musevi Cemaati Başkanı Bensiyon Pinto, kitaptaki yazısında Talmud'daki bir meselden alıntı yapar: Yaşlı adam, tek başına bahçesine ağaç dikmektedir. Oradan geçen hükümdar, alaycı bir ifadeyle 70 yıl sonra meyve verecek ağacın ürününü tatmayı nasıl ümit ettiğini sorar. Yaşlı adam diğer ağaçları göstererek, ‘‘Atalarım benim bu ağaçların meyvasını yemem için emek sarfetmişlerdi. Şimdi de bana düşen, benden sonraki kuşakların faydalanması için gayret göstermek’’ der.
Pinto'ya göre, Or-Ahayim Hastanesi'nin de bu ağaçtan hiçbir farkı yoktur.