Haşdi Şabi’nin sahadaki iş tutuşu DEAŞ’a çok yakın

Güncelleme Tarihi:

Haşdi Şabi’nin sahadaki iş tutuşu DEAŞ’a çok yakın
Oluşturulma Tarihi: Ekim 22, 2017 20:38

Barzani bağımsızlık referandumuna gidince bölge karıştı. Türkiye tavrını ortaya koydu. Bağdat fırsatı değerlendirdi, Irak ordusu ve Tahran’ın desteklediği ‘Haşdi Şabi milisleri’ Kerkük’ü ele geçirdi. ‘Haşdi Şabi’nin ürküten tarafı ve ‘parçalanıyorlar’ denilen Irak Kürtlerinin geleceği gündeme oturdu. Metin Gürcan, 2004’te Kerkük’te irtibat subayı olarak görev yapmış, yüksek lisans tezini Kerkük üzerine yazan bir güvenlik uzmanı. Yakın zamanda Viyana’da Haşdi Şabi’nin yetkililerinin de yer aldığı, Irak ve Suriye’de devlet dışı ve devlet altı silahlı aktörlerin geleceğinin tartışıldığı bir çalıştaya katıldı. Gürcan’a göre; büyük resim aslında dışardan görünenden çok daha karışık. Gürcan, "Bence Suriye kuzeyinde TSK-YPG çatışması bir gün yaşanacak çünkü saha çok sıcak. Bu kaçınılmaz. Ama bu çatışmanın büyüyüp büyümeyeceği Amerika ve Rusya’nın tavrına bağlı olacak" diyor.

Haberin Devamı

Haşdi Şabi’nin sahadaki iş tutuşu DEAŞ’a çok yakın

Kerkük’te görev yapmış bir asker, hâlâ bu konuda sahada da araştırma yapan bir akademisyen olarak sormak isterim: İçeriden görünen, dışarıdan farklı mı?

Elbette. Söz konusu olan 1 trilyon dolarlık bir petrol rezervinin üstünde oturan, her gün Irak’ın petrolünün neredeyse üçte birinin çıkarıldığı çok kimlikli, çok mezhepli ve çok kültürlü kadim Kerkük’se konuyu iki düzlemde düşünmek gerekir: İlki Irak içi aktörlerin oynadığı yerel dinamikler düzlemi, diğeriyse diğer devletlerin bulunduğu bölgesel düzlem. Kerkük üzerine oyunlar bu iki düzlemde ve birbirinden ayrı döner. Bu oyunları iyi okumak gerek. Ben Ankara’nın referandum krizi ile başlayan ve Kerkük’ün Peşmerge’den Haşdi Şabi’ye geçişi sürecini bölgesel düzlemde doğru olsa da yerel düzlemde eksik okuduğunu düşünüyorum.

Haberin Devamı

Amerika iyi okuyor mu?

ABD’nin uzun yıllardır Irak’ta olmasına rağmen Kerkük’ün yerel dinamiklerini tam da anlayamadığı kanaatindeyim. Yerel düzlemi en iyi okuyan İran. Irak’ın devlet altı tüm aktörleriyle temasta ve resmen Irak’ın kılcallarında dolaşıyor. Örneğin bana göre Kerkük, Türkiye’den hiç bir resmi yetkilinin katılmadığı Talabani’nin cenaze töreninde İran Dışişleri Bakanı Zarif ve Kudüs Güçleri Komutanı Kasım Süleymani katıldığında ve daha onlar Talabani’nin mezarı başında Fatiha okurlarken düşmüştü. Barzani’ninse referandum kararıyla bir zamanlama hatası yaptığını düşünüyorum. Bana göre onu referanduma zorlayan asıl neden PKK ve onun Suriye Kuzeyi’ndeki (veya Rojava) kazanımlarıyla ilgili.

Ne bağlantısı var?

PKK’ nın son üç senedir Fırat doğusunda DEAŞ’la silahlı mücadelesi ve yürürlüğe koyduğu ‘devletleşme pratiği’ Türkiye, İran, Suriye ama özellikle Irak’taki Kürt gençleri arasında büyük bir ilham kaynağı oldu. Bu durum PKK ile her zaman bölgesel Kürt hareketinin bayraktarlığı konusunda rekabette olan Barzani’nin elini çok zayıflattı. Bir de bunun üstüne kuzey Irak’taki politik kriz ve yolsuzluk iddialarını koyun. Geçen haftalarda Viyana’daydım. Bölgesel Kürt Yönetiminin kontrolündeki Duhok, Erbil ve Süleymaniye ile Mayıs 2014’den beri de-facto kontrolündeki Kerkük, Tuzhurmatu, Hanekin, Mendeli, Başhika, Akra ve Sincar’daki siyasi krizler, yolsuzluk iddiaları ve sosyo-ekonomik problemler tartışıldı. Erbil’den gelen Kürt bir gazeteci, “Hocam ilginçtir, Erbil’in üst orta sınıf burjuvasına mensup gençler DEAŞ’la savaşmak için Kerkük’e Musul’a değil Rojava’ya gidiyor” dedi. Bu şu demek: Barzani, altından halının yavaş yavaş kaydığını hissetti. Barzani bence sahada hissettiği bu baskı nedeniyle PKK’nın çaldığı rolü dengelemek ve tabanını kaybetmemek için cebindeki en büyük ve en son kart olan ‘Bağımsızlık Kartını’ masaya koydu. Ama bunu yaparken yerel düzlemde KYB’nin ve Talabani ekolünün tepkisini, Bağdat’ın tepkisini, bölgesel düzlemde ise İran ve Türkiye’nin tepkisi ile ABD’nin tepkisiz kalacağını iyi hesap edemedi.

Haberin Devamı

Haşdi Şabi’nin sahadaki iş tutuşu DEAŞ’a çok yakın

Adını sık duymaya başladığımız Haşdi Şabi tehlikeli mi?

Evet, Viyana’daki toplantıya Haşdi Şabi’nin ikinci komutanı da katıldı. Onunla tanışıp sohbet etme imkanı buldum. Irak’ta ‘paramiliter güç bakanlığı’ diye bir bakanlık var.  Toplantıda o bakanlıkta Haşdi Şabi’nin temsilcisi olan kişi de vardı. Şunu söyleyebilirim: Haşdi Şabi, kendi gerçekliğini yaratıyor, Batı ülkelerinde çok iyi PR yapıyor şu anda. Haşdi Şabi ile ilgili asıl sorun temelde bir sivil-asker ilişkileri ve güvenlik sektörü reformu sorunu. Bu sivil-asker ilişkileri sorunu çünkü Haşdi Şabi’nin çıkarlarını koruyan milletvekilleri, siyasetçiler var Bağdat’ta ve Irak siyasetinde bir Haşdi Şabi askeri vesayeti söz konusu. Sorun ayrıca güvenlik sektörü reformu sorunu çünkü temel problem Haşdi Şabi’nin ileride Irak ordusuna entegre mi edileceği yoksa ayrı bir silahlı güç olarak mevcudiyetini muhafaza mı edeceği. Haşdi Şabi İran açısından Bağdat’ın üzerinde bir askeri vesayet yaratma açısından bir başarı hikâyesi ama Irak için bir tehdit. Bağdat’takiler, özellikle Abadi bence  bunu çok iyi biliyor.

Haberin Devamı

Nasıl bir başarı hikâyesidir?

Haşdi Şabi’yi içinde 20’den fazla silahlı grubun olduğu bir çatı örgüt gibi düşünün. Aslında her kafadan sesin çıktığı ama ülkü birliği olan silahlı bir konfederasyon. Mesela bir eleştiri: Neden Haşdi Şabi’nin Irak devlet mekanizmasına, Irak resmi ordusuna entegrasyonu ile ilgili tartışmalar Viyana’da yapıldığı gibi Türkiye’de yapılmıyor. Bizim meselelere son dönemde biraz da Kürdofobia nedeniyle,  stratejik miyopi ve stratejik renk körlüğü ile baktığımızı düşünüyorum. Siz Türkiye olarak burnunuzun dibindeki komşunuz Bağdat’a  Haşdi Şabi’nin Irak ordusuna nasıl entegre edileceğine dair bir model öneremiyorsanız, bu konudaki tartışmalara angaje olamıyorsanız o zaman siz Bağdat’ı Haşdi Şabi ve İran’ın insafına bırakıyorsunuz demektir.

Haberin Devamı

Haşdi Şabi’yi doğuran şey ne?

DEAŞ 2014’te başladı, bir saman alevi gibi bölgedeki bütün donmuş siyasi yapıları, siyasi sınırları ısıttı, tabiri caizse DEAŞ ateşi ile Irak ve Suriye kendini saldı. Şimdi DEAŞ bitiyor ama artık ne Türkiye, İran gibi bölgesel aktörler ne de Rusya ve ABD gibi küresel güçler revizyonist bir tutumla DEAŞ öncesi statükoya dönmek istemiyor. DEAŞ sonrası dönemde, Pakistan’dan ta Libya’ya kadar, ‘Şii cihadı’ da diyebilirim buna, bölgede bir İran mobilizasyonu var. Ve yine DEAŞ sonrası dönemde Amerika ile Rusya arasında özellikle Irak, Suriye ve Doğu Akdeniz’deki yer altı kaynakları ile hava sahası hakimiyeti alanlarında adı henüz konmamış bir güç mücadelesi var. 2017 başında ‘Ankara’nın en büyük çıkmazı Washington ile Moskova arasına sıkışmak’ demiştim ve gelinen noktada sıkıştık.

Haberin Devamı

Rusya’nın Ortadoğu’ya dönüşünü uzun soluklu görüyor musunuz?

Evet, Rusya Suriye’ye Eylül 2015’de girdi ve hala çıkmadı. Rusya sadece askeri anlamda değil, siyasi anlamda da uzun yıllar Ortadoğu’da kalacakmış gibi… Bence Amerikalı karar alıcılar ve uzmanlar Rusya’yı ilk başta taktik nedenle ve geçici olarak Suriye’de diye düşündüler. Bu okuma hatası nedeniyle Fırat Batısını Rusya’ya kaptırdılar mesela. Şimdi soru şu: DEAŞ sonrası mücadele artık bir federasyon olacağı kesinleşen Suriye’de çevre-merkez ilişkilerini ABD mi Rusya mı tanımlayacak?

Haşdi Şabi, farklı bir ideolojiyle yeni DEAŞ olabilir mi? “Barzani kalsaydı daha iyiydi” diyenler de var mesela?

Haşdi Şabi’nin aslında savaşı kavramsallaştırması DEAŞ’ınkine çok yakın. Örneğin kafasındaki savaş algısını zürriyet (hem etnik/mezhepsel kimlik hem de onun toprakla bağı açısından) üzerine kuruyor. O yüzden Haşdi Şabi ile kolay kolay oturup müzakere edemezsin. Çünkü onun kafasındaki son resim çok net. İdeolojik olarak farklı olsa da Haşdi Şabi’nin sahadaki iş tutuşu, yani uyguladığı çatışma taktik ve teknikleri de DEAŞ’ınkilere çok benzer. Ayrıca Haşdi Şabi’de farklı olarak DEAŞ’dan farklı olarak kendini İran’dan finanse edebiliyor. Mesela savaşıp ölen bir milisinin ailesine maaş bağlayabiliyor. İlginçti ki bu parayı da Irak’ın merkezi bütçesinden ödetebiliyor. Ben Haşdi Şabi’nin bir beyni ve siyasi ajandası olduğunu düşünüyorum. 2018 Nisan’ında Irak seçimleri var. Bakalım Haşdi Şabi kimi destekleyecek? Ama unutmayın Abadi, biraz daha radikal gruplarca desteklenen Maliki’ye göre Türkiye’nin çalışabileceği bir aktör. Kısaca Türkiye için Haşdi Şabi’nin Barzani’den daha zor müzakere edilebilir bir aktör olacağı kesin.

Nasıl bir tablo bekliyor bizi?

Aslında 2018 Nisan’ında Bağdat’ta kuğularla şahinlerin savaşı yaşanacak. Mesela merak ediyorum, Ankara’nın 2018 Nisan’ında yapılacak seçimler için stratejisi nedir, hangi adayı destekleyecek, ne tür argümanlar ortaya koyacak? Temel sıkıntımız; şu anki dış politikamız Tatar Ramazanlık: sürekli ‘oyun bozmaktan’ oyun kurmaya zaman kalmıyor.  DEAŞ sonrası dönemde artık bölgede oyun bozma işi bitti. İnsanlar Ankara’ya ‘senin oyunun ne? Nasıl bir gelecek vizyonun var? Nasıl bir bir hikâyen var?’ diye soruyor. Çünkü dönem yıkma değil yeniden inşa dönemi.

O zaman siz şu görüşe katılmıyorsunuz: Irak’ta 2003 öncesine dönülüyor!

Hayır, tabii ki katılmıyorum. Bölgede asıl güç mücadelesi asıl şimdi başlıyor. Türk entelektüel ve devlet aklı Kerkük krizini okumada stratejik miyopluk yaşıyor. Kerkük Irak’ın tamamı olmadan okunamaz. Sadece Barzani güzellemeleri veya Barzani eleştirileri bana etnik ve mezhepsel düzey ötesine geçemediği için bana bir anlam ifade etmiyor. İran gibi hem Suriye hem de Irak içinde tüm devlet altı aktörlerle temasta kalıp, müzakere yürütüp, kılcallarda dolaşıp, mevcut kaosu doğru tanımlayıp iyi yönetmek gerekiyor. Biz niçin İran gibi esnek, kılcalda dolaşabilen, asıl, yedek, ihtimali ve acil olmak üzere en az 4 planla sahaya çıkan bir diplomasi oyunu kuramıyoruz?

İran ile yakınlaşmamız bize bu anlamda bir şey söylemiyor mu?

İran ile Türkiye’nin yakınlaşmasının temel nedeni sadece konjonktürel bir güvenlik ihtiyacı. Biraz da mecburiyet. Yoksa uzun vadede Türkiye ile İran’ın askeri işbirliğinin bir ittifaka dönüşmesine öncelikle her iki ülkenin ordularının kurumsal kimlik ve kültürleri engel.

Şeytanın avukatlığını yapalım, Suriye ve Irak’ın dizaynında Türkiye doğru hamleler yapamazsa ne olur?

Suriye ve Irak’ta yaratılan siyasi gerçeklik neyse, 3-5 sene sonra Türkiye’ye dayatılır. Çünkü artık bir şekilde çatışma dinamiği açısından Suriye-Irak-Türkiye birbirine yapışmıştır. Ayıramazsınız. Bu nedenle Türkiye nasıl ‘önleyici vuruş’ konsepti ile tehditleri daha doğdukları yerde yok etmeye geçtiyse o zaman sorum şu: Acaba Ankara’nın bölgedeki tüm aktörlere, hatta Suriye Kürtlerine bile önerebileceği ‘Önleyici Vuruş’ olarak tanımlanabilecek siyasi-diplomatik modeller olamaz mı? Kafamdaki konsept basit: yeni dönemde silahlı tokuşmalarla ve salt askeri güçle gerçekliği bükmeye çalışma yerine ‘Çatışmayı nasıl dönüştürerek aşabilirim?’e kafa yormak.

Türkiye’de tabanda şöyle bir görüş de var: “Barzani’yi yendik”…

Sokaktaki vatandaşın ne düşündüğü benim için önemli değil. Maalesef devlet bürokrasisi vatandaşa anlatılan bu ninnilerin de gerçek olduğuna inanmaya başladı, sorun bu.  Mevzuyu Kerkük-Peşmerge-Haşdi Şabi kavramlarıyla tanımlarsam bu beni ister istemez etnik, mezhepsel bir kapana hapseder. Ama meseleyi “Irak’ın demokratikleşme sorunu, Irak’ta sivil-asker ilişkileri, devlet altı silahlı grupların vesayet üretmemesi için güvenlik sektörüne entegrasyonu sorunu konusunda Ankara olarak farklı modellerle Bağdat’a nasıl yardımcı olabilirim” diyerek ele alırsam o zaman farklı. Veya nasıl bir model üretirseniz üretin yeni dönemde artık içlerine laiklik, demokrasi, temel insan hakları, şeffaf seçim ve hesap verilebilirlik koymak zorundasınız. Meseleleri artık etnik ve mezhep üstü, model-proje odaklı tanımlayabilirsek İran’ın karşısında dururuz ve ABD bize posta koyamaz.

Meseleye o zaman insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi kavramlarla mı yaklaşmak gerekiyor?

DEAŞ sonrası dönemde kartların yeniden karılması gerekiyor. Mesela Irak’taki gibi Suriye’de de eninde sonunda bir seçim olacak değil mi? Suriye’de seçim olması gerektiğini, seçim güvenliği operasyonu düzenlenmesi gerektiğini ilk dillendiren Ankara olmalı. Suriye’deki seçimlerin güvenliği, oyların kullanılması, dağıtılması, sonuçları konusunda Ankara’nın proaktif bir şekilde çalışması lazım. Türkiye isterse NATO’yu veya BM’yi bile bu işe angaje edebilir. İsterse ‘Seçim Gözlem Gücü’ diye yarı-askeri bir gözlem gücü bile kurabilir. Yeni bir sayfayı açacak şey halk iradesi olmalı. Şu anda oynanan çatışmasızlık bölgeleri oyunundan sonraki oyun budur. Ama entelektüel aklımızı ve devlet aklımızı oyun bozmakla o kadar meşgul tutuyoruz ki, yeni bir oyun kurmaya, yeni bir hikâye önermeye ne enerjimiz ne de vaktimiz kalıyor. Yani kısaca ‘oyun boza boza oyun dışı kalıyoruz’. Belki de istenen bu yani bizi sürekli oyun bozmakla meşgul etmek. Ama unutmayın: DEAŞ sonrası dönemde Ankara yeni bir oyun kuramazsa Suriye ve Irak’ta oluşacak yeni oyun Türkiye’ye kendi gerçekliğini dayatır.

“Kendi gerçekliğini dayatacak” derken neyi kast ediyorsunuz?

Biz de çok parçalı bir yapıyız. Kürt realitemiz var, mezhepsel sinir uçlarımız çok hassas, siyasi bölünmüşlük ve toplumsal kutuplaşması yüksek bir ülkeyiz. Türkiye’nin 2030’lar, 2040’larla ilgili hikâyesini bölgeye verebilmesi için önemli handikaplar olarak ortaya çıkıyor bunlar. Bir önemli korkum da şu: Her taşın altında Amerika, her taşın altında Batı… Keşke öyle olsa diyorum.

Sizi korkutan ne?

Bakın artık Suriye ve Irak şu anda ne ABD’nin ne Rusya’nın ne de İran’ın istediği yöne gidiyor. Suriye ile İran’ı birer tanker gibi düşünün. Dümenlerine ülke içindeki ve bu ülkelerde çıkarı olan her aktör yapışmış ve güçleri nispetinde istedikleri yöne dümeni kırmak istiyorlar. Sorum basit: Bu gemiler şimdi nereye gidiyor? Bir bileşke istikamete. Bu bileşke istikamet biraz felsefik olacak ama bu gemiler ya aslında hiç bir aktörün istemediği yöne gidiyor ya da aslında herkesin istediği yöne. Artık nasıl kavramsallaştırırsanız. Şimdi bu gemileri ABD kullanıyor diyebilir misiniz? Ama ABD gemilerinin istikametini açıklamak için gerekli ancak tek başına yeterli bir aktör değil. Demek istediğim bu. Ha unutmadan Türkiye de bu iki gemiye en yakın gemi. Umarım üstümüze gelip bizi taciz etmezler.

Yani…

Çarpmalarını düşünmek bile istemiyorum çünkü. Ama en iyi senaryoda bile önümüzdeki 3-4 yılda Suriye ve Irak’ın yarattığı dalgalardan etkileneceğimiz kesin.

Peki neden Bağdat’ı Şam’ı konuşmuyoruz da Halep, Musul, İdlib, Kerkük konuşuyoruz?

Çok doğru bir soru. Aşağıdan yukarıya bir çözüm tasarımınız varsa, ilk başlayacağınız yer, şu köy ve bu mahalleden olmalı. Siz eğer Bağdat’ta Şam’da işleri düzeltemiyorsanız, aşağıdan yukarıya o mahallelerden başlamalısınız. Mesela “Kerkük Iraklılarındır”… Bu; 2003-2004 döneminde biz orada görev yaparken temel jargondu. Bana göre yerel yaklaşım, “Kerkük Kerküklülerindir” olmasıydı. Kerkük’te madem Arabı, Türkmeni ve Kürdü birbirine yapıştıracak bir ‘Iraklı kimliği’ yoksa bir ‘Kerküklü’ kimliği bu rolü sağlayabilirdi. O nedenle Kerkük’te ‘özel statü’ şart.

Siz hep çatışma çözümü ve yeniden inşa için aşağıdan yukarı ilerleyen yaklaşımı dile getiriyorsunuz.

Evet, çünkü ben Afganistan’da, Irak’ta bulundum. Çatışma alanlarını biliyorum. Çatışma alanlarında hiçbir zaman yerel dinamiklere, yukarıdan tepeden inme yaklaşımlarla bir şey dayatamazsınız. Amerika’nın Irak’ta, Afganistan’da çuvallamasının nedeni de budur. Benim temel yaklaşımım şu: Biz, günü geldiğinde, Kerkük’teki bir Kürt’e, Arap’a ve Türkmen’e Kerküklü kimliğini giydirebilirsek ve bu kimliği kendi etnik ve mezhepsel kimliklerinden daha önemserlerse başarı budur. ‘Kerkük Kerküklülerindendir ve Kerkük’te çatışma, ölüm istemiyoruz’ çağrısı hem siyaseten hem de vicdanen en meşru çağrı zannımca.

Bu zaten özel statüye götürüyor.
Evet. Aslında bakın Ankara 25 Eylül Referandumu’nun yapılacağı daha Haziran’dan biliyordu.  Referandum için iki planınız olur. Engelllemek için A planı. Engelleyemezseniz B planı. Referandum oldu ve kendi gerçekliğini dayattı. Sonra da Kerkük Krizi patladı. Şimdi ‘Kerkük Kerküklülerindir’ çıkışı için en doğru zamandı. Ama biz Türkiye’de mevzulara hep kategorik ve coşkusal gerçeklikle bakıyoruz. Zafer ve mağlubiyet sarmalı bu. Ankara’nın ‘Barzani’nin mağlubiyeti’ veya ‘Bağdat’ın zaferi’ ikileminden öte bir Kerkük söylemi olmalı.

Ankara’nın çekincesi nedir?

Son resimle ilgili korkuları var. Güney’den Şii koridoru ve onun hemen üstünde PKK veya bir Kürt koridoruyla çevrelenme korkusu. Bu korkular Ankara’yı son resim konusunda zannımca stratejik renk körü yapıyor. Ankara son resimde 2’yi 7, 3’ü 5 görüyor. Ama sorun Ankara’nın 2’yi 7 yapacak, 3’ü de 5 yapacak kapasitesinin de olmaması. Ankara’nın Suriye ve Irak’taki son resim konusunda hayalleri, söylemleri ve yapabilecekleri arasındaki makas giderek açılıyor gibi. Bakın; Suriye’de üç önemli ideoloji savaşıyor. Kürt-etno milliyetçiliği, Şia ideolojisi ve Selefi-Cihatçı ideoloji. Şu an Fırat’ın batısı için konuşuyorum. Selefi-cihatçı ideolojiyi Rusya, Ankara yardımıyla bastırmaya çalışıyor. Fırat’ın doğusunda ABD, Selefi-Cihatçı motivasyonu bastırmak için Kürt-Etno milliyetçiliğini kullanıyor. Sorun şu: Bölgede aynı anda ve birbirleri ile koordineli şekilde Kürt etno-milliyetçi, Selefi-Cihadçı ve Şii motivasyonun önce düşürülmesi sonra da söndürülmesi lazım ki bu üçü arasındaki oyun sıfır toplamlı olmaktan çıksın. Yoksa birinin kaybı diğerinin kazancı olmaya devam ettikçe bölgede silahlı çatışma devam eder. O zaman Ankara mesela nasıl bir model geliştirebilir bu üç motivasyonun birbiri ile koordineli, senkronize ve eş güdüm içinde düşürülmesi için?

Perşembe günü Rakka’daki YPG gösterisi de bunun sonucu mu?

Tabii, bir de onu Kerkük ile zamanlaması açısından düşünün.

Ne demek istiyorsunuz?

Bakın Kerkük hezimeti Barzani için sadece Bağdat’a karşı büyük bir güç kaybı değildi. Kerkük hezimeti ile Barzani Bölgesel Kürt siyasetinde de itibar kaybetti. Kerkük’ten iki gün sonra birden Rakka’nın ele geçirilme görüntülerini, Rakka’da açılan Öcalan posterlerini gördük. Bu altındaki halının kayması olayı var ya; Rojava’nın önerdiği Kürt tipi, Barzani’nin önerdiği Kürt tipinin kat be kat önünde. Özellikle Kürt gençleri için daha gerçekçi, daha cezbedici, daha janjanlı. Küresel Kürt mobilizasyonu açısından böyle. İki senedir Amerika’yla YPG’nin yereldeki işbirliğini kesmeye çalışıyor, başaramıyoruz. Akıl kayalardan delik açar veya etrafından dolaşır. Farklı stratejilere ihtiyaç var. Bir çatışma baskılanarak askeri güçle de söndürülebilir, dönüştürülerek de söndürülebilir. Ama unutmayın dönüştürmenin birinci şartı, kendinin de dönüşeceğini hesaba katmak.

KERKÜK’ÜN BÖLGESEL KÜRT SİYASETİNDEKİ ETKİSİ HENÜZ ANALİZ EDİLMEDİ

Kerkük meselesinin bölgesel Kürt siyasetine etkisi ne olur?

Bu meseleye üç farklı parametrede incelemek lazım: Birincisi Kerkük meselesinin Irak Kürtlerinin kendi içinde yarattığı bölünme, yani KDP, KYB bölünmesi. Burada Irak Kürtlerine çıkan ders şu: 2014 Mayıs’ında Musul’un düşmesinden itibaren 3,5 sene geçmiş. Bu üç buçuk senede siz Peşmergeyi ne düzenli bir orduya çevirebildiniz, ne de Irak ordusuna entegre etmeyi başarabildiniz. Hatta 3.5 senede Peşmerge içindeki KDP, KYB bölünmesini bile halledemediniz. Demek ki Irak Kürtlerindeki geleneksel muhafazakâr ile sol ideoloji bölünmesi Peşmerge içinde bile hala belirgin. Halbuki bu bölünme ortadan kaldırabilirdi. Bu bize bir şey söylüyor.

Ne söylüyor?

Irak Kürtleri içerisindeki bölünme, DEAŞ’le mücadeleyle geçmemiş. Amerikalılar bu durumdan Kürtler’i suçluyorlar. İkinci önemli husus; Kerkük hezimetinin Irak Kürtleriyle PKK arasındaki güç mücadelesini nasıl etkileyeceği?

Barzani’nin zayıflatılması PKK’nın ekmeğine yağ sürer mi?
Geçen haftaki röportajınızda Sönmez Köksal Bey’in ifade ettiği bu düşüncesine hem katılıyor hem de katılmıyorum. Bakın 1990’lardan beri bölgesel Kürt siyaseti ile ilgili akademik literatürü incelediğinizde bir gerçek hemen dikkatinizi çeker: Bölgesel Kürt siyaseti ELİT merkezli bir siyasettir. Yani bölgesel anlamda Kürtlerin kafa yapısını şekillendirmede, siyasi süreç inşasında ve en önemlisi kritik karar alma süreçlerinde elitler lokomatif rolü üstlenir. Ben Sayın Köksal’ın bu tezine elit düzeyinde katılıyorum. Evet Kerkük Barzani ve ekibini Kandil karşısında zayıflatmıştır. Ama ya kitle düzeyi, yani sahadaki, özellikle Irak ve Suriye kuzeyinde DEAŞ’a karşı savaşan Kürt gençleri? Bence kendi jargonları ile ‘Sahaya bakıp tutum belirleyen Kürt gençleri’ arasında Rojava etkisi nedeniyle bir ülkü-amaç-iş tutuş birlikteliği doğuyor. Yani kitleler birleşiyor. Elitler ayrı telden çalsa da DEAŞ’la ve hatta Selefi-Cihadçılıkla mücadele nedeniyle İran, Türkiye, Irak ve Suriye’deki Kürt kitlelerde- özellikle de gençler arasında, bir ülkü-stratejik amaç-iş tutuş benzeşmesi yaşanıyor. Kısaca benim tezim: DEAŞ’la ve Selefi-Cihadçılık’la silahlı mücadele nedeniyle elitler pozisyonlarını korusa da kitle düzeyinde bölgesel Kürt siyaseti giderek birbirine yaklaşıyor. Ayrıca Bölgesel Kürt siyasetinin şekillenmesinde kitleler eskisi gibi pasif değil. Giderek sokağın ve kitlenin elitler üzerinde önemi ve etki gücü artıyor. Benim için en önemli gösterge şu olacak: Bakalım Barzani ve PKK, 3 yıldır yapılamayan Kürt konferansını yapabilecek mi?

Neden önemli bu?

Barzani-Talabani çağı bitti artık. Yeni aktörlerin Talabani ve Barzani’nin çocuklarının, torunlarının zamanı geliyor. Onlar zannımca babalarından, dedelerinden farklı bakıyorlar meseleye. Artık söz sahibi onlar.

Az önce Kerkük’ün düşmesiyle Rakka’nın kazanılmasını aynı bağlamda değerlendirmek lazım dediniz. Bunu biraz daha açar mısınız?

Rojava’nın önerdiği Kürt tipi, Kandil’in önerdiği Kürt tipi, Kuzey Irak’ın önerdiği Kürt tipi… Bu üç tipi bir yere yazalım. Kuzey Irak’ın önerdiği Kürt tipi Kerkük hezimeti ile çok itibar kaybetti. Kerkük düştüğünde anladık ki 3.5 senedir DEAŞ’la mücadeleye, Batı’dan gelen yardımlara ve desteğe rağmen Kuzey Irak Kürt tipinin ideolojik tahkimi için hiç bir şey yapmamış. Yanpala yatmış. Örnek: Mesela bana DEAŞ’la savaşta kahramanlaşan, efsane haline gelen, posterleri sokakları, arabaları süsleyen bir Kuzey Iraklı Kürt kahramanının ismini söyleyin. Bulamazsınız çünkü yok. Çünkü Erbil DEAŞ’la mücadelede kahraman üretmeye ihtiyaç duymadı. Kısaca Barzani ve ekibi DEAŞ’la mücadeleyi kullanarak ideolojik anlamda bir atılım yapmadı. Diğer yandan artık görünen o ki Rojava’nın önerdiği Kürt tipi Kandil’in önerdiği Kürt tipinden de rol çalıyor, Çünkü Rojava’nın önerdiği Kürt tipi hem ideolojik açıdan daha cancanlı, hem de sahadaki başarısı açısından Kandil’in önerdiği tipten daha da ileride. Kerkük ve Rakka örneğini ele alalım. Beni bölgesel anlamda, etnik ve siyasal anlamda yeni uyanmış bir Kürt genci kabul edin. Hangisi benim rol modelim olur. Tabii ki Kerkük’teki hayal kırıklığından ziyade Rakka’nın başarısı. Bu nedenle Kerkük’ün düşmesi ve Rakka’nın kurtulması beraber analiz edilmeli. PKK’nın Rojava başarısının, PKK’ya da uzun dönemde bir meydan okumaya neden olacağını düşünüyorum. Çünkü bence PKK için bu başarı hikâyesi giderek yönetilmesi güç hale geliyor.

Kürt meselesinde de kartların yeniden karıldığını söylüyorsunuz.

Aynen öyle. Kerkük’ü sadece Haşdi Şabi ve Barzani üzerinden okumak bana çok indirgemeci bir yaklaşım. Kerkük düştüğü, Rakka kurtarıldığı için Barzani elit düzeyindeki güç ilişkilerinde güç kaybetti ama kitle düzeyinde zaten kalpler Rojava için atıyordu.

Rojava’nın tırnak içinde Kürtlerin yeni cazibe merkezi olması neyi değiştirir bölgede?

Ankara’nın düşüncesi, “Hele şu ABD’nin DEAŞ’la mücadelesi bitsin, bölgeden çekilsin de ben sana ne yapacağımı biliyorum,” şeklinde. Bence Suriye kuzeyinde TSK-YPG çatışması bir gün yaşanacak çünkü saha çok sıcak. Bu kaçınılmaz. Ama bu çatışmanın büyüyüp büyümeyeceği Amerika ve Rusya’nın tavrına bağlı olacak. Eğer Amerika ve Rusya buna müdahale etmezse bu çok ciddi konvansiyonel bir çatışmaya bile dönüşebilir. Büyük bir savaşa dönüşebilir. Belki Ankara’nın stratejik aklında şu var: “1994’te PKK konvansiyonel mücadele kararı aldı, stratejik dengede olduğu yanılgısına kapıldı ve cephe savaşına yöneldi, nasıl ona bir tokat attık, - ki çok ciddi bir yenilgiydi, PKK’nın tarihinde büyük bir kırılmadır- bırakalım şimdi de PKK Suriye kuzeyinde konvansiyonalleşsin, bırakalım cephe savaşına yönelsin ve toprak hedefi olsun. Ben de 1994’teki gibi PKK’yı konvansiyonel bir çatışmada iyice pataklarım…”

Ama…

Ama Ankara’nın karşısında 1994’teki ‘PKK’lı’ yok. YPG’nin kazandığı askeri yetenekleri, Türkiye açısından bu çatışmayı maliyetli hale getirebilir. Bunu bir kenara yazın. Bu çatışma mutlaka yaşanacak. Benim kahrolduğum nokta, bu Ankara için Amerika ve Rusya’nın istismar edebileceği büyük bir dış politika hassasiyeti. Ben neden Putin ve Trump gibi iki manyağın insafına kendimi sıkıştırıyorum. Örneğin, Rusya, Fırat doğusunda Amerika ile YPG’nin işbirliği derinleşmesin diye Afrin’i bize yedirmiyor. ‘Afrin’i rehin tutarak’ ve Ankara’nın da kararlığından istifade ederek YPG ile Amerika arasındaki ilişkinin daha da derinleşmesine engel oluyor.  Yani Ankara, Rusya’nın Fırat doğusunda ABD ile YPG ilişkilerinin derinleşmemesi için kullandığı bir güç enstrümanı görünümünde. Buna neden olan şeyse Rojava algımız.

ROJAVA, İLERİDE PKK İÇİNDE BİR PARÇALANMAYA NEDEN OLABİLİR

Rojava, ileride PKK’nın hiyerarşik yapısını zorlar mı?

PKK’nın, başta ‘Rojava deneyimi’ olmak üzere pek çok aktör/süreç ve ilişkinin şekillendirdiği bir dönüşüm sürecinde olduğu görülüyor. Türkiye her ne kadar ülke içinde PKK ile mücadelesine amansız devam etse de yeni durumda Suriye kuzeyi ‘asıl cephe’, Türkiye içi ise ‘tali (ikincil) cephe’ görünümünde. O nedenle PKK’nın dönüşümünü anlamak için Suriye kuzeyinde yapmak istedikleri, yapabildikleri ve yapamadıklarını iyi analiz edip bu sonuçlara yol açan faktörleri iyi incelemek gerekiyor.

Ne yapmak gerekiyor?

Rojava PKK için çok hassas yönetilmesi gereken bir başarı hikâyesi demiştim. Örneğin şu an hayal etmesi bile güç ama ileride yeni bir çözüm süreci başlarsa masadaki ilk konu Rojava olacak. O zaman karşımıza PKK içinde iki tip çıkacak: Rojava’yı Ankara ile müzakere etmeye hazır ‘entegrasyoncu kuğular’ ve Rojava’nın Ankara ile müzakere masasının bir konusu olamayacağını, Rojava’nın bu müzakerelerden çok daha büyük olduğunu düşünen ‘devrimci şahinler.’ Şimdi kritik soru şu: PKK içinde bu bölünme Ankara’nın lehine mi değil mi? Süreçte PKK’nın bölünmesi, daha küçük gruplara mı parçalanması Ankara için daha mı iyi, yoksa PKK’nın tek bir siyasi-askeri yapı olarak müzakere masasına oturması mı amaçlanmalı? Eğer Ankara müzakere masasına dönmeyi düşünmüyorsa, yani gemileri çoktan yaktı ise, ‘son terörist etkisiz hale getirilinceye kadar’ devam etmesi kesin mücadelede Ankara PKK’nın bölünmesine mi çaba harcamalı yoksa her şeye rağmen eski geleneksel hiyerarşik ve disiplinli yapısını korumasına mı özen göstermeli? Bu özellikle Ankara’nın PKK’nın lider kadrolarına yönelik hamlesi ile doğru orantılı. Ama Afganistan ve Irak tecrübeleri bize gösteriyor ki lider kadrolara yönelik cerrahi operasyonlar çok iyi tasarlanmış bir siyasi mücadele stratejisine hizmet etmeli. Örneğin dönemin ABD Başkanı Obama 2010-2012 arası Afganistan’da Taliban liderlerine yönelik bir silahlı drone (SİHA) savaşına başladı. Afganistan’ın güneyinde ve güneydoğusunda yörenin insanı olan Taliban liderleri köylerini, ailelerini terk edemedi. Ama ülke dışından gelen Selefi/Cihadçı liderler Kandahar’ın dağlık bölgelerindeki mağaralarına çekildiler. İki sene süren SİHA savaşında ABD çoğu mağaralara çekilmeyen 400’ü aşkın Taliban liderini öldürdü. Sonra 2012 sonunda ABD Taliban tekrar müzakerelere başlayınca bir baktı müzakere masasına gelen Taliban liderlerinin profili değişmiş. 2012 sonunda müzakere masasında daha cihadçı ve daha müzakere karşıtı tipler çıktı ABD’nin karşısında. Hatta bir görüşe göre Afganistan’a DEAŞ’ı getiren de bu tipler. Şu an Afganistan’da durum 2010’dan çok daha kırılgan ve bu kırılganlıkta Obama’nın 2010-2012 SİHA odaklı mücadele stratejisinin payı büyük. Bakın ne umdunuz, ne buldunuz. Bu yüzden diyorum ki SİHA’lar ile PKK’nın ‘entegrasyoncu kuğu’ tipli bir liderini mi yoksa ‘devrimci şahin’ tipli bir liderini mi hedef aldığınız çok önemli. Eğer kafanızda siyasi anlamda bir son resim olmazsa da SİHA stratejisi kısa dönemde olumlu netice verse de uzun dönemde karşınıza büyük bir siyasi maliyetle çıkabiliyor.

KİMDİR?

1998-2014 yılları arasında TSK’nın değişik birimlerinde çalıştı. Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Irak Kerkük’te, Afganistan, Kazakistan ve Kırgızistan’da görev yaptı. Özel Kuvvetler bünyesinde yetişen Gürcan, Ocak 2015’te kendi isteğiyle emekli oldu. Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde ‘Kara Kutuyu Açmak: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Değişimi’ başlıklı tezini savunarak doktorasını tamamladı. Gürcan, Güvenlik Çalışmaları üzerine ABD Deniz Kuvvetleri Enstitüsü, Monterey’de yaptığı yüksek lisansında Bölgesel Kürt Yönetimi ile Bağdat merkezi yönetimi arasındaki çevre-merkez ilişkisini inceleyen tezini kaleme aldı. 2014 yılında Oxford Üniversitesi Savaşın Değişen Karakteri programında misafir araştırmacı olarak çalıştı ve çatışmanın değişen doğası ile Afganistan’daki ayaklanmaya Karşı Koyma çabalarını inceledi. Afganistan ve Çanakkale savaşı hakkında iki kitabı, uluslararası akademik dergilerde 20’yi aşkın akademik makalesi olan Metin Gürcan, Sabancı Üniversitesi’ne bağlı İstanbul Politikalar Merkezi’nde araştırmacı olarak görev yapıyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!