Güncelleme Tarihi:
Prof. Dr. Öztürk, AA muhabirine yaptığı açıklamada, hanta virüsünün kırım kongo kanamalı ateşi hastalığına neden olan “Bunyaviridae” ailesi içinde yer alan bir grup virüs olduğunu ifade ederek, hanta virüsünün 20'den fazla türünün bulunduğunu söyledi.
Virüsün tipine bağlı olarak “böbrek yetmezliği ile seyreden kanamalı ateş” veya “hanta virüs kalp-akciğer sendromu” adları verilen klinik tablolara neden olduğunu anlatan Öztürk, ikincisinin daha ağır seyirli ve ölüm oranının daha yüksek olduğunu kaydetti.
Prof. Dr. Öztürk, hanta virüsünün fare gibi çeşitli kemirgen türleri aracılığıyla bu kemiricilerin idrar, dışkı gibi ifrazatlarıyla bulaştığını dile getirerek, virüsün insanlara, gıdalara bulaşmış virüsün ağız yoluyla alınması veya çevreye bulaşmış virüsün toz halinde havaya saçılması ve bu tozların solunum yoluyla vücuda alınması yollarıyla bulaştığını bildirdi.
Virüsü taşıyan bir kemiricinin insanı ısırması sonucu da hastalığın insana bulaşabileceğine dikkati çeken Öztürk, hastalığın insandan insana bulaştığına dair bir veri olmadığını ancak hanta virüs ile infekte bir hastanın kan, idrar gibi ifrazatlarının doğrudan mukozalara teması ile hastalığın bulaşabileceğini anlattı.
Prof. Dr. Öztürk, hanta virüsünün ilk olarak Kore savaşı döneminde 1951-53 yıllarında tanındığını ancak daha önceki yıllarda da hastalığın var olduğunu düşündüren bulguların bulunduğunu hatırlatarak, daha sonra “böbrek yetmezliği ile seyreden kanamalı ateş” tipinin Avrupa ve Asya'da, “hanta virüs kalp-akciğer sendromu” tipinin ise Kuzey ve Güney Amerika ülkelerinde görüldüğünü belirtti.
Hanta virüsünün Rusya'da, Kafkasya'da ve Balkanlar'da da görüldüğünü vurgulayan Öztürk, Rusya'da bu virüsle ilgili vaka sayısının 2009'un ilk döneminde geçen döneme göre 6 kat artış gösterdiğini söyledi.
TÜRKİYE'DEKİ DURUM
İstanbul'da bu tip olguların görülmediğini belirten Prof. Dr. Öztürk, “Ülkemizde son aylarda Zonguldak ve Bartın'da 16 kuşkulu hastanın 9'unda pozitiflik saptanmış olduğu Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Kliniği uzmanları ile Sağlık Bakanlığı'nın ortak çalışmalarıyla ortaya konmuştur” diye konuştu.
Öztürk, art arda vakalar ortaya çıktığı için hanta virüsünün farkına Türkiye'de yeni varıldığını ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Hanta virüsünün patlama şeklinde yayılması beklenmiyor. Ancak başta risk altındakiler olmak üzere herkesin alması gereken tedbirler var. Farelerle temas olasılığı daha yüksek olan çiftçiler, hayvancılıkla uğraşanlar, liman işçileri, madenciler ve ormancılar gibi meslek grupları daha çok risk altındadır.
Korunmada en önemli unsur, insanların ev, iş yeri gibi yaşam alanlarında fare ve diğer kemiricilerin kontrolünün sağlanmasıdır. Kemirgenlerle ve bu hayvanların dışkı, salgı ve idrar gibi ifrazatlarıyla temastan kaçınılmalıdır. Isırma veya tırmalama ile hastalık bulaşabildiği için kemiriciler kesinlikle canlı olarak yakalanmaya çalışılmamalıdır. Ölü kemiricilere çıplak elle temas edilmemeli, mutlaka eldiven giyilmeli veya maşa gibi bir araç kullanılmalıdır. Ölü kemiriciler ortalıkta bırakılmamalı, derince açılmış bir çukura gömülmeli ve yapılan bu gibi işlemlerden sonra eller mutlaka su ve sabunla yıkanmalıdır.”
Prof. Dr. Öztürk, yiyecek ve içeceklerin mutlaka kemiricinin giremeyeceği kapalı dolaplarda saklanması, yiyecek ve içecek kaplarının ağızlarının kapalı tutulması, depolanan gıdaların mutlaka yıkanması, pişirilerek yenmesi gerektiğini kaydetti.
Kemiricilerin idrar ve dışkısıyla kirlenmiş yüzeylerden havalanan tozların solunum yoluyla alınmasıyla hastalık bulaşabileceği için temizlikte süpürge, elektrikli süpürge gibi toz kaldıran yöntemlerinden kaçınılması tavsiyesinde bulunan Öztürk, bu tür riskli alanlarda öncelikli olarak yüzde 10 oranında çamaşır suyu katılan su ile nemlendirildikten sonra silme ve yıkama gibi yöntemlerin kullanılmasının doğru olduğunu anlattı.
EL TEMİZLİĞİ
Prof. Dr. Öztürk, “El temizliğine dikkat edilmeli, riskli yerlere temas sonrasında eller su ve sabunla mutlaka yıkanmalıdır. Hastalara bakan sağlık personeli korunma önlemlerini özenle uygulamalıdır” dedi.
Hastalığın insandan insana bulaştığına dair bir veri bulunmadığını, bu nedenle hastaların karantinaya alınması gibi önlemelere gerek olmadığını kaydeden Öztürk, ancak hastanın kan, idrar gibi çıkartılarının doğrudan mukozalara teması ile hastalık bulaşabildiğinden, bu hastalara bakım veren sağlık personelinin standart korunma önlemelerine uymasının önerildiğini bildirdi.
Hastalığın kuluçka süresinin ortalama 1-3 hafta olduğunu, bu sürenin sonunda ani başlayan yüksek ateş, üşüme-titreme, halsizlik, yaygın adale ağrıları, baş ağrısı, karın ağrısı, bulantı, kusma, ishal gibi şikayetler ortaya çıktığını anlatan Öztürk, bu şikayetlerin başlamasından kısa bir süre sonra kan trombosit sayısında azalma ve böbrek işlevlerinde bozulma görüldüğünü söyledi.
Öztürk, hastalığın çok hafif şikayetlerle seyredip kendiliğinden iyileşebileceği gibi, diyaliz gerektiren ciddi böbrek yetmezliğine de sebep olabileceğini vurguladı.
Hanta virüsünden ölüm oranının böbrek yetmezliği tipinde yüzde 15, kalp-akciğer sendromu tipinde ise yüzde 50 olduğuna dikkati çeken Öztürk, “Ülkemizde şu ana kadar saptanan olguların hastalık bulguları daha iyi seyirli olan böbrek yetmezliği ile seyreden kanamalı ateş tablosu ile uyumlu olduğu ilgili hastaları izleyen uzmanlarca açıklanmıştır” dedi.
Prof. Dr. Öztürk, bu virüsle oluşan hastalığın tedavisinde kesin etkili bir ilaç olmadığını, ağrı kesiciler, trombosit süspansiyonu, diyaliz, solunum desteği gibi şikayet giderici veya destek tedavilerin sağlanmasının önemli olduğunu belirtti.
Şüpheli klinik bulguları olan hastaların kan ve idrar örneklerinden hastalığın tespit edildiğini anlatan Öztürk, hastalığa karşı etkili aşı üretme çalışmalarının devam ettiğini ancak henüz koruyuculuğu kesin olarak kanıtlanmış bir aşının mevcut olmadığını sözlerine ekledi.