Halkın Özal’ı seçtiği noktada askerin siyaset ihtirası bitti

Güncelleme Tarihi:

Halkın Özal’ı seçtiği noktada askerin siyaset ihtirası bitti
Oluşturulma Tarihi: Mart 07, 2010 00:00

Prof. Kemal Karpat Türkiye’nin en önemli ve saygın tarihçilerinden biri. Yıllardır asker ve siyaset ilişkisi üstüne kafa patlatıyor. Bu konu üstüne yazdığı makaleleri ve araştırmalarını güncelledi ve “Asker ve Siyaset” adlı yeni bir kitapta topladı. Karpat’ın askerin siyasetle ilişkisi, bu ilişkinin hangi olaylar ve kişiler nedeniyle değiştiği üzerine her zamanki gibi ilginç detaylara dayanan farklı tezleri var. Bugün neler olduğunu anlamak için önemli bir kılavuz söyledikleri...

Haberin Devamı

Her fırsatta Cumhuriyet ve Osmanlı birbirinden kopuk değildir dersiniz. Öyleyse Türk ordusunun memleketin gidişatı konusunda söz sahibi olması, siyaset yapma geleneği Osmanlı’dan başladı diyebilir miyiz?
- Osmanlı’nın geleneğinde toplum ve ordu ayrılığı değil, bilakis kaynaşması vardı. Halk memleketin savunulmasının ve kültürün korunmasının geniş çapta bir orduyla mümkün olabileceğini düşünüyordu. Ama günlük yaşamda militarist değildi. Ordunun memleket gidişatına müdahalesi 1876’da Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesiyle başladı. Abdülaziz’den sonra V.Murat, sonra da II. Abdülhamit tahta geçti. Onun devrinin ilk dönemlerinde de askerin bir hakimiyeti yoktu. Güç, saray ve saltanattaydı fakat zamanla bu değişti. Çünkü Abdülhamit devrinde bürokrasi, askeri ve sivil olmak üzere ikiye ayrıldı. Askerde profesyonelleşme serüveni başladı.
Bu ne demek tam olarak?
- Askeri rüştiyeler, bugün Erkan-ı Harp dediğimiz sınıf ortaya çıktı, Harbiye genişledi. En önemlisi askerin eğitimi çok daha ileri bir seviyeye çıktı. Askeri okulların başına müfettiş olarak Alman General Von der Goltz geldi. Goltz, Alman askeri felsefesinde mevcut olan ‘orduyla milletin bir olduğu’ felsefesini yaydı. Millet-i Müsellah yani “silahlanmış millet” mevhumunu ortaya attı. Bu da bir bakıma milletin militarizasyonuna yol açtı. Goltz Türkiye’nin geleceğini orduda yetişen parlak zabitlerde ve halkta görüyordu. Çok ilginçtir, Goltz Abdülhamit’i ve saltanatı ayakta tutan sosyal zümreyi sevmiyordu.
Alman müfettiş Goltz’un Türk askerinin kimliğinin oluşmasında payı büyük diyorsunuz?
- Hem de nasıl... Bizim askeri eğitim sistemimiz onun tesiri altında gelişti. Burada vurgulanması gereken en önemli nokta üst düzey eğitim almasına rağmen o dönem ordunun halktan hiç kopmaması ve iktidar hırsı taşımaması.
Öyleyse 1960’taki darbeye kadar askerin yapısında ve tavrında neler değişti?
- 1945-46’da Türkiye demokrasiye geçti. Bu defa orduya güç veren halk oyunu kullanarak iktidarı tayin etme imkanı buldu. Ve 1950’de Demokrat Parti’nin iktidar olmasıyla tabanlar, baş oldu. İşte o zaman 100 seneden beri süregelen modernleşme hareketi siyasi bir çehre aldı. Ordu -ordu derken subaylardan söz ediyorum- en iyi eğitimi almış kimseler olarak halk için en doğru ve iyi geleceği tayin edebileceğine inanmaya başladı.

Haberin Devamı

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI KİMYAYI DEĞİŞTİRDİ

Haberin Devamı

Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi midir ordunun kimyasını değiştiren olay?
- Evet. Çünkü önceden her ne kadar ordu yönetimi elinde tutmuyorduysa da rejim ordunun gücüne dayanıyordu. Fakat Demokrat Parti iktidarıyla bu konumun değişmeye başladığı görüldü ordu tarafından. Bu yüzden seçimin hemen akabinde dört general İsmet İnönü’ye gidip “Paşam istersen seni iktidarda tutarız” demişti. Bu değişen kimyaya bir de ideoloji eklendi çünkü bir yerde iktidarın elde tutulması için ordunun ideolojik bir dayanağı da olması gerekiyordu. Bu dayanak da laiklik oldu. İşte tam bu noktada sosyal bir hak olan laiklik de siyasileşti, iktidar aramanın ya da iktidarı elde tutmanın bir aracı oldu. Aslında 1960 darbesinin askerin siyaset yapma macerası açısından başka önemli bir yanı daha var.
Nedir o?
-Asker 1960’ta darbe yaptığında arkasında CHP, yani sivil bir hareket vardı. Bu hiçbir zaman unutulmasın. 60 darbesiyle fiilen ordu iktidara sahip oldu ama bir müddet sonra Milli Birlik Komitesi adı altında askeri idareyi daimi kılmak isteyen 14 asker tasfiye edildi. Rejim yine sivillere, yani Halk Partisi’ne geçti. Arkasında ordu olan bir Halk Partisi tabii. Bunlar acıdır ama gerçektir.
Askeri vesayetten kurtulma konusunda kendimizi diğer ülkelerle, örneğin Yunanistan’la karşılaştırdığımızda ne görüyoruz?
- Yunanistan istiklalini 1830’da kazandı ama tamamen sivilleşmesi 1974’te oldu. Evet birçok insan Türkiye’yi askeri vesayet altındaki bir ülke olarak görüyor. Ama 19’uncu yüzyıldan başlayarak yapılan birçok reformun amacı Türkiye’yi sivilleştirmekti. Osmanlı kafasına göre de muasırlaşmak demek tamamiyle sivilleşmek demekti.
Tarihçi Prof. Mete Tunçay Türk ordusu kendisini hep çok ayrıcalıklı gördü, Atatürk’e bile darbe yapabilirdi diyor. Buna katılıyor musunuz?
- Hayır katılmıyorum. Her şeye rağmen Türkiye’de hep demokratikleşmeye doğru muazzam bir evrim olmuştur. Bunun önüne hiç kimse geçemedi. Darbelerin çoğu hep sivil bir kanada dayanıyordu. Askeri rejimlerden istifade edenler de hep sivil gruplar olmuştur. Askere şan şeref düştü, çeşitli sivil gruplar meyvesini yedi darbelerin.

Haberin Devamı

İYİ EĞİTİMLİ ORDU MODERNLEŞMENİN İTİCİ GÜCÜ OLDU

Asker Cumhuriyet’in başından beri modernleşmenin itici gücü müydü?
- Evet. Çünkü üst düzey bir eğitimleri vardı. Bir sürü yeni icatlar, makineler ilk kez orduya geldi. Silahla modernleşme olmaz diyebilirsiniz ama silahın yapımında kullanılan teknoloji sonra başka bir sürü alanda işe yaradı. Tıpta en iyi hastaneler askeri hastanelerdi mesela. Bunlar gözle görülmeyen ama sivil halka ulaşan mühim detaylar.
Kitapta 12 Eylül son darbeydi, bundan sonra olmaz iması var. Doğru anlamış mıyım?
- Doğru ve çok önemli. Kenan Evren’in CHP dahil tüm partileri kapatması, Alparslan Türkeş’i hapse atması ordu içindeki siyasete yatkın kişilerin kafa yapısındaki değişimi net olarak gösterir. Ordu artık siyasi partilerin kendisini kullandığını anlamış, onlarla işbirliği yapılamayacağına karar vermişti. Ve halka yönelmeye başladı. Evren Paşa’nın doğrudan doğruya cumhurbaşkanı olabilecekken kendini halk oyuyla seçtirmesinin sebebi budur. Bunun üstüne askerler madem ki halk bize oy veriyor, biz de parti kuralım dediler ve kurdular. Ama sonra ne oldu? Özal çıktı ve halk onu seçti. İşte bu noktada askerin siyaset ihtirası bitti.
28 Şubat neydi?
- Son bir çıkıştı. Zaten orada darbe olmadı, muhtıra verildi, değil mi... İşin garip tarafı muhtırayı açık olmasa da dindar kesimin de destekliyor olmasıydı bana göre. Erbakan’ın siyasetinin ülkeyi çıkmaza götüreceğini onlar da düşünüyordu.
Dindar kesimin mutedil isimlerinden Mehmet Şevket Eygi, Balyoz Operasyonu üstüne “Artık Türkiye’nin beyazlarından hesap soruluyor” gibi sözler sarf etti. Dindar kesime göre Türk ordusu ne zamandan beri “beyazların”, yani başkalarının ordusu? 28 Şubat’tan beri mi?
- Beyazların ordusu gibi sözler çok yersizdir. Bir geçiş sürecindeyiz. Eskiden kalma öfkeler olabilir ama bunları böyle sert ve üzücü şekilde ifade etmek yanlış. Bir subay üstünde üniforması varken emir verir gibi konuşur. Ama o üniformayı çıkarttığı vakit hepimize benzer. Başka ülkelerin subayları emekli olduğunda bile halka karışmayabiliyor. Bizim askerimizde beyazlık, siyahlık ayrımı yoktur, halktır onlar.
Bugün yaşananlar, üst düzey askerlerin sorgulanması, tutuklanması Cumhuriyet tarihi açısından bir ilk mi?
- Evet. Eskiden de çeşitli üst düzey askerler sorgulanmış ve tutuklanmıştı ama hiç bu kadar kapsamlı olmamıştı. Bence askerin üstüne tenkitlerle yürümektense bir anlaşma-konuşma düzeni oluşturmak isabetlidir. Bugün dünyanın en demokrat ülkelerinden birisi olan ABD’de ordusuna karşı derin bir sevgi ve itibar vardır. Bunun yüzlerce örneğini verebilirim. Ne demek bu? Orduya savaş açmadan da demokrat olmak mümkün. Tabii diğer yandan ABD ordusu hiçbir zaman siyasete karışmıyor ve sivil otoriteye itaat ediyor. Demokrasiyi hem sivilin hem de askerin içine sindirmesi işin püf noktası.

Haberin Devamı

YAŞANAN SÜREÇ ORDUNUN PRESTİJİNİ AZALTMADI

Bundan sonra askerin konumu ne olur, kimliği nasıl evrilir?
- Bugün Türkiye’nin sivilleşme hareketinin had noktasına geldik. İyi şeyler olmuyor ama bana kalırsa bu süreç ne ordunun prestijini azalttı ne de demokrasiyi zayıflattı. Ordunun başındaki kumandanlar, bu kavgalardan, operasyonlardan, mesleki açıdan güçlü çıkmayı başarabilirler. Yeter ki halkın kendi mukadderatını kendi tayin etmek istediği gerçeğini kabullensinler. Halk her zaman en iyi insanları seçmeyebilir kendini yönetmesi için. Ama onları tepeden indirmek de yine halka bırakılmalı. En iyi hükümete ben karar veririm elitistliğine kapılıyoruz. Demokrasi kültürü sadece oy vermekle oluşmuyor. Ta Osmanlı’dan beri gelen avam kavramıyla barışmamız gerekiyor.

Haberin Devamı

TAYYİP BEY RANDEVU VERMEDİ ARAYA CENGİZ ÇANDAR GİRDİ

Bir tarihçi olarak yaşadığımız bu geçiş dönemini değerlendirdiğinizde Tayyip Erdoğan’ın bir demokrasi kahramanı olarak hatırlanacağını mı düşünüyorsunuz?
- Ben önemli siyasi kişilerle tanışıp görüşmeler yaparım yıllardır. Tayyip Bey belediye başkanı olduğu dönemde bazı sözleri ilgimi çekmişti. Kendisinden randevu istedim ama vermedi. Herhalde onlar beni Amerika’da yaşayan ne idüğü belirsiz bir akademisyen olarak tanıtmışlardı. Sonunda Cengiz Çandar araya girip bir randevu ayarladı. Tayyip Bey’le görüştüğümde bana hiç yüz vermemişti ama bu önemli değil. Görüşmeden çıktıktan sonra Çandar’a “Bu adam yakında Başbakan olur” demiştim. Haklı çıktım. Ben onu o gün bugündür çok yakından izliyorum. Hırslı ve çabuk sinirlenen biri olduğu belli ama memleketin hayati meselelerinin ruhunu özümsediğini de görmek lazım. Bir kahraman olup olmadığını bilemem ama yeni Türkiye’nin önemli mimarları arasında sayılacağı kesin.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!