Güncelleme Tarihi:
Göçebe toplumların iklim koşulları yüzünden icad ettikleri 'halı' kavramının zamanla günlük hayatın ayrılmaz bir eşyası ve giderek kolleksiyonluk eserler haline gelmesinin öyküsü. Dünyanın en zengin halı kolleksiyonlarından birine sahip olan İstanbul'daki Türk-İslam Eserleri Müzesi'nin yöneticisi Dr. Nazan Ölçer, Osmanlı'daki halı dokumacılığı tarihinin az bilinen yönlerini ele alıyor.
Halı sanatının ilk devirlerde bir göçebe sanatı olduğuna inanılır. En eski örneklerini hayvan besleyen göçebe kavimlerin yoğun biçimde yayıldıkları bölgede yani İç Asya ve Batı Asya'da bulduğumuz düğümlü halılar bu bölgenin sert iklim koşullarına karşı sıcak bir yer yaygısı görevi görürdü. Hareket noktası ise ekonominin temel direği olan hayvanların postunun yerine konacak bir ihtiyaçtı.
Halının temel maddesi olan yünün el altında bulunması, dokunan yatay ve dikey tezgahların kolayca kurulup sökülebilirliği, ürünün katlanıp taşınabilir oluşu ve yaşamın her safhasında bir işlev yüklenebilmesi, halı sanatının kaynağını göçebe kavimlere sıkı sıkıya bağlamaktadır.
İç Asya'dan Batı'ya yönelen büyük göç dalgaları içinde Türk kavimleri en önemli rolü oynamış ve halı sanatını Batı'ya taşımışlardı.
Halı sanatının Anadolu'da Selçuklular döneminde büyük bir gelişme gösterdiği ve yoğun bir ticarete konu olduğu bilinmektedir. Bu ilgi daha sonraki yıllarda da artarak devam edecektir.
Osmanlı halı sanatı, diğer pekçok alanda olduğu gibi Selçuklu halı geleneğini de devralır. 13. yüzyıla tarihlenen ve bulundukları yere izafeten 'Konya Halıları' olarak adlandırılan Selçuklu halı grubu, halı tarihinde özel bir yere sahiptir. Altay Dağlarında bir kurganda bulunan, M.Ö. 4-5 yüzyıldan kalan ve şimdiye kadar bilinen en eski düğümlü halı örneği olan Pazırık halısı, M.S. 3-4 yüzyıla tarihlenen Doğu Türkistan Lou-lan ve nihayet M.S. 5-6 yüzyıla tarihlenen yine Doğu Türkistan'daki Turfan buluntularından sonraki en tanınmış grubu Selçuklu halıları oluşturur.
UŞAK MODASI DOĞUYOR
Türk halılarının çok eski çağlardan beri Akdeniz ülkelerinden başlayarak bütün Avrupa'ya ihraç edildiği bilinmektedir. Ancak bu ihracatın sadece Batı'ya değil Doğu'ya da yapılmış olduğu çeşitli kazı buluntularından ve Tibet'te ortaya çıkarak yakın tarihte büyük yankı yaratan 12-13. yüzyıla ait Anadolu kökenli olduğu belirtilen halılardan da anlaşılıyor.
Osmanlı döneminde ise halıların Avrupa'ya hem ticaret yoluyla hem de diplomatik hediye olarak gönderildiğini biliyoruz. Örneğin Sultan İkinci Mehmed'in Napoli Kralı Ferdinand'a 100 halı gönderdiği kayıtlarda yer amaktadır. Avrupa hükümdar aileleriyle birlikte kilise de 14. yüzyıldan itibaren yüksek fiyatlarına rağmen Türk halılarının önemli bir müşterisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Osmanlılar'ın 15. yüzyıl sonundan itibaren sınırlarını genişletmeleri ve diğer büyük sanat merkezlerini topraklarına katmaları, halı sanatına yeni unsurların girmesine neden oldu. Büyük bir imparatorluğun merkeziyetçi yapısı ve gücü, büyük alanları kaplayacak dev boyutlarda halıların dokunmasını gerekli hale getirmişti.
Türk halı sanatındaki dönüm noktalarından biri önemli halı dokuma merkezleri olan Tebriz ve Kahire'nin fethidir ve bu renk, malzeme ve teknik açıdan büyük değişime neden olur.
15. yüzyıl sonu ile başlayan ve 18. yüzyıla kadar geçen süre Türk halıcılığının en parlak dönemidir. En önemli dokuma merkezleri daha 14. yüzyıl belgelerinde karşımıza çıkan Batı Anadolu'da Bergama başta olmak üzere Demirci, Selendi, Kula, Gördez ve Ladik gibi yerlerdir. 16. yüzyıldan itibaren en büyük dokuma merkezi olarak Uşak belirir.
Hayatın büyük ölçüde zemine yakın olarak sürdürüldüğü Osmanlı evinde oturmadan yemeğe, yatmaya, okuma-yazmaya ve dua etmeye kadar hemen her an yere yakın sedirlerde, minderlerde ve rahle önlerinde geçerdi. Böyle bir ortamda kişilerle yer yaygısı arasında oluşan ilişki bu kültürel çevreden uzak bulunan ve halıya belli eşyaların üzerinde yer veren Avrupa'nın mekán anlayışından farklı olacaktı.
Osmanlı halıcılığı 19. yüzyılda bozulan ekonomik durumla beraber yaratıcılıktan uzaklaşır ve ruhsuz tekrarlara dönüşür. 1843 yılında kurulan ve son parlak imal faaliyetini yaşayan İstanbul'da yükselen saraylara sipariş yetiştiren Hereke atelyeleri, çağın neo-rokoko üslubunda Sine düğümü ve İran halılarından esinlenmiş büyük taban halıları ve seccadeler dokumaktadır.
ÇAROKLA İLK BULUŞMA
Saray önderliğinde gerçekleştirlen ancak kısa süren ikinci bir girişim ise, İstanbul Feshane Fabrikası'dır. Yüksek havlı, büyük Barok desenli, parlak kırmızı bir rengin zeminde kullanıldığı Feshane halılarının yanısıra, İstanbul'daki son büyük parlama Kumkapı tezgahlarında yaşanacaktır.
Osmanlı halı sanatı, başlangıç işleyişi hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımız yükselme dönemi hariç, 16. yüzyıldan itibaren saraya ve saray üsluplarına sıkıca bağlı bir yol izledi. Ancak Osmanlı İmparatorluğu'nun asıl çekirdeği olan Anadolu'da halıcılık her zaman bir halk sanatı olarak yaşamış ve tüm değişimlere karşı geleneksel biçimler kuşaklar boyu korundu.
Türk halısı Avrupa’nın
resmine bile girmişti
Avrupa ülkelerindeki mahkeme kararlarına, miras davalarına ve vasiyetnamelere ilişkin bazı belgeler bize Türk halılarına yönelik ilginin 16. yüzyılda artan bir hızla devam ettiğini gösterir. 17. yüzyıla da uzayan bu halı humması sonuçta bütün büyük aristokrat ailelerin elinde zengin koleksiyonların birikmesine neden olmuştur. Büyük malvarlıklarının sahibi olan kilise ise Türk halılarının en büyük müşterisidir.
Batı'ya yollanan halıların bir bölümü özel siparişlere göre dokutulmuştur. Bugüne kadar 20 adedi kalabilmiş olan özel dokuma halıların hepsinde siparişi veren ailenin arması bulunur. Ticaretin artması ve Avrupa pazarlarındaki Türk halılarının çoğalmasıyla fiyatlar az da olsa düşer ve Türk halısı bu sayede saray, kilise ve soylu çevrelerden sonra burjuva evlerine de girer.
TAklitler başlıyor
Türk halıları 15. yüzyıldan itibaren Avrupa resminde de karşımıza çıkar. Üzerlerinde çoğu kez İsa, Meryem ve aziz tasvirleri, bazen de dönemin ünlü veya soylu kişileri yeralmaktadır. Bu tür halılar sadece bir dekor unsuru olmalarının dışında bir zenginlik ve prestij göstergesidirler. Hans Holbein, Carlo Crivelli, Lorenzo Lotto, Albrecht Dürer, Vittore Carpaccio, Van Dycke, Hans Memling, Gentile ve Giovanni Bellini gibi ünlü ressamlar tablolarında Türk halılarına yer veren bu sanatçıların en tanınmışlarıdır.
Doğu halılarına karşı bu büyük rağbet üzerine bu dokumaların benzerini yapma gayreti batıda her devirde varolmuştur. Boyama tekniklerinin sırrını öğrenmek üzere gönderilen görevlilerin başarı gösterememesi üzerine 17. yüzyıl başında Fransa'da Osmanlı halılarına benzeyecek halılar imal etmek için önce Fortier sonraları Pierre Dupont-Simon Laurdet işbirliğinde ünlü goblen atölyesi Savonnerie doğar. Buradan ayrılan ustalarla bir süre sonra İngiltere'de de benzer atölyeler açılır. Ancak doğu halılarını taklit için kurulan atölyeler kısa sürede ayrı bir yol tutturacak ve Avrupa zevkine uygun resimli dokuma etkisinde ürünler vereceklerdir.
Dr. Nazan Ölçer
(Türk-İslam Eserleri Müzesi Müdürü)