Güncelleme Tarihi:
Onbaşılar birkaç günden beri gündemde ve ordudaki bütün onbaşılar, mâlûm konuşmadan dolayı ayakta... Gündem onbaşıların üzerinde yoğunlaşınca onlardan sözedeyim ve edebiyatın meşhur ‘‘Halide Onbaşı’’sının bende bulunan bazı ‘‘şerefli’’ mektuplarından alıntılar yapayım dedim...
Bugünlerde gündemin ilk sırasına yerleşen ‘‘onbaşı''nın eski dildeki karşılığı ‘‘onbeyi’’dir ve altı asırlık geçmişi vardır... Bilinen en eski kaydı, 14. asırda kaleme alınmış bir kitapta, Mustafa Darir bin Yusuf'un ‘‘Fütuhu'ş-Şam’’ında, ‘‘Her yüzbeyinin -yani yüzbaşının- arkasında, on onbeyi vardır’’ diye geçer... Dil zamanla değişirken ‘‘onbeyi’’ ‘‘onbaşı’’ya döner... Ansiklopediler, onbaşılardan sözederken ‘‘Emrine verilen birliğin âmiri ve çavuşun yardımcısıdır’’ diye yazarlar... ‘‘Birliği içinde disiplini korumak, emrindeki personeli savaş için hazırlamak, en küçük birlik olan manganın bütün iç hizmetlerini iyi bilmek, bunları astlarına öğretmek zorundadır...’’
Onbaşıların en meşhuru ise, Halide Edib'tir... Amerikan okullarında okumuş, ‘‘Sinekli Bakkal’’, ‘‘Ateşten Gömlek’’, ‘‘Vurun Kahpeye’’ gibi Türk Edebiyatı'nın en tanınmış romanlarına imzasını atmış, yüzyılın ilk on yılında İstanbul'un en entellektüel isimlerinden biri bilinmiştir... Memleketi işgale uğrayınca herşeyi bırakıp miting alanlarına koşar, Sultanahmet'teki konuşmasıyla sembolleşir... İngilizler'in evini basacağını haber alınca kocası Adnan Bey'le Anadolu'ya geçer, ‘‘Halide Onbaşı’’ olur orada... İstanbul'da idamlık, Ankara'da kahramandır...
Bu mektuplar İstanbullu Halide Edib Hanım'a değil, Anadolu'da cephe cephe dolaşan, Milli Mücadele zamanındaki Genelkurmay'ın, o zamanki adıyla ‘‘Erkân-ı harbiye’’nin propaganda şubesini kurup tek başına idare eden ‘‘Halide Onbaşı’’ya aittir...
İşte, mektuplardan günümüz Türkçesiyle birkaçı:
Avrupa'da yaşayan bir dostuna 1920'nin 19 Nisan günü Ankara'ya henüz ulaştığını yazmakta, gördüğü ‘‘iman gücü’’nden söz etmekte ve birkaç gün içinde bir ‘‘Meclis’’in açılacağını müjdelemektedir:
‘‘Muhterem ... Bey,
İstanbul'un işgali faciasını tabii haber aldınız. Ben ve Adnan (eşi Adnan Adıvar) büyük tehlikeler ve güçlükler içinde buraya geldik. Oldukça iyi arkadaşlar ve bütün zorluklara rağmen, çok kuvvetli bir iman muhiti var. Propaganda şubesini kurdum ve çalışıyorum. İstanbul'un para ve kötüleme faaliyeti, doğrudan doğruya ve açık bir İngiliz desteği olmazsa başarıya ulaşamayacaktır. Vaziyet on-on beş gün sonra daha da açıklık kazanacak. Bu hafta büyük bir meclis açılıyor. Esir halife ve esir Türk Milleti kurtuluncaya kadar, Anadolu'nun idaresini kendi vekilleri vasıtasıyla ellerine alacaklar. Size on beş gün sonra daha açık ve ayrıntılı yazabileceğim. Vaziyet hakkında tafsilâtlı bilgi edinmeniz için, işgalden bugüne kadar çıkan gazeteleri gönderiyorum. Meclis'in mahiyeti yasama ve yürütmeyi beraberce götürmek şeklinde olacak ve idareyi vekiller vasıtasıyla yapacak. Bunlar hakkındaki bütün evrak, ikinci postayla gelecektir.
Fransızlar bir taraftan İngilizler'i tasvib etmez görünüyorlar, bir taraftan da Adana'da her türlü faciayı yapıyorlar. Ermeni faciaları, tamamen uydurmadır. Amerikan basını iyi bir yola girdi fakat olumlu bir tesiri yok. İtalyanlar çekiliyorlar. Sizde ne gibi haberler varsa İstanbul'da Moralızade Halid Bey vasıtasıyla doğrudan doğruya bana yazınız. ...Sevgiyle. Halide Edib’’
Aradan iki hafta geçmiş, Meclis açılmış, işler yoluna girmiş gibidir... Halide hanım, aynı dostuna 3 Mayıs günü yeniden yazmaktadır:
‘‘Muhterem ... Bey,
Size yine bu postayla yazıyorum. Meclis'in teşkiline, bir halk hükümetinin mevcud olduğuna dair mektubumu almış olacaksınız. Meclis'in yürütme ve yasama güçlerini bünyesinde toplayan İcra Heyeti, bugün seçiliyor. Dahildeki işler iyi gidiyor. Ferid Paşa ve İngilizler'in padişahın fetva oyunuyla çıkarttıkları Bolu ve Düzce civarındaki isyanlar bastırılıyor. Vaziyete bu hafta tamamen hakim olacağız denebilir. Doğuda Türk kızıllarının Baku'ya girdiklerini tabii biliyorsunuz. Fransızlar, anlaşmak için yetkili bir heyet gönderiyorlar. İtalyan dostlarımızla işlerimiz de yolundadır.
Size Müslüman cemiyetler için veyahut diğer propaganda merkeziniz varsa onlar vasıtasıyla muntazaman neşredilmek üzere Ermeni mezalimi hakkında vesikalar gönderiyorum. Büyük Millet Meclisi'ndeki geçici hükümetin dışişleri bakanı tarafından yabancı hükümetlere yazılan notanın da bir kopyasının gönderiyorum, belki işinize yarar. İngilizler'in Marmara bölgesiyle Bursa'da çıkartmak istedikleri karışıklıkların sebebi olan Anzavur Paşa'yla yanındakiler müdhiş bir yenilgiye uğradılar.
...Bilmem, İtalyanlar'ın San Remo'da toplanacak olan barış konferansına bizden de yarı resm; olarak delege götürmek istediklerini yazdım mı? Buradan henüz hareket eden Chicago Tribune Gazetesi'nin muhabiri, Paris nüshasına birçok enteresan şeyler yazacaktır sanıyorum. Takip ederseniz çok iyi olur. Hürmet ve sevgiyle. Halide Edib’’
Bunlar, Halide Onbaşı'nın mektuplarından sadece birkaçı... Günlerdir devam eden ‘‘şerefsiz onbaşı’’ tartışmasına, ben bu ‘‘şerefli’’ mektuplarla katılayım dedim...
Tanıtımın da öncüsüydü
Halide Edib'in 26 Nisan 1920 tarihini taşıyan bu mektubu, Türkiye'nin ilk dış tanıtım ve lobi faaliyetlerinin belgesi... İsviçre'de yaşayan ve Ankara için çalışan eski bir İttihadçıya yazılmış... ‘‘Onbaşı’’ Halide Edib'in Ankara'nın sesini duyurma çabasını, kendi kaleminden okuyun:
‘‘Muhterem ... Bey,
Size bu kurye ile Türkiye Halk Hükümeti'nin Büyük Millet Meclisi zabıtlarını, Mustafa Kemal Paşa'nın nutkuyla gönderiyorum. Kuvvetli ve canlı kısımlarını Fransız basınında kullanınız.
Kuva-yı Milliye'nin durumu gün geçtikçe kuvvet kazanmaktadır. Marmara bölgesindeki Anzavur isyanı tamamen temizlenmiştir. Anadolu'nun ortasında padişahı siper ve dini alet ederek İngiliz parasıyla yapılmak istenen irticai hareket de esasen ehemiyyetsizdir ve o da temizlenmek üzeredir. İtalyanlar, bizden bir adamı San Remo Konferansı'na götürecekler. Burada, Fransızlar adına görüşmeler yapmak için küçük bir heyet var. Şark meselesi de iyi gidiyor. Bu zabıtlardan ve nutuktan Hindliler'e mutlaka verdiriniz. Padişahtın İngilizler'in baskısı altında alınan ve hepimizi asi sayan fetvasına karşı Anadolu'daki bütün müftülerin beraberce verdikleri fetvayı da gönderiyorum. Bunu da hemen tercüme ettirip Hindliler'e verin ve Avrupa'da ilânını sağlayın. Zabıtlardan İsviçre'de Müdafa-i Hukuk Cemiyeti'ne de bir nüsha gönderiniz. Size yakında inşaallah daha iyi havadisler veririm ümidiyle ellerinizi doktorla (eşi Adnan Bey'le) müştereken sıkar, sizden Antalya'da Moralızade Halid Bey veyahut İstanbul'da Nafia Hanım vasıtasıyla mektup beklerim. Halide Edib.’’
Aman hocam, o arşiv bırak orada kalsın!
Türk folklorunun Fransa'da yaşayan büyük adı Prof. Pertev Naili Boratav'ın arşivini Türkiye'ye getirmek istediğini duyunca, ‘‘millete’’ bırakılmış olan öteki özel arşivlerle kütüphanelerin akıbetini, yani nasıl talan edildiklerini hatırlayıp‘‘Eyvah!’’ dedim...
Pertev Naili Boratav, Türk folklor tarihinin önde gelen ismidir... Şimdi 90 yaşındadır, Paris'te yaşar ve dünyanın hangi memleketinde olursa olsun, ilim çevrelerinde ‘‘Türk folkloru’’ denince ilk o hatırlanır...
Biz, 1940'lı senelerden beri, Pertev Naili'ye yapmadığımızı bırakmadık... Önce ‘‘komünist’’ deyip üniversiteden kürsüsünü kardırdık, mahkemelerde süründürdük, oradan oraya sürdük ve en nihayet memleketen kaçırttık... Kaçırttık ve yabancılar kaptılar... Önce bir Amerika’daki bir üniversiteye Türk folkloru kürsüsü kurdu, sonra Fransa’ya yerleşti... 40 küsur senedir orada yaşıyor ve hâlâ Türk folkloru, Türk kültürü öğretiyor...
Biz ise Pertev Naili’ye birşeyler etmek huyumuzdan bu kadar sene sonra bile vazgeçemedik, ve geçen yıl yine bir işler yaptık Pertev Naili'ye: Bir banka, onun tam yarım asır emek verdiği bir kitabını, ‘‘Nasreddin Hoca’’sını yayınlamak istedi, hatta birkaç yüz nüshasını bastı ama sonra ‘‘Bu adam müstehcen şeyler yazmış’’ deyip kendi kitabını kendisi yasakladı... Pertev Naili, böylelikle 40 küsur sene aradan sonra, eserlerinden birinin Türkiye’de yeniden sansür edidiğini gördü...
Onun bugünlerde İstanbul'da olduğunu, Miyase İlknur'un Cumhuriyet'te çıkan yazısından öğrendim. Şimdi 90 yaşında olan Pertev Naili, arşivinin Türkiye'ye getirilmesini istiyor; ‘‘Onlar buraya, bu topraklara ait. Bu halkın asırlardan beri üretimi arşivimde yatıyor. Ne olur, bu konuda birşeyler yazın, arşivim ben ölmeden memlekete getirilsin... Bunu başarabilirsem çok mutlu olacağım...’’ diyordu...
Ben, Türk folklorunun bu zirve adının daha çok uzun seneler yaşamasını temenni ediyorum ama, arşivi günün birinde Türkiye'ye getirilecek olursa, bir ömür boyu topladıklarının başına neler gelebileceğini düşünmeden de duramıyorum... Hele dillere destan olmuş öteki özel kütüphanelerle arşivlerin akıbetini gördükten, Hakkı Tarık Us'un sadece listesi bir klasör tutan mal varlığıyla vakfedip millete bıraktığı kitaplığının içler acısı halini bildikten sonra...
Bu arşiv Türkiye'ye gelirse bakın neler olur:
Önce koyu renk elbiseli birileri ziyaret ederler arşivi... Dosyalar arasında eskiden kalma ‘‘muzır’’ birşeyler ararlar ve birkaç gün sonra birkaç belge kayboluverir... Derken, bazı nadir kitaplar yokolur ve hemen arkasından sıra hocanın yazdığı ama henüz yayınlamadığı eserlerine gelir... Onlar da giderler ve zamanı gelince üzerinde bir başkasının isminin yazılı olduğu kitaplar halinde çıkıverirler ortaya...
Türk folklorunun bu büyük ismi son bir büyüklük yapmalı ve emsalsiz olduğunu tahmin ettiğim arşivini korumalı, Türkiye'ye ‘‘getirmemeli’’dir... Ciddi araştırmacılar arşivin olduğu memlekete nasıl olsa gider ve orada çalışabilirler... Arşivini Türkiye'ye ‘‘getirmemek’’, Pertev Naili Boratav'ın üç çeyrek asırdır emek verdiği Türk kültürüne belki de büyük hizmeti olacaktır...