Güncelleme Tarihi:
İstanbul'da, Saint Antoine Kilisesi'nden sonra ikinci kez bir kilise aydınlatılarak geceleri süslemeye başladı. Haliç'teki Bulgar Kilisesi'nin, kilise vakfı tarafından zarif bir şekilde aydınlatılması, İstanbul'daki Hıristiyan cemaatlerini ve çevre halkını sevindirdi.
Bugüne kadar camiler, saraylar, kuleler ve müzeler aydınlatılıyordu. Bir kısmı tarihi yarımadanın kente hakim tepelerinde bulunan Süleymaniye, Şehzade, Sultanahmet, Sokullu Mehmet Paşa, Ortaköy, Dolmabahçe, Kılıç Ali Paşa, Yavuz Selim, Yeni Camii, Ayasofya Müzesi, Galata (restorasyonu sürüyor) ve Beyazıt kuleleri, Dolmabahçe, Çırağan, Topkapı sarayları geçtiğimiz yıllarda teker teker aydınlatılmıştı. Şimdi de Saint Antoine Kilisesi'nden sonra ikinci kez bir kilise aydınlatıldı; Haliç Fener'deki Bulgar Stefan (Sveti) Kilisesi, kilise vakfı tarafından zarif bir şekilde aydınlatılarak kent gecelerini süslemeye başladı.
Kuruluşu 19. yüzyılda
Balat ile Fener semtleri arasında yer alan, Bulgar Eksarhhanesi'ne bağlı kilise, mimari tarzı, yapı malzemesi ve tarihiyle İstanbul'daki en ilginç ibadet yerlerinden biri.
Bu kilisenin kuruluşu 19'uncu yüzyıl başlarına kadar uzanıyor. Bulgarlar, o zamana kadar Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlı kiliselerde ibadet ederdi. Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlı kiliselerde ibadet dilinin Rumca olması, Bulgarları rahatsız etti. İstanbul'daki Bulgar cemaatinin önderlerinden İstefanaki Bey (Stefan Bogoridi), Eylül 1848'de devlete başvurarak, Bulgarların Rumlarla aynı meslekten olmakla birlikte, Rum kiliselerindeki ayini anlayamadıklarını ifade etti. Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler gibi Bulgarların da ayrı bir cemaat oluşturduklarını belirten İstefanaki Bey, artık kendi dillerinde ibadet etmek istediklerini belirtti.
Tam o dönemde Ruslar, Bulgarları etkilemek için harekete geçmiş, İstanbul'da bir Bulgar kilisesi kurmak için girişimlerde bulunmaya başlamıştı. Bunu da dikkate alan Osmanlı devleti, Bogoridi'nin isteklerini yerinde bularak bir papaz evinin kurulması kararıyla harekete geçti. Osmanlı yönetimi, Bulgarların ayrılmasıyla birlikte Rum Patrikhanesi'nin zayıflayacağını da hesaplayarak 12 Eylül 1848'de, Bulgarların ‘‘metoh’’ adını verdikleri papaz evinin yapılması için izin verdi. Böylece, İstefanaki Bey'in Fener'deki arazisi üzerine ilk Bulgar ibadethanesi açılmış oldu. Rum Patrikhanesi'nin yüzyıllardır ikamet ettiği Fener'in seçilmesi de oldukça anlamlıydı. Bulgar kilisesinin bağımsızlaşması yönündeki bu karar, Bulgarların tarihinde de çok önemli bir yere sahiptir. Ve kesme taştan inşa edilen sözkonusu bina iki yılda tamamlandı.
Fener'de, Mürselpaşa Caddesi üzerinde, Sveti Stefan Kilisesi'nin karşısında Balat'a doğru uzanan bu yapı, 1850'nin yazında bitirildi. Bağımsızlık yolunda önemli bir adım atan Bulgarlar, 1860'ta Osmanlı yönetimine, Rum patriğini artık dini önder olarak tanımayacaklarını bildirdiler. Aynı yıl bir grup Bulgar da Ermeni Katolik Patrikhanesi'ne başvurup birinin altında 145, diğerinin altında 2000 imzalı bir senet vererek Katolik olmak istediklerini bildirdi. Ama Bulgarların çoğunluğu bağımsız kilise kurma çabalarını sürdürdü. Osmanlı devleti, 11 Mart 1870'te bir ferman çıkararak bağımsız kilisenin kurulmasına izin verdi.
Fermana göre, bundan böyle Bulgar cemaatinin başında bir eksarh bulunacaktı. Eksarh, önder ya da başkan anlamına geliyordu ve Ortodoks kilisesi hiyerarşisinde patrikten aşağıda, metropolitten yukarıda bir rütbeyi belirliyordu. Alınan karar göre Rum Patrikhanesi de Bulgar Eksarhanesi'ni tanımak zorundaydı.
Viyana'da yapıldı
Tekrar 1850'ye dönelim. Fener'de kurulan papaz evinin deniz tarafındaki araziye önce ahşaptan bir kilise inşa edildi. Bir süre sonra da aynı yerde daha büyük bir kilisenin yapımına girişildi. Haliç kıyısındaki zeminin çürüklüğü nedeniyle, yığma kagir bir yapının temellerinin batacağı düşünülerek daha hafif ve dayanıklı olması için demir iskelet yöntemi seçildi. Yapının projesi İstanbullu bir Ermeni mimar olan Hovsep Aznavur'a yaptırıldı.
Kilisenin uygulama projesinin yapılması ve prefabrik yapı parçalarının üretilmesi için 1892'de uluslararası bir yarışma açıldı. Yarışmayı Avusturya firması R. Ph. Waagner kazandı ve bir yıl sonra üretime geçti. Bütün parçalar tamamlanınca kilise önce firmanın Viyana'daki fabrikasının bahçesinde tümüyle kuruldu. Daha sonra sökülen yapı elemanları, Tuna Nehri ve Karadeniz üzerinden bir nehir teknesiyle İstanbul'a taşındı. Şimdiki yerine bir buçuk yıllık bir çalışma sonrasında oturtulan yapı, 1898'de kutsanarak törenle açıldı.
Prefabrik kilise!
Stefan Sveti Kilisesi, ilk prefabrik yapılardan biri olarak dünya mimarlık tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. Eser hakkında İstanbul Ansiklopedisi'nde bir yazı kaleme alan Mete Tapan ve Hasan Kuruyazıcı'nın belirttiğine göre yapı, neobarok ve neogotik tarzın özelliklerini taşıyor.
Yapının taşıyıcı iskeleti çelik profillerden oluşturulmuş, sonra da üzeri saç ve döküm levhalarla kaplanmış. Pencere doğramaları, kapı ve pencereleri çevreleyen süsler, dış cephe boyunca her aksı belirtecek biçimde düzenlenmiş köşelerin başlıkları, pencere kenarındaki sütunları taşıyan konsollar, bütün yapıya saçak hizasında dolanan silmelerin arasındaki eski çelenk motifleri dökümden. Bütün parçalar birbirine dev cıvata - somun, perçin ya da kaynakla birleştirilmiş.
Yapıldığı dönemde Avrupa'da çok yaygın olan tarihselci (historisist) mimarlık doğrultusunda, seçmeci (eklektik) bir anlayışla biçimlendirilmiş. Her yıl dünyanın çeşitli ülkelerinden binlerce mimarın ve meraklının ziyaret ettiği bu önemli eser, yüzyılı aşkın bir zamandır Fener'de bir pırlanta gibi yükseliyor.