Güncelleme Tarihi:
AV yasağının 1 Eylül’de sona ermesiyle ilk günlerde kilosu 5 liraya kadar düşen palamut, hamsi, istavritteki bolluk beklentisi kısa sürede yerini hayal kırıklığına bıraktı, tezgahtaki balığın fiyatı tavan yaptı. Bugünlerde tanesi 20 liraya çıkan palamut ile kilosu 15-20 liradan satılan istavrit, dar gelirli vatandaş için ümit olmaktan çıkarken, balık kooperatiflerinden her yıl olduğu gibi denizlerimizdeki balığın tükenmesinden yunusları sorumlu tutan açıklamalar yükselmeye başladı. Denizlerimizi yıllardır yürüttüğü saha çalışmalarıyla yakından takip eden, çeşitli projeler geliştirip düzenli raporlar yayımlayan, son olarak Adalar çevresinde ilk koruma alanının oluşturulmasını sağlayan Türkiye Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bayram Öztürk, “Maalesef devletin bir balık politikası yok, aksine bir bir politikasızlık var. Geçen yıl Palamutu 1 liraya yiyorduk, bu yıl 40 liraya yersek şaşırmayalım. Türkiye 2020’ye kadar denizlerinin yüzde 10’unda koruma alanı oluşturmayı taahhüt etti, 7 yıl kaldı fakat tek koruma alanı yok” diyor. Bayram hocanın tespitleri şöyle:
PARİS HALİ'NDEN DAHA PAHALI BALIK YİYORUZ
*Balık fiyatı neden yükseliyor? Geçen yıl palamutu 1 liraya yiyorduk, çünkü boldu, bu yıl 20 liraya kadar çıktı. Sosyal devletin olduğu zaman Et Balık Kurumu’nun (EBK) Sinop, Zonguldak, Trabzon, Fatsa’da soğuk depoları vardı. Bugün Beşiktaş’ta Four Season’ın olduğu yer EBK’nın 1968’de kurduğu en büyük balık deposuydu. Önünde uzun kuyruklar olurdu, balık ve et için. Ucuz balık vardı çünkü. Çok balık çıktığı zaman soğuk depolara atılırdı. Özelleştirmeyle birlikte bu depolar ortadan kalktı, hepsi 5 kuruşa özelleştirildi. EBK’nın adı da 2 ay önce değişti, Süt ve Et Kurumu oldu. Balıktaki dalgalanmalar karşısında tüketiciyi koruyacak mekanizma kalmadı. Bugünkü durum; palamutu 40 liraya yersek şaşırmayacaksınız. Çok olduğu zamanda balık depolanır, fiyat dengelenir. Bu sene buğday az oldu diye ekmeği 500 liradan yemeyiz. Toprak Mahsulleri Ofisi diye bir kurum var. Silolardan alıp dengeyi kurar. Böyle bir mekanizma yok artık. İstanbul Balıkhanesindeki 2-3 kabzımalın insafına terkedildik. EBK’yı hepten kaldıracaklardı; 5-6 sene önce sığır sıkıntısı çekilmeseydi eğer. Kurban bayramında inek ithali başlayınca dediler ki bu kurumu tekrar ihya edelim. Balığı alalım, süt koyalım adına dediler. Bizi koruyacak mekanizma; balığın çok olduğu zamanda depolayıp, vatandaşa, halka ucuza balık yedirmek. Biz bu sabah itibariyle; İspanya, Paris, İtalya’daki balık hallerinden daha pahalı balık yiyoruz. Bu nasıl oluyor, üstelik yakıtta sübvansiyona, devlet desteğine rağmen.
DEVLET TEKNELERİ TOPLUYOR AMA GEÇ KALINDI
*Nerede hata yapıyoruz. Hata yaptığımız işler: Birincisi bizdeki tekne boyları çok büyük. Bu kadar tekne bu denizlere fazla. Devlet aşırı balıkçılığı önlemek için 2 yıldır teknelerinizi bana geri verin, para vereceğim diyor. Şu ana kadar 500 civarında tekneyi aldı ama hepsi küçük tekneler. Türkiye’nin tekne sayısı 20 bin civarında, ülkede bu kadar teknenin avlayacağı balık yok. Stokların kontrolü, korunması için tekne toplama kararı doğru ama aslında 10 sene önce yapılması gereken bir işti bu. AB’nin baskısıyla oluyor. Tekne sayısı bu kadar büyüdükten, balık kalmadıktan sonra getirin teknenizi bana verin, size tekne boyuna göre para veriyorum demek biraz geç kalmış bir iş.
*İkincisi yasadışı balıkçılık var ülkede. Kurallara uyma konusundaki denetimler zayıf. Üçüncüsü kirlenme var Marmara Denizi’nde. Dördüncüsü de Florya’dan Zeytinburnu’na kadar her taraf gemi. Karadeniz’e girişte de öyle, Kilyos’tan ta Karaburun’a kadar çok fazla gemi bekliyor. Eskiden buraların hepsi balıkçılık alanıydı, balıkların üreyip beslendiği, balıkçılığın yapıldığı yerlerdi, yok oldu. Peki Akdeniz ve Ege’de ne oldu? Bu iki denizimiz balıkçılıkta fakir. Türk balıkçılığında Ege’nin oranı yüzde 10’dur. Ege ve Akdeniz’e mavi çöl deriz, çünkü verimsiz. Karadeniz verimli. Türkiye’deki her 10 kilo balığın 6 kilosu hamsidir. Hamsi de aşırı ve düzensiz avlandı. Türkiye’deki balıkçılık politikası yok, politikasızlık var.
POLİTİKAYI DENİZ CANLILARININ KARAKTERİNE GÖRE BELİRLEYECEKSİNİZ
*Türkiye sularındaki deniz canlılarının iki karakteri var. Birincisi bunlar göçmen. Çanakkale’den vurur, Karadeniz’e geçer. Eylül’den sonra tekrar Karadeniz’den Akdeniz’e. Bu göçmen balıkların davranışlarına ve özelliklerine göre av yasağı koymak gerekir. Onun için de bilimsel araştırmalar yapmak şart, stok bilinmeli, kota konulmalı. Bakanlık yapması gereken işi yapmıyor, üniversiteler yapsın diyor. Halbuki üniversitelerin böyle bir görevi yok. 1380 sayılı yasa ile bu, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na verilmiş, nokta. Bayram efendiye, Mehmet efendiye pas etmenin hiç gereği yok. Stokun, kaynağın sahibi sensin, balıkçılık ruhsatını sen alıyorsun, tekne için kaydı sen yapıyorsun, yasayı sen koyuyorsun, memurlar sende çalışıyor. Bakanlık görevini yapmıyor, yapamıyor. Bakanlığın şimdi yaptığı en iyi iş hamsi projesi. Karadeniz’deki hamsi stoklarını tespit ediyor bir arkadaşımız, akustik yöntemle. Ne kadar hamsi var, 1 yıl sonra ortaya çıkar.
BALIK OLMADIĞI ZAMAN SUÇLUSU YUNUSTUR
*Bu durumda balıkçı ne yapıyor. Geçen yıl balığın iyi olduğu dönemde, bir tane Yunus öldürelim sözünü bulamazsınız. Balık olmadığı zaman suçlusu Yunustur. Yunuslar balığı yiyor, o yüzden balık yok denir. Külliyen yanlış. Balık yoksa Yunus da yok. Şimdi diyorlar ki Yunusları avlayalım. Türkiye bunu yapamaz. Birincisi yunusların korunmasıyla ilgili uluslararası sözleşmeye imza attı. İkincisi eğer siz bugün yunus avlamaya kalkarsanız, yarın size birçok ticari ambargo koyarlar.
ELÇİLİĞİMİZ ÇEVRECİLERCE KUŞATILINCA YUNUS AVI DURDU
*1983’e kadar yunus avlıyorduk. 1983’te, Türkiye’nin Londra’daki büyükelçiliği o zamanki çevre hareketleri tarafından işgal edilince yunus avcılığını durdurun diye; pat diye yasakladık. Peki öteki Karadeniz ülkeleri ne zaman yasakladı? 1968’de. Rusya, Bulgaristan, Romanya, sosyalist cumhuriyetler, demir perde dediğiniz ülkeler 1968’de yasakladı, sen 1983’e kadar devam ettin yunus avına. Ondan sonra da biz sözleşmeye imza attık. Balıkçıların yunus avlama fikri hem yanlış, hem ülkenin prestijine zarar verecek bir iş. Kaçak avlamalarda, kalkan ağlarında her yıl 2-3 bin yunus karaya vuruyor. Balık olmazsa yunus olmaz. Hem besin zinciri olarak birbirlerine bağlılar, hem de yunuslar için balık bırakmamız lazım denizlerde. Denizde yaşayanın önceliği var.
TÜRKİYE, DENİZLERİNİN YÜZDE 10’UNU KORUMA İLANI ETMEK ZORUNDA
*2010’da imzaladığımız Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne göre Türkiye 2020’ye kadar bütün Akdeniz ülkeleri gibi denizlerinin yüzde 10’unu koruma alanı ilan etmek zorunda. Ne kaldı, 7 sene. Karadeniz’de bir tek koruma alanı yok. Adalar çevresi de gündüz koruma, gece kaçak balık avı yapılıyor. Koruma alanı olursa balık çoğalacak. Koruma alanından kasıt balıkçıların, gemilerin, turizmin, Kandahar gibi kap kara inşaatların olmayacağı bir bölge. Hiçbir insan etkisi olmasın ki tekrar doğa kendini yenilesin. Dünyada örnekleri var bunun. Florida Case diye bir bölge var; nesli tükendi denilen balıklar geri geliyor. Marmara Denizi kirlenme etkisi altında. Nilüfer çayı nereye dökülüyor? Bursa, Çanakkale, Tekirdağ, İstanbul, İzmit’in kirleticileri nereye dökülüyor. Üstelik bir de Tuna nehrinden gelen kirlilik var. Tuna Komisyonu’na Türkiye yeni üye oldu. Oysa 20 senedir üye olmalıydı. Ben daha burada kirlenme istemiyorum demesi lazımdı.
AB, KRİZDEN BALIK ÇİFTLİKLERİYLE KURTULURUZ DİYOR
*Piyasadaki tüketicinin dengesini balık çiftlikleri kurmaya çalışıyor şimdi. İstavrit bile 20 lira olunca balık çiftlikleri piyasanın düzenlenmesine fayda sağlıyor. İyi ki varlar diyeceğiz. AB yeni bir proje başlattı. Bu krizden aqua-culture ile (balık yetiştiriciliği) kurtulacağız diyor. Akdeniz’deki her ülkeden balık çiftlikleriyle 5 bin kişiye iş çıkaracağız, krizi aşacağız diyor. Bizdeki genel konsept ne; balık çiftlikleri kirletiyor, mahvolduk. Her Akdeniz ülkesinde, Hırvatistan ile 8 oldu, 5’er bin kişi istihdam yapacağız, dışarıdan balık almayacağız artık diyor AB. Türkiye’deki balık çiftliklerinin düzeldiğini söyleyebiliriz artık, hepsi açık denize çıktılar. Avrupa Komisyonu bunun için kredi desteği sağlıyor ve yönlendiriyor. İşsizlik krizinin önlenmesinde balık yetiştiriciliğini ulaşılması gereken bir hedef olarak gösteriyor AB. Levrek, Çipura, Karides, Kalkan, kültür balıkçılığı ile 40 bin kişinin istihdamı planlanıyor. Kültür balıkçılığı da bizde balık fiyatlarının daha da yükselmesini önlüyor. Türkiye’deki kültür balıkçılığı desteklenmiyor. Toplam yüz bin ton civarında levrek ve çipura yetiştiriliyor yılda. Daha çok Ege’de, toplam sayısı 20’yi geçmez işletmelerin. Küçük işletmeler kapandı. Eskiden yüzden fazla işletme vardı. Ürettikleri balıkların yüzde 70’ini ihraç ediyorlar. AB teşvik ediyor, devlet bizde balık çiftliklerine desteği kesti. Eskiden 1 lira veriyorsa şimdi 10 kuruş. Çok yakında AB ile bu alanda rekabet edemeyecek hale geleceğiz. Bizde çok sayıda su ürünleri mühendisi çalışıyor. Bu insanlar işsiz kalabilir.
Yunusların katili dip uzatma ağı
Mehmet ÇINAR / DHA