Güncelleme Tarihi:
Masal gibi, roman gibi yaşanan hayatlar, aşklar ve olaylar. Ersin Kalkan'ın Aşkın İçinde Aşk Var kitabında yer alan hikayeleri ancak bu şekilde tanımlamak mümkün. Hikáye diyorum ama anlatılanlar kurgu değil, tamamen gerçek.
Kimi gazetede yayımlanmış, kimiyse ilk defa kitapta okurla buluşan gerçek hayat hikayeleri. Bir macera filmini aratmayacak türden hayatlar, değme aşk romanına taş çıkartacak cinsten hikayeler. Akıp giden hayatın içinde yanı başımızda yaşanan ama bizim görmediğimiz, göremediğimiz hayatlara, aşklara dikkat çekiyor Ersin Kalkan. Ve kitap hayatın ve aşkın, en usta kurmacaları, en büyük hayalleri aştığının bir belgesi adeta.
- Kurgu olarak okunabilecek hikayeler bunlar ama hepsi de gerçek. Bu kitabın türü için ne diyebiliriz?
- Aslında Zeki Coşkun bunları ‘‘yaşantı’’ diye bir başlık altında topladı. Yani, ne kurgu ne de hayatın ta kendisi. Şöyle sınıflayabiliriz; hayat üstü az hikaye... Bunlar benim gazeteci olarak gezindiğim hayatların içinde rastladığım, yanından geçerken dokunduğum, uzaktan izlerken rüzgarından etkilendiğim hakiki hayat hikayeleri. Şunca zaman sonra inandım ki, hayat hayallere sığmayacak kadar olağandışı hikayelerle dolu. Ben bunları topladım. Bir kurgu yaparak, daha doğrusu bir kronik oluşturarak okuyucuya sundum.
- Kitapta yer alan öykülerin tamamı gazetede haber olarak yayınlandı mı?
- Hayır, bazı hikayeler ilk defa okuyucunun karşısına çıkıyor. Çünkü uzundu, gündeme denk düşmüyordu, yaşanan ve itibar edilen olayların dışında kalıyordu. Aslında bu kitapta toplanan öykülerin büyük bir bölümü gündem denilen muammanın dışında kalıyor. Ama bir şekilde gazete sayfalarına girmeyi başarıyordu.
- Bazı hikayelerde isim vermeyi, kahramanların fotoğraflarını uluorta kullanmayı reddetmişsin.
Bu hikayeler içinde yer alan ‘‘Dehşet Sokaklarında Yaşanan Aşk’’, ‘‘Badem Çiçeğinin ve Suyun ve Aşkın Sırrı’’ adlı hikayelerde kahramanları takma isimlerle sundum okuyucuya. Fotoğraf yerine de Sabahattin Demiray'ın çizgilerini kullandık. 2002'nin 14 Şubat Sevgilililer Günü öncesiydi. Haber toplantısı yapıyorduk. Adet olduğunca herkes günün anlam ve önemi üzerine öneriler sunuyordu. Ben de tanıklık ettiğim bir hikayeyi naklettim arkadaşlara. Yazalım diye karar verdik. Ne var ki anlatan kişilerin gerçek isimlerini kullanmamız, fotoğraflarını basmamız mümkün değildi. Gerçek olayı fotoroman gibi çizgiyle anlatmaya karar verdik. Hem özel yaşamların didik didik edildiği gazetecilik furyasında çok farklı bir yöntem kullanmış olduk hem de hikayeye çok denk düşen bir sayfa sunduk okuyucuya.
BÄ°RÄ° FÄ°LM OLACAK
- Bu kitapta neredeyse doğaüstü rastlantılarla örülü hayatlar yaşamış kahramanlarla karşılaşıyoruz...
- Evet. Örneğin yaşayan son casus, soğuk savaş döneminin gizemli kahramanlarından biri olan Hüseyin Yıldırım. Ben bu hikayeyi 1997'de Gazete Pazar'da yazdım. Yıldırım o sırada ABD'de hapisteydi. Bir başka hikaye ise, Özbekistan Ana Muhalefet Partisi lideri, büyük şair Muhammet Salih'in hayatıyla ilgili. İki cihan bir araya gelse mümkün olmayacak tesadüflerle dolu bir olay örgüsüyle karşılaşıyoruz.
- Hatırlıyorum, bu hikayeler yayınlandığında çok ses getirmişti. Bir de kitapta yer alan ‘‘Dicle Kıyısında Aş ve Ölüm’’ başlıklı hikayenin yankıları aylarca sürmüş ve uzun metrajlı bir senaryoya da konu olmuştu.
- Söz konusu hikaye de 1997'de yayınlanmıştı. Ali Sürmeli, Yılmaz Erdoğan ve Erkan Can, oturmuşlar dokuz ay boyunca çalışarak bir senaryo ortaya çıkarmışlardı. Dicle kıyısında bir köyde bulunan, bir gül bahçesinin çevresinde yarım asır boyunca yaşanan bu hikaye çok etkileyici. Ama o dönem 'konjonktür' uygun olmadığı için film çekilemedi. Önümüzdeki yıl proje hayata geçecek.
Ä°LK HOCAM CEMAL SÃœREYA
- Yüzlerce haber yaptın ama kitaba sadece bunları koydun. Senin için bu hikayelerin özelliği, bu aşkları ve hayatları farklı kılan neydi?
- Meslek yaşamıma aşkın ve sıkıntının büyük şairinin, Cemal Süreya’nın yanında başlamak benim için bir şanstı. O bana hep bir Çin atasözünü tekrarlardı: Kurbağanın biri kuyunun dibinden yukarıya baktığı zaman gökyüzünü kuyunun ağzı kadar zannedermiş. ‘‘İnsanların çoğu biraz bu kurbağaya benzer’’ derdi, ‘‘her fani, içinde bulunduğu ortamı hayatın bütünüymüş gibi algılar. Oysa dünya, kuyunun dışına adım attığında başlayan yerdir.’’ Bu sözü hiç unutmadım. Gazetecilik bana bütün sınıfların, acıların, aşkların içinden geçebilme olanağını sağladı. İnsanların allayıp pullayıp ortalara döktüğü 'düzeyli ilişkiler'in ortasında en büyük yarayı aşkın aldığını gördüm. İlişkiler artık ayak üstü tüketilenmeye başlandı. Üç sene, beş sene ömür biçildi aşka. Bu konuda ciltler dolusu kitaplar yazıldı. Ben sonsuz aşka hep inandım. Sadece okuduğum eski zaman kitaplarında değil, dolaştığım dünyalarda da şahit oldum bu sonsuzluğa.
- Aşkın ömrü üç-beş seneyle sınırlı değildir demeye mi getirdin?
- Evet, tam da öyle. Önce anlattım insanlara. Sevdiler bu öyküleri ama inanmadılar. Bir masal gibi dinlediler. Ä°nanmadıkları aÅŸktı aslında. Ama aÅŸka olan inançlarını yitirenlerin durmaksızın üşüdüklerini, uykularını, huzurlarını, sessizliklerini kaybettiklerini fark ettim. Çünkü, insan aÅŸka olan inancını kaybederse dünya buz gibi olur. Felekten daha fazla gece çalmak için uykusuzluÄŸa vurur kendini. Ve gürültü yapmaya, kalabalıklar içinde ruhunu kaybetmeye baÅŸlar. Çok iliÅŸki, hiç iliÅŸki olmaya baÅŸlar. Hiç adamlarla, hiç kadınların dansı baÅŸlar. Felsefesi olmayan bir hiçlik içinde yitip gider her ÅŸey. Buna itiraz ettim. En çok da inançsız olanların bu hikayelerden etkilendiÄŸini gördüm. DoÄŸru yaptığımı anladım.Â
Â