Hai Toranaga Japonya İzlenimleri(2)

Güncelleme Tarihi:

Hai Toranaga Japonya İzlenimleri(2)
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 05, 2000 00:00

Özdemir İNCE
Haberin Devamı

Japon mucizesinden Türk mucizesi çıkmaz

Bilime bağlılık, çalışma sabrı ve yazgısını değiştirme bilinci örnek alınabilir ama...

Halk parasını elinde tutuyor

Bir toplantıda önemli bir yöneticiye soruyorum:

- Yerleşim yerleri, tarım alanları ve sanayi kuruluşları içiçe, kucak kucağa. Sanayi kuruluşları, sanayi artık ve atıkları tarım için, insan sağlığı için tehlikeli değil mi?

Yöneticinin yanıtı şöyle:

- Bizde ilkin tarım sanayii gelişti, sonra bildiğimiz sanayii, daha sonra da hizmet sektörü. Bizim ülkemiz küçük bir ülke. Türkiye'nin yarısı kadar. Japonya'nın yüzde 60'ı dağlık ve ormanlık. Bu yüzden başından itibaren çok dikkatli olduk. Konutlarımız çok küçüktür. Ortalama 20-30 metrekare. En büyükleri 50-60 metrekare. Çok azdır bunlar. Sanayi kuruluşlarıyla ilgili sert yönetmelikler var ve bu yönetmelik her yıl daha da sertleşiyor. Bu katı kurallara uymadan sanayii kurmak olanaksız. Bir firma yeni bir yatırıma girerken en büyük payı çevre korumasına ayırmak zorunda.

EMEKLİLİK YAŞI 65

Japonya'da çalışan nüfus hızla yaşlandığı, çalışan nüfusun ödediği primler emekli aidatlarını karşılayamayacak duruma geldiği için, halen 60 olan emeklilik yaşı on yıl içinde kademeli olarak 65 yaşına yükseltiliyor.

Hükümetin de resmen kabul ettiği gibi, Japon ekonomisi dibe vurmuş durumda. Resmi çevreler ekonominin bu durumdan kaynaklanan bir sinerji ile yukarıya tırmanmaya başladığı görüşünde. Ancak sokaktaki adamın böylesine bir tırmanmadan haberi yok henüz. On yıl önce aşırı üretim yüzünden her şey tersine gitmeye başladı. Türkiye'nin tersine, Japon ekonomisi aşırı üretimden, düşük enflasyondan (yüzde 1) mustarip. Japonya'yı yönetenler 1980'den sonra ortaya çıkan bu bunalımı fark edemediler. Ücretler yükseldi, gayri menkul fiyatları her yıl yüzde 50 arttı. Buna karşılık bol para harcayan bir sınıf türedi. Bunun ardından banka iflasları geldi. Buna tepki olarak halk parasını yatırıma yöneltmiyor, elinde tutuyor.

Uzmanlar tarafından bize söylenen bunlar.

Bütün çağdaşlaşma aşamalarına karşın bir Japon ruhu ve davranış biçimi var. Bunun en güzel örneklerinden biri benim genç arkadaşımın kayınpederinin davranışı.

Genç arkadaşımın kayınpederi ünlü bir uluslararası hukuk profesörü üniversitede. Kızı bir Türk genciyle evlenip Tokyo'ya dönünce karşı çıkmamış, sert tepki göstermemiş, gelenekleri öne sürerek kızını reddetmemiş, ama üç yıl boyunca damadıyla doğrudan konuşmamış.

Damadıyla kızını, bir süre sonra da torununu, her pazar günü öğle yemeğine beklemiş, damadının fındık-fıstığını bir kasaya doldurmuş, viskisini sunmuş. Ama damadına değil de kızına sormuş: ‘‘Acaba balık yemek ister mi?’’ Bu üç yıl sürmüş. Üç yılın sonunda damadını yanına alıp terzisine götürmüş ve bir takım elbise kestirmiş.

Genç arkadaşım, ‘‘Kayınpederin onurunu kırmamak için en pahalı kumaşı seçtim’’ diyor. Bu takım elbise faslından sonra kayınpeder damadıyla doğrudan konuşmaya başlamış. Japonlar yabancıları kolay kolay içlerine almıyorlar.

Elbette, ebedi olan ama durmadan değişen, ama değiştikçe gene kendisi olan ve böyle kalan ve gene değişen bir Japon ruhu var. Bu ruh bir maskenin altında gizli. Geçmişe demir atmayı değil, çağının çağdaşı olmayı seçmiş bir ruh. Bu ruhu Japan Tobacco'nun yöneticilerinde sezinler gibi oldum.

GİZLİ JAPON RUHU

Tokyo'da ilk gün iki şey dikkatimi çekti. Otomobillerin direksiyonları sağda. Şoförlerin beyaz eldivenleri var.

Temmuz ayının sonlarına gelmemize karşın okullar hâlâ açık ve kız öğrenciler bahriyeli üniformasına benzeyen giysiler giyiyorlar.

Sokaklarda geleneksel giysiler içinde kimseyi görmedim. Kimono giymiş genç kızlar otelde asansörcü olarak çalışıyorlar. Tokyo'nun eski mahallesinde birkaç satıcı gördüm kimono içinde. Bir kimonolu kadın da lokantanın önünü düzenliyordu.

Kamusal yaşamda tek bir giysi var. Batı'nın giysileri. Başta Japan Tobacco çalışanları olmak üzere, genç kadınların hepsi aşırılığa varmayan Batılı giysiler içinde. Sekreterler film yıldızı adaylarına benzemiyor. Hepsi gizli Japon ruhunun önderliğinde gülümseyerek ve kendilerini öne çıkarmadan görevlerini yapıyorlar.

Japan Tobacco gibi bir devin en üst yöneticilerinde bile ‘‘küçük dağları ben yarattım’’ havası yok. Bizde olan hava ile onların davranışları arasındaki önemli fark bu. Onlarda gizli ruh önde, bizde ise filmlerden ödünç alınmış gösteriş havası.

Şöyle düşünüyorum: Türklerin kendilerini gerçekten tanımaları için Japonları tanımaları gerek! Bu acı verdi bana.

Saatte 300 kilometre hızla yol alan KODAMA süperekspresindeyiz. Kodama süperekspresi Tokyo'dan Shen-Osaka'ya (Yeni Osaka'ya) gidiyor. Arazi müthiş engebeli. Tren bir tünelden çıkıp bir başkasına giriyor. Beş dakikada bir ‘‘güm’’ sesi duyuluyor. İki trenin karşılaşmasının yol açtığı hava patlaması. Arada bir otoyol da görünüyor. Otoyolda neredeyse sadece kamyonlar var. Ama sayıları bizdeki kadar fazla değil.

Turgut Özal'ın deyimiyle bir komünist düzen (!) var Japonya'da. Çünkü demiryolu ağı alabildiğine gelişmiş. Karayollarını savunmak için böyle bir özdeyiş yumurtlamıştı bizim büyük ekonomi bilgini.

Demiryolunun sağında solunda evler, fabrikalar, küçük tarım alanları iç içe. Bu düzen kilometrelerce sürüyor. Küçücük iki katlı prefabrika evler. Elleri yüzleri tertemiz. Bakımlı. Yemyeşil, birkaç yüz metrekarelik tarım alanları. İrili ufaklı, bacalarından beyaz dumanlar tüten fabrikalar. Ve bunların bittiği yerde başlayan ormanlar. Ormanların içinde küçük boyutlu, teraslı tarım alanları. Yanından ve içinden geçtiğimiz yerleşim yerlerinin sokaklarında park etmiş otomobiller yok. Otomobiller belli yerlerde toplu halde bulunuyor.

KÜLTÜR BAKANLIĞI YOK

Tokyo 25 milyon nüfusuyla bir dev gibi soluyor. Bu kente yüksek bir yapıdan baktığınız zaman Japon'a özgü belirgin çizgiler bulamazsınız. Yapılar mimari açıdan çok zevkli. Ama kitlesel olarak Amerika kentlerine ve Avrupa'da Frankfurt'a benziyor.

Tokyo'daki Japon'u görmek için kentin doğusundaki eski kente gitmeniz gerekiyor. Geleneksel Japon kapıları da Pagotalar da orada. Eski kentin kapalı çarşısı bilinen, evrensel ‘‘çarşı’’ özelliğini taşıyor. Ne ararsan var. Ancak satıcılar insanın yakasına sakız gibi yapışmıyor.

Japonya, gitmeden önce, edebiyat, sinema, resim ve müzik aracılığıyla tanıdığım gizemli, gizemi çözümlenmesi gerekli bir ülkeydi. Biraz tadına baktıktan sonra bu gizem daha da arttı. Tarihsel tabandan yoksun olmadığını fark ettiğim Şogun dizi filmini bir kez daha görmek istiyorum. Efsane romancı Yukio Mişima'nın başyapıtı Bereket Denizi dörtlüsünü (Can Yayınları) Kenzaburo Oe'nin, Kawabata'nın Osama Dazai'nin kitaplarını bir kez daha okumak istiyorum.

TÜRKLER'E BENZEMİYORLAR

Japonya elbette sadece Honda, Nikon, Seiko, Sony, Mazda değil. Japon büyük firmaları da sadece sanayi ve ticaret devleri değil, aynı zamanda birer bilim ve sanat koruyucusu (mecene). Kültür Bakanlığı'nın bulunmadığı bu ülkede edebiyat, sanat, tiyatro ve müziğe medya grupları, büyük mağazalar, büyük firmalar arka çıkıyorlar. Honda, Toyota, Yamaha gibi firmalar bir zamanlar doğrudan doğruya kültürel faaliyetleri destekliyorlardı. Suntory gibi bir içki (bira, viski) firması edebiyat ödülü koymuş, ünlü Shiseido ise sinema ve tiyatroyu destekliyordu.

Bunlar benim karıştırdığım eski defterlerden anımsadıklarım. Japon firmaları ile ilişki kuran, dahası evlenen firmalarımızın, bunların kültürel ve sanat misyonlarını da tanımalarında, bu misyonlara Türkiye'de ortak olmalarında sayısız yararlar görüyorum. Çünkü net kârlarının yüzde 15-40'ını bilimsel araştırmalara ayırmayı ilke haline getirmiş bir sanayi ve gelişme modelinin ülkemize bilim ve sanat alanında getirip sunacağı çok şey var.

Bu kısa gezinin kârı şu oldu bende:

Japonlar ile Türklerin hiçbir benzer yanları yok. Bu benzemezlik bence iki tarafı da memnun etmeli. Birbirlerini olumlu yönde, içleri sıkılmadan tamamlayabilirler.

Japon Mucizesi, orta zekâlı insanların zihniyet düzeyinde, Türkiye Mucizesi'ne örnek olamaz. Çünkü bir ada insanı olan Nihon-cin'in (Japon insanı) zihinsel ve ruhsal yapısının, göç yolları üzerinde bir Kavimler Kapısı'nda oturan Toruko-cin (Türk İnsanı)'inkine benzememesi çok doğal. Ve bu çok önemli! Mucize varsa, bunun arkasında özel bir tarih, özel bir coğrafya, özel bir yeryüzü şekilleri, özel bir inanç dünyası, özel bir zihinsel ve ruhsal yapı vardır. Ve mucizeyi özel olan yaratıyor. Ve her ulusun özeli kendine özgü. Bu nedenle, Kenan Evren'in, Turgut Özal'ın, sokaktaki ve kahvedeki adamın ve muhafazakâr hayalcinin sandığı gibi Japon Mucizesi Türk Mucizesi'nin ilham kaynağı olamaz.

Çünkü bir yanda bireyselliğini, bireyciliğini, benliğini silerek toplumsallaşmayı amaç edinmiş Japon insanı, öte yanda çok uzun bir süredir bu modelin tersine beceriksizce öykünen Türk insanı.

Bu karmaşadan geriye bilime inanç ve bilimin önderliğine bağlanma, çalışma sabrı ve dikkati, kendi eliyle yazgısını değiştirme bilinci kalıyor. İşte bu bağlamda Nihon-cin'in etik ve estetiğe olan bağlılığı örnek alınabilir.

Japonya’da gündelik hayatın ekonomisi

Dönüş yolunda rehber ve çevirmenimiz bayan Matsuo'dan Japon gündelik hayatına ilişkin bilgiler alıyoruz.

- Bir üniversite mezununun Japan Tobacco gibi bir firmada aylık maaşı 1.500 dolar civarında.

- 20 metrekarelik bir dairenin aylık kirası 500 dolar. Daire şirkete aitse kira 50 dolar.

- 50-60 metrekarelik üç odalık bir dairenin aylık kirası 1.100 dolar.

- Şirketler, çalışanları için konutlar yaptırıp genel kiranın yüzde 10'u karşılığında kiraya veriyor.

- Çalışanların emekliliğini şirketler düzenliyor.

- Şirketler ne pahasına olursa olsun çalışanlarını işten çıkarmıyor. Bu yüzden çalışanlar arasında iş değiştirmeler çok ender. İş değiştirmeler ancak çok üst düzeyde yöneticiler arasında oluyor.

- Bakirelik hâlâ önemini koruyor, ama bu önem giderek azalıyor. Bu yüzden nikâh yapmadan birlikte yaşamak sıradışı bir olay.

- Kadınlar arasında Batılı kadınlara benzemek için göz ameliyatı yaptıranlar var. Ama çok pahalı.

- Japonya'da biri devletin, altısı özel olmak üzere 7 TV kanalı var. Bu arada bizim arkadaşlardan biri, Türkiye'de yerel ve ulusal olmak üzere tamı tamına 986 TV kanalı olduğunu söylüyor. Örneğin Karabük'te 5 tane yerel kanal varmış.

DÜZELTME

Tekirdağ rakısı hakkında Ergun Sav ile yaptığımız ve 2 Ağustos 200 günü yayınlanan söyleşide, Tekirdağ rakısının 70'lik şişesinin fiyatının 6.5 milyon lira olduğu belirtilmiştir. Halbuki Tekirdağ rakısının 100'lük şişesinin fiyatı 6.5 milyon liradır, düzeltir. Özür dileriz.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!