Güncelleme Tarihi:
Natık Canca anlatıyor
Gazetecilik yaşamımda, tayini çıkan çok az sayıda bürokratın arkasından ‘‘Yazık oldu, haksızlık edildi’’ dendiğini hatırlarım. Hele hele bir polis müdürünün arkasından böyle söylendiğini ise hiç mi hiç hatırlamam.
Antalya'daki olay tayinin başkahramanı Emniyet Müdürü Natık Canca'nın durumu da o hesap... Canca, yediği büyük vurgun sonrası ilk kez bir gazeteciyle böylesine konuştu. Tayinine gerekçe olabilecek noktaları birlikte irdeledi. Sohbetimizi de, ancak gözyaşlarına hakim olamadığı veya telefonu çaldığı zamanlar böldü.
Ve, sonuçta bu sohbetten şöyle ilginç başlıklar çıktı;
Daha nöbet tutabilirdim. Ama, antrenör 'seni dinlendirip yeniden sahaya süreceğim' dedi,
Japonlar şunu söylüyor: Benim üstüm iyi bilir, ben bir gün üst olursam ben de iyi bilirim.
Bir polis örgütü vatandaşın desteğini almazsa başarılı olamaz.
Karakolda insanlara eza edilmez. Bunun vatandaşa gösterilmesi lazım.
Koyu elbise giyene deli gözüyle bakılır diye değerlendirdim.
Bizim adımız soğuk. Bu polisi sıcak ve Antalya'ya yakışır hale getireyim dedim.
Antalya'ya gelirken hayaliniz neydi?
Buraya gelirken bir şey düşündüm. Antalya bir dünya kenti. Türkiye'nin dünyaya açılan penceresi. Allah buraya bütün güzellikleri vermiş. Bu pencerede polis iyi görünürse, polis iyi tanıtılırsa, polisi toplumun her kesimiyle barışık hale getirirsem, bu pencereden polis olarak güzel manzaralar gösterebilirim. Bizim adımız soğuk. Polisi sıcak ve Antalya'ya yakışır hale getireyim istedim. Bir de basın mensuplarına benimle ilgili bir haber yakalarsanız lütfen yayınlayın. Ama yakalayamayacaksınız, çünkü yanlış bir şey yapmadım. Özel hayatıma çok dikkat edeceğim dedim.
Antalya sizi hayal kırıklığına uğrattı mı?
İlk hayal kırıklığım Yat limanı Karakolu'dur. Orası, Kaleiçi'nde bütün turistlerin gezdiği en göz önündeki karakolumuz. O günkü manzara şöyleydi; kırık dökük sandalyeler, muşambanın üzerinde bir demlik, camları kırık bir pencere ve masalar bozuk. İnanılmaz kötü bir manzara ile karşılaştım. Aselsan'ın verdiği takoz telsizler vardı. Karakol amirine, buraya turistler geliyor mu diye sordum. ‘Evet geliyorlar, hatta burada fotoğraf bile çektiriyorlar’ demez mi... Tam bir Cibali Karakolu yani.... Aslında turistlerin çektiği bizim rezaletimizdi. İlk düzenlemesini yaptığım karakol orasıdır.
YÖHETMELİĞE AYKIRI
Bu düzenleme Ankara'nın pek hoşuna gitmedi galiba?
Ben daha sıcak, insanların daha iyi karşılanabileceği karakollar yaratmaya çalıştım. Benim bir iddiam var. İnsanlar mekanlara göre şekil alır derim. Karakolları düzelttiğimiz zaman onun içindeki insanlar da ona göre şekil aldı. Davranış biçimleri düzeldi. Bütün karakolları bu safhaya getirdik ama Emniyet Genel Müdürlüğü'nün bir tefriş yönetmeliği var. Karakollar nasıl olacak, hangi renk olacak, masalar, tabelalar nerede olacak diye... 12 Eylül sonrası çıkmış, o döneme göre çağdaş ama 2000'li yıllara göre pek de çağdaş sayılamayan bir kurallar dizisiydi bu yönetmelik. Biz bu yönetmeliğin dışına çıktık. Renkler, tabelalar değişti. Müfettişler bir denetim yaptı. Dediler ki, ‘‘Bu karakollar yönetmeliğe uygun değil. Ancak çok güzel. Yönetmeliğin buna göre değişmesi lazım.’’
Bu değişiklik vatandaşın gözündeki karakol imajını etkiledi mi?
Karakollarda işkence yapılıyor diye iddialar var. Karakollarda işkence yapılmadığını biz ne kadar söylersek söyleyelim, yavrusu oraya düşen anne ve baba, karakolda ne oluyor diye düşünüyor. Bunu silmemiz lazımdı. Ben de karakolda her yerin görünür olmasını sağladım. Şimdi baba karakola geldiği zaman oğlunu görebiliyorsa rahatlıyor, ‘Burada bir şey olmaz’ diye düşünüyor. Karakolda insanlara eza edilmez. Bunun vatandaşa gösterilmesi lazım.
VATANDAŞ DESTEĞİ
Karakolları yenilirken ekonomik sıkıntı çektiniz mi?
Bir polis örgütü, vatandaşın desteğini almazsa başarılı olamaz. Bir anımı anlatayım; Demircikara Karakolu'nun tamiratı ile uğraşıyoruz. Her gittiğimde Bayram bey adında birini görüyordum. Ben onu inşaat işçisi zannediyordum. Oysa, o mahallede 80 tane apartmanı olan bir adammış. Yapma yaa dedim bizim komisere... Çağırdım Bayram'ı, dedim ki hayırdır. Dedi ki; ‘‘Benim burada çok yerim var. Kat karşılığı verdim. Bu karakolu da çok seviyorum. Gelip onlara yardım ediyorum’’ dedi. İşte, bu tipik bir vatandaş katkısıdır.
Vatandaş size her aradığında ulaşabiliyor muydu?
Telefonum hiçbir zaman susmadı. Bütün basın mensuplarına, barodaki bütün avukatlara verdim telefonumu. Sivil toplum örgütlerinden bu tür şikayetleri olacak herkese telefonumu verdim ve bir tek isteğim oldu onlardan. Sabah 4 ile 7 arasında aramayın diye... Çünkü, 3 saat uyumayı düşündüm.
Çok ilginç şikayetler aldınız mı?
Sarhoşun biri emniyetten ev telefonuma ulaşmış gece beni aradı. Sarhoş diye geneleve sokmamışlar, benden içeri girebilmem için yardım istedi. Ben de ayıl ve ertesi gün git, seni içeri alırlar dedim.
ÜZÜCÜ 2 OLAY
Sizi üzen bir olay oldu mu?
Beni üzen olay tabii ki oldu. Birisi Celal Cankoru'un olayı (Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık mitinginde gözaltına alınıp polis minibüsünde ölen emekli bankacı). O bir talihsizlikti. Allah rahmet eylesin. Bir de, trafik polislerinin ters yola giren bir vatandaşımıza, sokak ortasında yapmış oldukları kötü muamele var.
Bürokratlar siyah veya koyu lacivert giysiler tercih ederken, sizin renkli, kareli kıyafetler giymeniz tepki çekti mi?
Şimdi burası Antalya. Antalya gölgede 50 dereceleri buluyor. Koyu elbise giyene deli gözüyle bakılır diye değerlendirdim. Yazı çok sıcak geçen bir ilde resmi karşılamalarda tabii ki koyu renk takımlar giydim. Ama, günlük yaşamımda daha ziyade Antalya'ya uygun Avrupai giyinmeye özen gösterdim.
Sizin gibi polis olan Atatürk'ün korumalarından babanız yaşasaydı bu tayine üzülmez miydi?
Ben üzülmedim. Tahmin ediyorum, babam da üzülmezdi. O da bu meslekte 40 sene hizmet vermiş. Ben 13 yaşında polis kolejine gittim. Bir şey öğrendim. Bize ne söylenirse, biz o emir karşısında ancak selam veririz. Şimdi de selam duruyorum. Japonlar ise şunu söylüyor: ‘Benim üstüm iyi bilir, ben bir gün üst olursam ben de iyi bilirim.’ Hiçbir burukluğum yok. Bu bir nöbet. Bana dediler ki, ‘Sen git Erzurum’da 3.5 sene, Antalya'da 4 küsür sene nöbet tut' dediler. Şimdi de, ‘Nöbet değişiyor, sen yoruldun’ dediler.
BANA DİNLEN DEDİLER
Peki, yoruldunuz mu?
Yoruldum ama dayanıklıyım. Daha nöbet tutabilirdim. Ama, antrenör, ‘Sen yoruldun, seni dinlendireceğim ve yeniden sahaya süreceğim’ dedi.
Yeniden sahaya sürülecek misiniz?
Zamanı gelince. Bilemiyorum.
Siz valilik mi bekliyordunuz?
Ben söze saza bakmam. Söz, saz beni ilgilendirmiyor. Ben elimdeki evraka bakarım. Elimdeki evrak, başka bir göreve atandığımı söylüyor.
Hedefinizde böyle bir şey var mı?
Ben aktif bir insanım. Yerimde duramam. Babamın anılarını derler kitap da yaparım.
Siyasete atılmayı düşünüyor musunuz?
Gelecek bize ne gösterir, hangi kapılar açılır, hangileri kapanır bilemiyorum. Benim bildiğim bir şey var. Ben iyi bir judocuyum. Bir boşluk bulduğum zaman tekniğimi yapmayı düşünürüm. İyi judocuların zamanlamayı iyi yapması lazım. Onu zaman gösterecek. Açılan kapıya ve zamanlamaya bakarız.
SİYASİLERİN ROLÜ
Siyasiler, valiyi, emniyet müdürünü avuçlarının içine almak isterler. Böyle yaklaşım oldu mu? Görevden alınmanızda siyasilerin rolü var mı?
Herkes böyle bir şeyler söylüyor. Ama, benim görev yaptığım 50 aylık süre içinde kaç hükümet değişti. Samimi olarak söyleyeyim, hiçbir siyasi partinin milletvekili veya parti başkanı, ilçe parti başkanı veya ilçe yönetim kurulu üyesi ile tartışmam olmadı. Bunun sebebini de söyleyim. Prensiplerimin sınırlarını çizdim ve hiç kimseyi reddetmedim, dinledim. Ve onların anlayabilecekleri şekilde olurları ve olmazları söyledim. Bu olurları ve olmazları yaparken de A partisindeki olurlarımla B partisindeki olurlarım arasında fark olmadı. Tavrımı değiştirmedim.
Tayininizin gerekçesi Antalya kaynaklı değil öyle mi?
Bunun Antalya'dan kaynaklanmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Vali beyle aranız nasıldı?
Gayet iyiydi. Tayin olayını kendisine söylediğim zaman şok oldu. Uyumlu bir çalışma yapmıştık kendisiyle.
ŞİMDİ DE KONUŞMAM
İlk dönemler gerginlik var gibiydi
İnsanların birbirlerini tanımada zamana ihtiyaç var. Biz ilk 10-15 günlük dönemde birbirimizi tanıdık. İki pehlivan gibi birbirimize baktık. Anladık ki, uyum içindeyiz, aynı frekanstayız.
Sayın Tantan, Antalya'ya ilk geldiğinde siz Çin'deydiniz. Bunun merkeze alınmazıyla ilişkisi olabilir mi?
Beni Çin'e gönderen sayın Tantan'dır. Aynı dönemde Antalya Turizm Güvenliği Toplantısı organize edildi. Çin'e gitmemeyi düşündüm. O zaman diplomatik bir skandal olacaktı.
Sayın bakan, size yönelik konuşma yasağı getirdi mi?
Biz emniyetçiler olarak konuşma özürlüyüzdür. Biliyorsunuz emniyetle ilgili bir şey sormadığınız zaman sürekli konuşurum. Ama polislikle ilgili birşey sorsanız şimdi de konuşmam.