HAFIZA(SIZLIK)

Güncelleme Tarihi:

HAFIZA(SIZLIK)
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 28, 2003 18:54

Le Monde Diplomatique’in ağustos 1997 sayısında yayımlandı Edouardo Galeano’nun bu yazısı. Kesip saklamıştım. Sık sık dönüp okuduğum, beni çok etkileyen bir yazı. Güney Amerika “demokrasileriyle” Türkiye’nin kaderi birbirine benziyor. Soner Yalçın’ın Binbaşı Ersever’in İtirafları’nı okumadan önce, Reis’i hatırlamak ihtiyacı duydum, sayfalarını şöyle bir çevirdim. Ve toplum hafızamızın ne kadar zayıf olduğunu, alt tarafı 20-25 senelik bir tarihimizi bile hatırlamaktan, basın olarak hatırlatmaktan aciz olduğumuzu ve katilleri nasıl baştacı ettiğimizi görünce... Bu yazıyı sizinle paylaşmak istedim. İspanyolca’dan Fransızca’ya, Fransızca’dan Türkçe’ye biraz kaybetti, ama lafzına değil ruhuna bakın... (doktordanhaber.com sitesinde yayımlanmış bir yazıdır, biraz uzun ama değer.)

Haberin Devamı

HAFIZA(SIZLIK)

Hatıralar yakılabilir, alıklaştırılabilir, geçmişin izleri sinilebilir. Ancak hafıza, canlı kaldığı müddetçe, tarihi hayran hayran seyretmektense sürdürmeye teşvik eder insanı.

Edouardo Galeano (Le Monde Diplomatique, Ağustos 1997)

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

SAKATLANMIŞ HAFIZA

“Aslanların kendi tarihçileri olmadıkça, av hikayelerinde avcının başarıları anlatılacaktır.” (Afrika atasözü)

İktidarın hafızası hatırlamaz, aklar. Ayrıcalıkların miras yoluyla devamını kabul eder, zalimlerin işledikleri suçların cezasız kalmasını mümkün kılar, gerçekleri insanın gözünü yaşarten bir içtenlikle gizleyen söylemlerine mazeretler bulup çıkarır.

Bir iki kişinin hafızası herkesin hafızasına dönüşür. Ama tepeleri aydınlatan bu meşale, dibini karanlıkta bırakır. Güney Amerika’nın resmî tarihinde zengin, beyaz, erkek ve asker olmayanların yeri yoktur : geri kalanların yeri, Hollywood’un figüranları gibi, geri plandır. Bunlar, her devrin görünmez insanları, bu panayır aynasında yüzlerini görmek için bekler dururlar. Bilmezler ki o tarihte yerleri yoktur.

İktidarın hafızası sadece, kendini kutsallaştıran seslerin sonsuz tekrarını duyar. “Sesi çıkmayanlar” aslında en yüksek sese sahiptirler ama asırlardır suskunluğa mahkûm edilmiş, sanki bu role alışmış gibidirler.

Elitizm, maçoluk, militarizm gibi ayıplar, bizim var olmamızı ve hatırlamamızı engeller. Toplu hafıza, en iyi tarafları baltalanarak, cüceleştirilir; toplum hafızası, zalimlerin kendilerini övmelerine hizmet eder.

* * *

KIRIK HAFIZA

“Çünkü kader bir hokkabaz gibidir, sana bir yeri gösterir ve hop saklayıverir.” (Ebubekir bin Serim, Sevilalı şair, 13.yy)

İnsanları alışverişe iten tüketim kültürü, sattığı ne varsa, çabucak eskitir, modasını geçirir : malların modası geçer, piyasaya yenileri çıkar, onlar da kısa ömürlü olur. Tüketim ayinlerinin merkezi olan shopping center’lar çağımıza hâkim olan mesajın en iyi sembolüdür:  bu tüketim mabetleri zamanın ve mekânın dışındadır, yaşı, kökü ve zerre kadar hafızası yoktur. Bunun gibi mesajları dağıtmanın en iyi yolu da televizyondur.

Televizyon bizi, anında unutulmak için yaratılmış görüntülere boğar. Her görüntü bir öncekini gömer ve bir sonraki tarafından yok edilir. İnsanî hadiseler de, tüketim malları gibi, kullanıldığı anda ölür. Hiçbir haberin diğeriyle bağlantısı yoktur, kendi geçmişinden ve diğerlerinin geçmişinden kopmuştur. Zaping çağında, bilgi fazlası, bilgisizlik üretmektedir.

Okul ve medyalar gerçeği anlamamıza ve hafızamızı yenilemize, en zarif tabirle, hiç mi hiç yardım etmez. Tüketim kültürü, sürü kültürü, sürekli “bu olaylar yaşanır, çünkü yaşanması lazımdır” fikrini aşılar bize. Kökünü kökenini bilemediği için, mevcut zaman geleceği kendi tekrarıymış gibi algılar, yarın yeni bir bugünden ibarettir : dünyanın, toplumların insanî duygularını zedeleyen eşitlikten uzak düzeni, sonsuz düzenin bir parçasıdır, haksızlık da bizim ya kabul etmemiz, ya da ... kabul etmemiz gereken bir kader.

İktidar, işlediği cinayetlerin aklanmasını temin eden geçmişten başkasına tahammül edemez, dokunulmazlık için hafızasızlık gerekir, unutmak, hafıza kaybı zorunludur. İnsanlar ve memleketler karaya toslar, kimileri batar çünkü hayat cezadan ve mükafattan ibarettir, güçlüyü teşvik eder, zayıfı cezalandırır. İğrençliklerin başarı olarak pompalanabilmesi için, hafızayı kırmak gerekir: Kuzey’in hafızası Güney’inkinden kopar, birikmeyle talan farklı farklı şeylerdir, bolluk maldan mülkten edilmeyi fark etmez bile.

Kırık hafıza bizi, zenginliğin fakirlikten sorumlu olmadığına, yaşanan acıların, asırlardır, binlerce senedir, mutluluğun bir bedeli olmadığına inanmaya zorlar. Ve  bizi, boyun eğmek zorunda olduğumuza inandırır.


* * *

ATEŞE ATILAN HAFIZA

“Şeytan bir daha insanları aldatamasın diye...” (1614’te yerlilerin millî çalgısı olan flütlerin – quenas – ve bütün müzik aletlerinin yakılmasını emreden Lima Başpiskoposu’nun sözleri.)

1499, Gırnata :
Başpiskopos Cisneros Müslümanlar’a ait bütün kitapları ateşe attı. İspanya’daki sekiz yüz yıllık islam kültürünün yazılı tarihi kül oldu gitti.

1562, Mani - Yucatan : Papaz Diego de Landa Mayalar’a ait bütün kitapları yaktırdı. Amerika’daki sekiz yüz yıllık Maya kültürünün yazılı tarihi kül oldu gitti.

1888, Rio de Janeiro : İmparator Pedro II, Brezilya’daki kölelikle ilgili tüm belgeleri ateşe attı. Köle ticareti denilen iğrenç uygulamayla ilgili üç buçuk asırlık yazılı tarih kül oldu gitti.

1983 Buenos Aires : General Reynaldo Bignone, Arjantin’in askerî diktatörlüğünün yürüttüğü “kirli savaş” ile ilgili bütün belgeleri yaktırdı. Sekiz yıllık askerî vahşetin yazılı tarihi kül oldu.

1995, Cuidad - Guatemala : Generaller, Guatemala’daki askerî diktatörlüğün yürüttüğü “kirli savaş” ile ilgili bütün belgeleri ateşe attırdı. Kırk yıllık askerî vahşetin yazılı tarihi kül oldu.

* * *

DAYANIKLI HAFIZA

“Olmadan önce neredeydim peki?” (Beş yaşında bir çocuğun annesine sorduğu.)

Tarih tekerrür mü eder, yoksa, söylediklerini anlamaktan aciz olanları tövbe ettirmek için mi tekrarlanır? Dilsiz tarih olmaz. İstediğin kadar yak, kır, aldat, insan hafızasını susturamazsın. Geçen zaman, bugünün damarlarında atmaya devam eder, bugün bunu bilmese de, istemese de.

Kutsal Engizisyon’un ateşinde yanan bütün bu kitaplardan, bütün o insanlardan öyle güçlü bir enerji yayılır ki... İspanya’da bugünkü değişiklikleri mümkün kılan hoşgörü ve çoğulculuk enerjisidir bu.

Kolomb öncesi Amerika’nın sesleri, bin kere boğulmuş sesleri, birlikte yaşamı, tabiatla barışık yaşamı anlatan sesler, yeniden yankılanıyor ve günümüz Amerikası’nın yıkılmaz zannedilen duvarlarında gedikler açıyor.

Brezilyalılar tarihlerinin en unutturulmaya çalışılan dönemini yeniden keşfediyor : Palmares Krallığı’nın direnişini. Firarî zenci kölelerin yüz yıl boyunca kırktan fazla askerî taarruzu püskürtmeyi başardığı bu küçük özgürlük köşesinin gerçeğini. Ve bu kayıp hafızanın üzerine, ulusal gururlarının en manidar sembolünü yükseltiyorlar.

Arjantinliler, unutmayı reddettikleri için düne kadar “Mayıs Meydanı’nın çatlakları” diye horgörülen annelerin, akıl sağlığının gençek sembolü olduğunu nihayet anlıyorlar.

Ve Guatemala’da, kendini yenileyen bu ülkenin sembolü artık Rigoberta Menchu’dur, yıllardır Devlet terörü adına işlenmiş cinayetlerin unutulmaması için mücadele eden yerli kadın.


* * *

KÖTÜ HAFIZA

“Hafızası o kadar zayıftı ki, kötü bir hafızası olduğunu unuttu ve artık herşeyi hatırlıyor.” (Ramon Gomez de la Serna)

Unutkanlık, iktidar açısından, çok sağlıklıdır. İktidara kalsa, hem kurbanlarının anneleri delidir, hem de, kendi aletleri, yani cellatları da, eğer geceleri sivri sinek dışında bir sebepten uyku tutmuyorsa, onlar da analar gibi zır delidir. Vicdan denilen ve azap üreten bu rahatsız edici bezle doğan insan sayısı azdır. Ama böyleleri de çıkar arasıra: Arjantin ordusunda görevli Yüzbaşı Scilingo, otuz mahkumu canlı canlı denize attığı günden beri, geceleri kafayı çekmeden ve lexotanil içmeden uyuyamadığını itiraf ettiğinde, komutanları bir psikiyatra görünmesini sağlık vermişlerdi, delirdiğini söyleyerek.

Arjantin hükümeti, yarım yüzyıl önce işledikleri insanlık suçlarından yargılanmak üzere birçok eski Nazi subayını Avrupa’ya iade etti. Halbuki aynı günlerde, çok daha yakın bir tarihte insanlık suçu işlemiş Arjantinli subaylara methiyeler düzüyor, dokunulmazlık tanıyordu. Hafıza ve adalet, Latin Amerika ülkeleri için bir lüks müdür? Sonsuz bir yalanla yaşamaya mahkum muyuz? İktidarın gözünde hafıza düzensizlik demektir, adalet de intikam. Daha düne kadar askerî diktatörlüklerce yönetilen Latin Amerika ülkelerinde, demokratik düzen ve ulusul uzlaşı adına dokunulmazlık kanunları çıkarıldı. Bu kanunlar sadece geçmişi değil adaleti de gömüyor. Uruguay’da, 1989’da dokunulmazlıkları kaldıran bir kanun referanduma götürüldüğünde, insanlar, kamuoyunu korkutan ve referandumda “Evet” çıkması halinde felaket olacağını söyleyen resmî propagandaya kandılar. Hafızayı yıkamak, beyin yıkamak: üniformalıların işlediği suçları cezalandırırsak, hatta cezalandırmaya kalkarsak, şiddet geri gelir, tarih tekerrür eder. Barışın tek şartı unutmaktır, denildi.

Halbuki tecrübe, gerçeğin bunun tam tersi olduğunu gösterdi. Tarihin tekerrür etmemesinin tek şartı, geçmişi asla unutmamaktır; dokunulmazlık suçu teşvik eder, suçluyu cesaretlendirir. Ve suçlu, çalan, ırza geçen, işkence eden ve öldüren suçlu Devlet ise ve kimseye hesap vermezse, insanların ırza geçmesine, çalmasına, işkence etmesine ve öldürmesine yeşil ışık yakmış demektir. Ve bunun bedelini, er veya geç, demokrasi öder.

İktidarın dokunulmazlığı, hafızasızlığın çocuğu, suç okulunun öğretmenidir. Milyonlarca Latin Amerikalı çocuk bu okula devam etmektedir. Öğrenci sayısı her gün artmaktadır.


* * *

YAŞAYAN HAFIZA

“Affet beni dostum! Seninle gelmek isterdim ama daha yapılacak çok işim var.” (Boslon Vadisi’nde toprağa verilen Jorge Lopez’in yakın bir dostunun mezar başındaki sözleri.)

Gerçekten canlıysa, hafıza, tarihi hayranlıkla seyretmekle yetinmez, tarihi yazmaya teşvik eder. Müzelerde sıkılan garip hafıza, nefes aldığımız havada yaşar. Ve hava da bizi içine çeker. Hafıza da bizim gibi çelişkilidir. Asla durup dinlenmez. Bizimle birlikte, bizim gibi değişir. Yıllar geçip biz değiştikçe, yaşadığımız, gördüğümüz, duyduğumuz şeylerden hatırladıklarımız da değişikliğe uğrar. Ve genelde, arayınca neyi nasıl bulmak istiyorsak, hafızamıza öyle yerleştiririz. Tıpkı bir eve baskın yapan polisler gibi. Mesela, o tatlı nostalji de aldatıcıdır. Bizi tehdit eden bugünün yerine, icat ettiğimiz bir geçmişi tercih etmez miyiz sık sık?  Canlı hafıza zamana atılan demir değildir. Daha ziyade bir mancınık gibidir. Varış limanı değil, kalkış iskelesi olmak ister. Nostaljiyi reddetmez, ama umudu tercih eder, tehlikeleriyle, fırtınalarıyla. Eski Yunanlılar, hafızanın zamanla denizin çocuğu olduğunu söylerlerdi. Yanılmamışlar. 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!