Güncelleme Tarihi:
DEVLET SANATÇISINA SİVİL UĞURLAMA
Pazarı pazartesiye bağlayan geceydi; ‘‘Müsaadenizle çocuklar’’ deyip gidiverdi. Milyonlar, gözyaşları içinde sokaklara döküldü. Ama ne dökülmek! Bu görüntülerle son olarak bundan ikibuçuk yıl önce Galler Prensesi Diana'nın ölümüyle karşılaşmıştık. Şimdi aynısını yaşayan Türkiye, üç gün boyunca, birbirine sarılarak ağladı. Kapısında sabahlara kadar nöbetler tutuldu, notlar yazıldı, mumlar yakıldı. Bütün olanlar gösterdi ki Manço her ne kadar bir Devlet Sanatçısı da olsa, milyonların katıldığı, alabildiğine sivil bir törenle uğurlanıyordu.
Bu toplumda pek çok insanın seveni vardı ve cenazesinde izdiham yaşanabilirdi ama bu kez farklıydı. Bir pop sanatçısı, bunca farklı yaşı, milliyeti, siyasi kesimi biraraya getirebilmişti. Erken vedası nedeniyle duyulan şaşkınlık, giderek yerini ‘‘Bu nasıl bir uğurlama?’’ şaşkınlığına bıraktı. Şimdi soru şuydu: ‘‘Barış Manço nasıl oldu da bu kadar rengi birleştirdi?’’
EH BARIŞ ABİ AŞKOLSUN!
Manço'nun evinin önü, tabutu, mezarı çiçek bahçesine döndü. Cenazesinde görevli polisler, gözyaşlarını gizleme ihtiyacı duymadı. Borsa ona bir dakikalık saygı duruşuyla açıldı. Bankalararası piyasa ekranlarından gün boyu şarkılarının sözleri geçti. Namazını kıldıran imam bile şarkısından alıntılarla okudu duasını. En çok sevdikleri, ‘‘Oku bakayım’’ını ezberleyen minikler, sözler verdi arkasından: ‘‘Sütümü içeceğim, ıspanak yiyeceğim, arabanın önüne oturmayacağım.’’
NASIL BECERDİ?
Reyting Kahramanı değil, Halk Ozanı'ydı,
Hayatında hiç alttan almadı,
Müzik dünyasının ileri rütbeli bir sanatçısı olmasına rağmen Mehmetçik gibi sabah akşam demeden hep bir şeyler üretmek için çalıştı,
Asık yüzlü laubaliler arasında güler yüzlü bir ciddiydi,
Eşi Lale Hanım'dan kapısındaki bekçiye kadar herkese aynı saygı ile yaklaştı,
Türk halkı, gözü kara sevgililerini ayrıca ödüllendirirdi...
Herkese dokundu
Barış Manço'nun ölümünün ardından hafta boyunca hep birlikte ağlayan Türkiye, şimdi de beklenmedik bir şekilde aynı noktada olmasının nedenlerini sorguluyor. Nasıl oldu da bu adam hepimizi; farklı cinsiyetleri, milliyetleri, siyasi eğilimleri, yaş gruplarını, meslek sahiplerini, zenginini fakirini biraraya getirdi? Cumhuriyet gazetesinden Hatice Tuncer'in dediği gibi, belki de ona o kadar alışmıştık ki kimse onu bu kadar sevdiğini bilmiyordu.
Herkes onu çok sevdiği gibi, şarkılarını da ezbere biliyormuş meğer; çünkü tepkiler onun mısralarıyla dile geldi. Gazete başlıkları onun şarkılarından alıntıydı hep; ‘‘Ayrılık geldi başa katlanmak gerek...’’, ‘‘Sevdiğimi son bir olsun...’’ Radikal Yazarı Hakkı Devrim'in yardımcıları üşenmedi saydı; salı ve çarşamba günleri Manço'yu konu edinmiş köşe yazısı sayısı 64'tü, üçü başyazı olmak üzere. Ölüm ve cenaze haberi üç gazetede manşetti. Spotlar, haber cümleleri Barış Manço imzalıydı neredeyse; ‘‘Dağlar'ı ağlatan adam’’, ‘‘Gülpembe tören...’’ Mezarına Gesi Bağları'ndan gelen toprak serpildi. 7'den 77'ye herkes evinin önündeydi. Adam olacak çocuklar, ikinci kahvaltıcılar... Ve tabii gençler; ‘‘Eh Barış abi aşkolsun’’ diye sitem ettiler pankartlarıyla.
Zaman gazetesi, siyah manşetinde, ‘‘Adı kalıcı eserlere konup sonsuza kadar yaşatılsın’’ önerisinde bulunuyor, Cumhuriyet gazetesi onun ‘‘herkesten bir parça olduğunu’’ yazıyordu. Besteci, yorumcu, televizyon programcısı, günümüzün bilgesi, Evliya Çelebi'si, 'düşünür'ü Barış Manço yine yapacağını yapmıştı; giderayak düşünecek birşey bırakmıştı: Nasıl bir adamdı ki bunca farklıyı biraraya getirdi?
GÜLERYÜZLÜ CİDDİ
Hakkı Devrim, bir taksi şoförünün, kendi kendine sorduğu bu soruya şöyle cevap verdiğini yazdı: ‘‘Hiç alttan almadı, hayatında kimseye dalkavukluk etmedi.’’ Kendisi de toplumun, onun dikkatini çekmek için bazı tehlikeleri göze alabilenlere sanki bir ayrıcalık tanıdığı, bu gözü kara sevgililerini ayrıca ödüllendirmek istediği yorumunu yaptı. Sonra da uyardı: ‘‘Birlikte yaşadığımız bu toplu sevgi ve vefa duygusunu daha iyi anlamaya çalışmalıyız. Toplumsal bir uyarı yanı var mı diye düşünmeliyiz’’.
Milliyet yazarı Ali Sirmen ‘‘Barış'a Veda’’ başlıklı Siyaset Meydanı'nda şunları söyledi: ‘‘Bence onu en iyi anlatan sözcük seviye. Barış Manço asık yüzlü laubaliler arasında güleryüzlü bir ciddiydi.’’ Timur Selçuk da onun ait olduğu meslek grubunun şu anda bulunduğu olumsuz çizgiye bir başkaldırı olduğunu belirtti. Mazhar Alanson, ‘‘Müziğin ileri rütbeli bir sanatçısıydı ama bir Mehmetçik gibi gece gündüz çalışır, üretirdi’’ dedi. Turizm Bakanı Ahmet Tan, bir sentez adamı olduğundan dem vurdu.
Radikal yazarı Türker Alkan ise Barış Manço'nun pek ‘‘bizden’’ olmayan uzun saçına ve takılarına rağmen milyonların dostu olmayı nasıl becerdiğini şöyle açıkladı: ‘‘Kimbilir, çocuklara olan sevgisi, şarkılarında kullandığı halk şiiri ve halk müziği temaları, bazen sıradan insanların yaşamını ve duygularını yansıtan şarkı sözleri, kendine özgü mizah anlayışı, yediden yetmişe bütün insanlara söyleyecek birşeylerinin olması ve bunu çok iyi bir dille anlatması.’’
Bir yorum da şu olabilir mi? Herkesi biraraya getirebilme başarısı, kişiliğinin de yansıdığı işinde, dillerde dolaşan o şarkıları yaratabilmesinde yatıyor: ‘‘Domates, biber, patlıcan satıcısı’’ üzerine; nane limon kabuğu, hatmi çiçeği, aynalı kemer, eşekler, kol düğmeleri üzerine; lambayı söndürmek, Ali'nin yazıp Veli'nin bozması, kız alıp vermek üzerine; hala kızı Zehra ve en önemlisi Sakız Hanım'la Mahur Bey aşkı üzerine, başka kim bu kadar güzel şarkı yazabilirdi ki!
Göründüğü gibiydi
‘‘Bir insanı tanımak istiyorsanız onunla seyahate çıkın’’ derler. Nilüfer Ülkügüner Chuit, yedi sene boyunca Barış Manço ile dünyanın her yerini gezen belgesel ekibindeki asistanı. ‘‘Havaalanlarının dili olsa da konuşsa! Gündüzleri deli gibi çalışır, çok yorulurduk. Oradan oraya koşardık. Akşam olduğunda çok iyi bir masa arkadaşı olurdu. Fıkraları, taklitleri ile ekibini neşelendirirdi.’’
İki sene önce Kuzey Kutbu'nda çekim yaparlarken güneşin batışına tanık olmuşlar. ‘‘Bak Nilüfer’’ demiş Manço, ‘‘gün batıyor, belki de hayatımızın en güzel günlerini yaşıyoruz.’’ Onun ölümünü bir anne baba ölümünden farksız görüyor Chuit. ‘‘İçinden çıkılamayacak bir sorunda hemen gidip danışırdım. Ama kendi bir sorunu olduğunda gidip yardım aldığı insan yine kendisi olurdu. Bu anlamda yalnız bir insandı diyebilirim.’’
‘‘Barış Bey, çayınıza kaç şeker alırsınız derdim. ‘Sen parmağını batır, çayım tatlanır şekerim' diye cevap verirdi. Böyle kibar, centilmendi. Hanımların ceketlerini tutar, kapılara kadar geçirirdi.’’
Barış Manço, Nilüfer’in ve yanında çalışan diğer insanların gönlüne girmeyi bildi. Peki Türk halkının gönlüne nasıl girdi: ‘‘İdeal özellikleri vardı. Bir kere toplumun değer yargılarına çok saygılıydı. Eşi Lale Hanım'dan kapısındaki bekçiye kadar herkese aynı saygı ile yaklaşırdı. Çocukların asla kandırılamayacağını bilirdi, onlara da saygı gösterirdi. Son derece alçakgönüllü idi ve karşısındakini dinlemesini bilirdi. Sonra şarkı sözleri çok anlamlıydı. O sözlerle insanlara ulaştı.’’
Nilüfer, bunları anlatırken bir noktanın altını çiziyor: ‘‘Kamera önünde nasılsa gerçek yaşamında da öyleydi. Tam da milyonların onu, televizyon programlarından, şarkı sözlerinden, röportajlarından tanıdığı gibiydi.’’
Arkadaşım eşşek, arkadaşım devlet başkanı, arkadaşım sokak çocuğu
Barış Manço son yıllarda herhangi bir plak, kaset ya da CD listesinde birinci oldu mu? Herhangi bir gece kulübünde olay çıkarttığını duydunuz mu? Adının bir aşk dedikodusuna karıştığını hatırlıyor musunuz? Albümlerinin kasetlerinin milyonlar sattığını gördünüz mü? Hepsinin cevabı ‘‘Hayır’’ olacak kuşkusuz. Peki, o zaman sevgili Barış'ın cenazesinin ardından yürüyen yüzbinler, ağlayan milyonlar nereden çıktı? Geleneklerine ters olduğu halde Tokyo Büyükelçiliğimize giderek başsağlığı dileyen, gazetelerine haberler yapan Japonlar’a ne demeli?
Demek oluyor ki; star olmak, milyonların kalbinde taht kurmak ‘‘Rating’’ demek değil. Doğal karizması olanlar Barış Manço gibi, 7' den 77' ye milyonları ardından günlerce ağlatıyor. Düşünün ki çocuklarına, torunlarına saç uzattırmayan analar, babalar, nineler, dedeler uzun saçlı Barış'ın ardından yürüdüler. O Barış ki, büyükle büyük, küçükle küçük oldu, hiç kendini zorlamadan. Başka kim yaratabilirdi, söyleyebilirdi; ‘‘Nane Limon Kabuğu’’ ya da ‘‘Domates Biber Patlıcan’’ ya da ‘‘Arkadaşım Eşek’’ şarkılarını? Bu şarkıları yalnız çocukların değil, kocaman insanların da dilinden düşmedi. Hele alfabeyi sevdiren ‘‘Oku Bakayım - Ayı’’ şarkısını söylemeyenimiz kalmadı. Ondan başkası bu şarkıları söylese arkasından teneke çalarlardı ama Barış omuzlarda taşındı.
Barış'ın en büyük özelliği, halktan biri olma özelliğini ölümüne kadar hiç kaybetmemesiydi. Köşkleri, antikaları, Tatil köyleri, malı, mülkü onun umurunda olmadı. Devlet başkanları da, sokak çocukları da onun arkadaşı oldular. Kendi sırça köşküne çekilip, hayranlarıyla arasına duvarlar ördüğü hiçbir döneminde görülmedi. 36 yıllık yakın arkadaşlığımda onun ağzından hiçbir meslekdaşının aleyhinde tek söz duymadım. Kendisi aleyhinde konuşanlara ise yalnızca gülüp geçerdi.
İşte bunun içindir ki; Barış Manço bir ‘‘Rating kahramanı’’ değil, 7'den 77'ye gerçek bir ‘‘Halk ozanı’’ idi ve öyle de kalacak.