Haberin aslı ideolojik gazeteciliği rezil eder

Güncelleme Tarihi:

Haberin aslı ideolojik gazeteciliği rezil eder
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 13, 2002 21:07

Geçtiğimiz 28 Haziran'da Vakit, Milli Gazete ve Yeni Şafak gazeteleri aynı manşetle çıktılar. Kanal 7 Televizyonu da aynı olayı ekranlarına getirdi.

Hastasından başörtüsüz fotoğraf isteyen kurum İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi olduğundan ve kurumun en tepesindeki rektör Kemal Alemdaroğlu da başörtüsüne karşı tavizsiz kararlılığı ve caydırıcı yasaklarıyla tanındığından İslamcı yayınlar tereddüt etmemişler, iddialarını manşetlere taşımışlardı: 71 yaşındaki rahim kanseri hastası Medine Bircan Emekli Sandığı karnesindeki başörtülü fotoğrafı yüzünden tedavi edilmeyip ölüme terk edilmişti. Oysa bu haberin ciddi bir arkaplanı vardı.

İslamcı basının yazdığına göre Medine Bircan, başörtüsü nedeniyle hemodiyalize alınmamış, başı açık fotoğrafı gelene kadar tedavi edilemeyeceği söylenmişti. Hatta tedavisi yapılmayıp evine gönderilmiş ve evinde vefat etmişti.

Ne yazık ki basında zaman zaman ideolojik tutumun haberi bastırdığı durumlarda olduğu gibi haberin arkası hiç de bu değildi. Evet, Bircan'dan başörtüsüz resim istenmiş ancak bu arada tedavisi de kesintisiz sürmüştü. Hasta Acil Dahiliye Kliniği'nde yatarken beş kez hemodiyalize girmişti. Geri çevrilmemişti. Yani ölüm nedeni başörtüsü değildi.

İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi, ortaya koyduğu belgelerle hasta Bircan'ın tedavisinin öldüğü ana kadar eksiksiz sürdürüldüğünü kanıtladı. Fakültenin bilgisayar kayıtlarına göre, tedavi edilmeyerek ölüme terkedildiği iddia edilen hastanın tedavisi 10 Haziran'dan öldüğü 26 Haziran'a kadar aralıksız sürdürülmüş, 26 Haziran'da şok ve şuur kapanmasından sonra solunum ve kalp durması sonucu İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Dahiliye Kliniği'nde vefat etmişti. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı'ndan mülkiye başmüfettişini olayı soruşturmakla görevlendiren Devlet Bakanı Nejat Arseven de soruşturma sonucunu ilk açıklayan resmi yetkili oldu ve ‘‘Bircan'ın tedavi edilmediği iddialarının tamamen asılsız olduğunun anlaşıldığını’’ söyledi.

Olayı inceleyen İstanbul Tabip Odası da yaptığı açıklamada ‘‘Araştırmamızda meslektaşlarımızın etik değerlere aykırı ve ayrımcılık içeren herhangi bir tutumu olmadığı görüldü. Hastanın, hastalığının önlenemeyen ilerleyişi nedeniyle kaybedildiği anlaşıldı. Bütün özverili çabalara karşın haksız suçlamalara hedef olmak ise bu mesleğin acı yönü’’ diyerek, belgelerle çok sayıda başörtülü hastaya sağlık kurulu raporunun verildiğine işaret etti.

Zaten Medine Bircan'ın oğlu Mustafa Bircan da annesinin tedavisinin yapıldığını belirterek, ‘‘Sözlerim çarptırıldı. İddialar yalan’’ diyordu. Hatta olayı protesto etmek üzere Fatih'ten hastaneye yürüyerek olayı protesto etmek isteyen türbanlı bir gruptan iki kişiyle görüşen Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Deniz Sargın olayın aslını belgelerle anlatmış, onlar bunu dışarda bekleyen gruba aktarınca sessizce dağılmışlardı.

SEKRETER İŞGÜZARLIĞI!

Ama iddiaların bir parçası olan başörtüsüz fotoğraf isteme olayı doğruydu ve maalesef olayın bu cephesinde bir komedi vardı. Hastanın oğlu Mustafa Bircan, Mazlum-Der'e gönderdiği dilekçede bu olayı şöyle anlatıyordu: ‘‘Dahiliye doktorları nefroloji raporu çıkınca bizi taburcu edeceklerini ve tedavimize evde devam edebileceğimizi söylediler. Rapor için müracaat ettiğimizde, annemin başörtülü fotoğrafının olmayacağını, saçlı kabul edeceklerini, bu emrin hükümet tarafından genelgeyle kendilerine bildirildiğini söylediler. Annemin yatakta, sondalı olduğunu, konuşmakta zorluk çektiğini söyledimse de ellerinden birşey gelmediğini belirttiler. Ona bu muameleyi layık görenleri Allah'a havale ediyorum.’’

Ancak hastanın başını açık gösteren fotoğrafı ısrarla isteyen doktorlar değil, Nefroloji kliniğindeki ‘‘işgüzar sekreterdi’’ ve ‘‘haddini aşıyor’’du.

Dekan Erzengin, ‘‘Sağlık karnelerinde başörtülü fotoğraf kullanılmamasıyla ilgili genelge sadece İstanbul Üniversitesi personelini kapsıyor. Hastaneye başvuran diğer hastalara yönelik değil. Ama nefroloji kliniğinde hastanın çehresini gösteren resim istemişler. Aslında ağır hastanın yakınından böyle bir resim istemek niye? Hasta yakını hasta derdinde... Ama insan faktörü? Ne yaparsınız?’’ diye bu zor durumu açıklıyor.

Konuyla ilgili soruşturma yaptıran Devlet Bakanı Arseven de sonucu açıklarken, ‘‘Nefroloji bilim dalında bazı hasta karnelerindeki fotoğraflarda simaların net olarak seçilememesinden kaynaklanan usulsüzlükleri önlemeye yönelik, sağlık raporlarına yapıştırılmak üzere simayı açıkça gösteren fotoğraf istenmesi bazı görevliler tarafından amacını aşan taleplere dönüştürülmüş. Münferit uygulamaların dışında hastanede halen tedavi gören kadın hastaların birçoğu için düzenlenen sağlık raporlarında, başı örtülü fotoğrafların bulunduğu görüldü’’ diyordu.

Peki personelin bu ‘‘had aşması’’ cezasını buldu mu? Erzengin, hastanın başı açık fotoğrafını ısrarla istediği için Nefroloji Kliniği'ndeki sekreter M. M.'yi soruşturmaya aldıklarını söylüyor: ‘‘Ben, yardımcım ve bilim dalı başkanı ayrı ayrı sekreteri soruşturduk. Artniyetli olmadığını saptadık. Klinikte daha önce başkalarının karneleriyle tedavi yaptıranlar belirlendiği için aşırı hassasiyet göstermişti. Çalışkan bir eleman ve artniyeti olmasa da yanlışından ötürü uyardık’’ dedi.

104 BAŞÖRTÜLÜ HASTA

Nefroloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ergin Ark'a göre de sağlık kurulunda kullanılacak resimlerin tereddütlere yer vermeyecek şekilde olması gerekiyordu ve bu yüzden de ‘‘Hasta Medine Bircan'ın yakınları hastalarının durumu ve içinde bulundukları üzücü ortam nedeniyle bu durumu algılayamadılar.’’

Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Deniz Sargın karneler çok suiistimal edildiğinden dikkatli davrandıklarını anlatıyordu: ‘‘Sağlık Kurulumuz son iki ayda 104 başörtülü Emekli Sandığı hastasına raporunu, başörtülü fotoğraflarıyla verdi’’ dedi.

İslamcı basının yayınlarının birçok kötü sonucu olabileceğini söyleyen Prof. Dr. Sargın, ‘‘Bu yayınlar bizi çok yaraladı. Şimdi başörtülü hastalar en ufak bir beklemede ya da sorunda kasıt bulunduğunu sanabilirler’’ dedi. Haklıydı. İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi'nin daha bahçe kapısından başlayarak, kliniklerde, servislerde yüzlerce başörtülü hastanın olduğu aşikardı. Onları tedirgin etmenin yeri yoktu. Ama başörtülü, başörtüsüz tüm hastalara bu güveni verecek olan yine kendileri yani hastane yönetimiydi. Bunun için de siyasi çevrelerin en fazla kaşıdıkları başörtüsü gibi konularda tüm personellerine en ufak bir ‘‘had aşma’’ aralığı bırakmamalı, bu tür spekülasyona yol açacak davranışları da başta Rektör Alemdaroğlu cezalandırmalıydı.

Çıplak ya da çarşaflı her hastaya bakarız

İstanbul Üniversitesi'nin iki hastanesi her gün hiçbir ayrım yapılmaksızın başörtülü hastalar da dahil 120 bin hastaya sağlık hizmeti veriyor. Bircan ile ilgili çıkan yayınlar, hak, adalet ve insafla bağdaşmaz biçimde sürdürülüyor. Hastanelerde özverili çalışan doktorlarımızın, tıp etiğine ve Hipokrat yeminine uymayan ve hepsinden önce insanlıkla bağdaşmayan böyle bir uygulamayla suçlanmaları büyük bir iftira. Kirli bir komplo. Hastası ölümcül olan Mustafa Bircan'ın hastaneye gizli kamerayla gelmesi de bunun bir kanıtı. Bu konu tamamen, üniversitemizin laik Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığını tehdit eden bazı görüşlerle mücadelesiyle ilişkili. Maalesef ölümcül kanserli bir hastamızın durumu saptırılarak kullanılıyor. İddialarla ilgili TBMM ve Başbakanlık İnsan Hakları komisyonları ile Sağlık Bakanlığı, İstanbul Valiliği, Sağlık Müdürlüğü ve İstanbul Tabip Odası konuyla ilgili soruşturma yapıyor. Sağlık Bakanlığı'na bağlı olmadığımız halde, bakanlık müffettişlerine bilgi verdik. Bakanlığın, ‘‘ihmal yok’’ diye, açık seçik soruşturma raporunu açıklamasını bekliyoruz. Mini etekli, mayolu, çıplak, çarşaflı veya burkalı her hastaya din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı yapmadan bakarız.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!