Habercilikte üç günah

Güncelleme Tarihi:

Habercilikte üç günah
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 14, 1998 00:00

Haberin Devamı

UNESCO Uluslararası Bioetik Komitesi Başkanı Noelle Lenoir şöyle diyor: ‘‘Etik, yalnız filozofların ve ahlakçıların işi değildir. Etiğin hukukla birleşmesi, bu yüzyıl sonunun sosyolojik olaylarından biridir. Bilim ve teknolojiler her an yepyeni hukuk sorunları yaratmaktadır. Bilgi de bilim gibi son derece hareketli hale gelmiştir. Bu yüzden bilgi akışı karşısında yurttaşların haklarını savunacak komisyonlar oluşturulmaktadır...’’

Artık hukuk insanların haklarını savunmaya yetmiyor. Her meslek kendi iç denetimini sağlayarak hukukun yarattığı boşluğu doldurmak zorunda. Bu mesleklerden biri de habercilik. Habercilikte bütün dünyada mahkum edilen başlıca üç haber çeşidi var: Uydurma haber, saptırılmış haber ve doğrulatılmamış haber. Dünyada yaşanan son örneklerle görelim.

UYDURMA HABER

Bu ‘‘haber türü’’, gazetecinin hayal dünyasında oluşur. Ne olay, ne de kişiler gerçektir. İlk meşhur örnek, ABD'de Washington Post Gazetesi'nin siyah kadın muhabiri Janet Cooke'un Pulitzer Ödülü kazanmasını sağlayan bir haberiydi. Janet Cooke 9 yaşında bir eroinmanı anlatıyordu. Haberin baştan sona uydurma olduğu anlaşılınca işinden oldu.

Geçen mayısta New Republican Dergisi'nde çalışan 25 yaşındaki Stephen Glass'ın haberi ilk bakışta ilginçti. 15 yaşında bir bilgisayar dahisi bir şirketin sistemine girmiş, ücret bordrolarını ele geçirmiş, şirketin yöneticilerine postalamıştı. Şirket yöneticileri çok etkilenmişler, 15 yaşındaki çocuğa bilgisayarcı olarak iş teklif etmişlerdi. Delikanlı muhabir Stephen Glass'a neler demişti neler! ‘‘Daha fazla para istiyorum. Disneyland'e seyahat istiyorum. Playboy dergisine ömür boyu abonelik istiyorum!’’ Yazı yayınlandı. Bir süre sonra herşeyin yalan olduğu anlaşıldı. Ne böyle bir bilgisayar dahisi, ne böyle bir şirket vardı, ne de bu olaylar olmuştu... Tabii Stephen Glass işinden atıldı.

Bir ay geçmeden Boston Globe Gazetesi'nde 44 yaşında bir kadın yazarın şehir haberlerine ayırdığı köşesinde bir ‘‘özür notu’’ yayınlandı. Patricia Smith şöyle diyordu: ‘‘Köşemde zaman zaman istenilen etkiyi yaratmak için var olmayan insanlarla söyleşiler yaptım... Gazeteciliğe biraz bulaşmış herkesin bildiği gibi bu, gazeteciliğin en büyük günahlarından biridir: Uydurmayacaksın. İstisna yok. Mazeret yok.’’ Tabii bu yazı bir istifa (daha doğrusu işten atılma) yazısıydı.

Bu yayınların tümünde de esas sorumlu olan, haberleri gerektiği gibi değerlendirmeyen editörler okuyucudan af dilediler.

Bu haberleri yazanlara gelince, gazeteci yerine romancı, öykücü olsalar mesele kalmayacaktı!

SAPTIRILMIŞ HABER

İşte bu ‘‘haber türü’’, en sinsi, saptanması en zor gazetecilik günahı. Çünkü ortada görünür bir yalan yok. Yalnız okuyucu ve izleyiciye dayatılan bir bakış açısı var. Üstelik, ‘‘gerçeğin aynası’’ olarak görmeye alıştığımız görüntüler bile (fotoğraf, film) saptırılabiliyor. Paris Nanterre Üniversitesi'nde haber fotoğrafçılığı dersleri veren gazeteci Edgar Roskis, fotoğrafın nasıl kullanıldığını şu örnekle anlatıyor:

‘‘17 Kasım 1994'te L'Express Dergisi kapağına şu başlığı attı: Başörtüsü. Komplo. İslamcılar içimize nasıl sızıyor? Fotoğraf Sygma Ajansı'na ısmarlanmıştı. Genç bir ‘‘müslüman’’ kızdı bu. Aslında bir modeldi. Profesyonelce makyajlanmış, bir 'çarşafa' bürünmüştü; ama bu çarşaf, ünlü modacı Dior ucuz hazırgiyimci Tati'ye ne kadar benziyorsa, o kadar çarşafa benziyordu. Genç kadın (liseli bir müslüman kızdan başka herşeyi andırıyordu) komplo tezine yüzünü kiralamıştı. Burada bir fotomontaj söz konusu değil: Bir stüdyo, bir stilist, özel bir fotoğraf, biraz para. Saptırmayı kim farketti? Hiç kimse.’’

Tabii bundan daha açık saptırmalar da var. Televizyon montajı çok şey başarabiliyor. Bu tür montaja en çok kurban giden de, hiçbir Batılı televizyonu protesto etmeye tenezzül etmeyen Küba lideri Fidel Castro. İki kez onunla ‘‘özel’’ ve ‘‘uydurma’’ söyleşi yapıldı. Birincisini on yıl önce Fransız televizyonunun en ünlü yıldızı Patrick Poivre d'Arvor (kısaca PPDA) gerçekleştirmişti. Castro'nun genel bir basın toplantısına katılmış, adamın konuşmalarını filme çekmiş, toplantı dağılınca salonda tek başına kameramanının karşısına geçip uygun soruları sormuştu. Sonra da kendi sorduğu sorularla Castro'nun sayısız gazetecinin sorularına verdiği yanıtları güzelce makaslayıp montajlamış, ‘‘özel bir Castro röportajı’’ çıkarmıştı ortaya.

Geçen ay ünlü bir İngiliz televizyoncu aynı günahı işledi. Küba'dan Castro'nun filmlerini istedi, araya kendi soru soran sahnelerini ekleyip mis gibi bir söyleşi çıkardı. Carlton TV'de gösterilen bu filmle ödül bile aldı...

YANLIŞ HABER

Bir haberi yayınlanacak hale getirmenin kuralları var. Bunlara uyulmadığı zaman, haber ‘‘aslında’’ doğru bile olsa, gazetecinin elinde bunun kanıtı olmadığından kolaylıkla yalan damgasını yiyebiliyor.

Son örneğini, CNN ve Time'ın ortaklaşa yaptığı ‘‘Vietnam Savaşı'nda sinir gazı’’ haberinde gördük. Ünlü muhabir Peter Arnett başkanlığındaki bir haber timinin aylarca uğraşarak hazırladığı haber özetle şöyleydi: Vietnam Savaşı'nda bazı Amerikan askerleri ordudan kaçmış, komşu Laos'taki bir Vietnam göçmen kampına sığınmıştı. Onları cezalandırmak için Amerikan genelkurmayı ‘‘Tailwind operasyonunu’’ düzenlemiş, harekata katılan Amerikalı askerler, ordudan kaçan arkadaşlarına sinir gazı atmışlardı...

CNN ve Time bu haberi verdikten sonra Amerikan genelkurmayı haberin ‘‘tümüyle yalan’’ olduğunu iddia etti. CNN üzerinde büyük baskı oluşturuldu. CNN'in avukatı Flayd Abrams'ın yaptığı araştırma, haberin yalan olduğunu kanıtlamadı; ama haberin yapılış tarzının yanlış olduğunu gösterdi. Gazetecilerin konuştuğu kişiler güvenilir tanıklar değildi. Bunlardan biri, 83 yaşındaki Amiral Morris olayı ikinci elden anlatabiliyordu ancak. Öbür tanık Üsteğmen Von Burkisk ise operasyona katılmakla birlikte 1983'te yazdığı konuyla ilgili kitapta sinir gazından hiç bahsetmemişti.

Haberi yapan ve işten atılan iki yapımcı April Oliver ve Jack Smith, haberin doğru olduğunu iddia ediyor, ama kanıtlayamıyor!

Bir haber doğru da olsa yapılış tarzı yayınlanmasını engelleyebilir; aksi halde binbir sorun çıkar ortaya. Son örnek önceki hafta ABD'de Cincinnati Enquirer Gazetesi'nde görüldü. Gazeteci Michael Gallagher, ünlü Çikita muzlarını üreten şirket hakkında bir röportaj yayınladı. Habere göre şirket plantasyonlarda böcek ilacı kullanıyor, Kolombiya'da rüşvet dağıtıyor, Honduras'ta sendikalı işçilerin köylerini yıktırıyor, hayali şirketler kuruyordu. Gallagher Pulitzer Ödülü'nü kazanmayı umuyordu. Ama kazanamayacak. Çünkü Çikita şirketi onu ‘‘yasadışı yollarla telefon dinlemek’’, ‘‘belge çalmak’’ ve ‘‘söylenti yaymakla’’ suçladı. Ve sonunda gazete birinci sayfasından yayınladığı yazıda, şirketten özür diledi, ayrıca Çikita'ya 10 milyon dolar tazminat ödedi.

Haber doğruydu belki. Belki de gazete şirketin yaptığı baskılara dayanamayarak teslim oldu, muhabirinin arkasında duramadı. Ama medyanın yalancılıkla suçlandığı bir ortamda kurunun yanında yaş da yanıyor.

Muhabirin yükselişi ve düşüşü

CNN muhabiri Peter Arnett'in meslek hayatı, son 25 yıldır gazeteciliğin seyrini olduğu gibi yansıtıyor. Bugün 63 yaşında olan Peter Arnett, gazetecilikte adını 1970'lerin başında Vietnam Savaşı'nda Associated Press Ajansı'nın muhabiriyken duyurdu. Vietnam Savaşı, Amerikan medyasının parladığı, gazeteciliğin tarafsızlık, bağımsızlık, cesaret ve özveri gibi erdemlerinin ortaya çıktığı, prestij kazandığı bir dönem. Peter Arnett asıl ününe Körfez Savaşı'nda CNN'in Bağdat'taki muhabiri olarak kavuştu. Ama bu savaşta medya çok değişmişti. Artık ne tarafsız, ne bağımsız, ne cesur, ne de özveriliydi. Amerikan ordusu büyük bir sansür uyguluyor, televizyonlarda yalnız onun çektiği görüntüler görülebiliyordu. Peter Arnett de bir otel odasından ‘‘Bağdat'a bombalar atılıyor’’ demekle yetiniyordu. Sıkı bir medya eleştirmeni olan Ignacio Ramonet'nin deyişiyle ‘‘o sırada Bağdat'ta bulunan yüzbinlerce insanın söyleyebileceğinden daha fazlasını söylemiyordu’’, yani gazetecilik filan yapmıyordu! CNN ve Time için yaptığı son ‘‘sinir gazı’’ haberi ise Peter Arnett'in (ve gazeteciliğin) ne hale geldiğini gösteriyordu. Haber CNN tarafından yalanlanıp özür dilendikten sonra, haberin yapımcıları, Peter Arnett'in yardımcıları April Oliver ve Jack Smith işten atıldılar. Arnett ise paçayı şimdilik kurtardı. Savunması ilginçti: Aylar süren haber soruşturmasında kendisi yalnız iki röportaj yapmıştı, Time'da çıkan yazıyı kendisi yazmamıştı, imzası şöhretinden yararlanmak için konulmuştu. Arnett bunu çok normal karşılıyordu. Halbuki bütün mesleklerde geçerli bir etik kuralını çiğniyordu: Yapmadığın işe imzanı atmayacaksın. Attınsa ya işini savunacaksın ya da yanlışını itiraf edeceksin. Ve iş ortaklarını yarı yolda bırakmayacaksın...






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!