İlk kez günışığına çıkartılan ayrıntılar, farklı bir Yılmaz portresi koyuyor ortaya. Bu portreyi şekillendiren tarihsel ve siyasal arka plan da yer alıyor kitapta. Bildirici, sorularımızı cevaplandırdı.
Kitabı yazmaya ne zaman karar verdiniz, yazarken ne gibi güçlüklerle karşılaştınız?
- Tansu Çiller'in yaşamöyküsünü anlattığım ‘‘Maskeli Leydi’’yi okuyanlardan gelen sorular üzerine o günlerde karar verdim. O günlerden itibaren belge-bilgi toplamaya başladım. ‘‘Hanedanın Son Prensi’’ üzerinde asıl olarak son iki yıl yoğunlaştım. İki yılda yaklaşık 200 kişiyle konuştum. En büyük güçlük Mesut Yılmaz'a ulaşmak oldu. 1999 seçimleri öncesinde görüşüp isteğimi iletmiştim ama sadece bir kez Ocak 2000'de görüşebildim. Birkaç kez daha görüşecektik, öyle söz vermişti. Ama olmadı. Turgut Yılmaz ve Berna Yılmaz ile görüşerek o açığı kapatmaya çalıştım.
HOCAYA PERGEL FIRLATTI
Bir gazeteci olarak sizi heyecanlandıran ayrıntılar neler oldu?
- Yılmaz'ın 19 yıllık siyasi yaşamıyla ilgili olarak perde arkası birçok olayı kitaba yansıttım. Fakat beni asıl heyecanlandıran siyaset öncesiyle ilgili yeni bilgiler oldu. Çünkü bu kadar yıldır sahnede olmasına rağmen Yılmaz'ın yaşamöyküsü yeterince irdelenmemişti. Oysa siyasetçi olarak davranış modelini çözebilmenin yolu kişiliğinin oluştuğu yılları bilmekten geçiyor. O nedenle Avusturya Lisesi’nde Türkleri aşağılayan Alman hocaya pergel fırlatması, dolmakalemin ucunu kırarak yazması, Rutkay Aziz ile arkadaşlığı, amcasının Názım Hikmet ile arkadaşlığı ve tabii ailesinin geçmişi ile ilgili ipuçlarını öğrenmek beni heyecanlandırdı.
Kitaba başlamadan önce zihninizde mevcut olan Mesut Yılmaz imajı, kitap bittiğinde nasıl bir değişime uğradı?
- Görünen fotoğrafın arkasında daha eğlenceli bir Mesut Yılmaz var. Siyaset sahnesinde gördüğümüz kadar nobran değil günlük yaşamında.
BERNA YILMAZ'A İKTİDAR ETKİSİ Birkaç kelime ile özetlemeniz gerekirse, Mesut Yılmaz'ı en iyi ifade eden kavramlar neler olabilir?
- Son satırı tamamlayana değin Stefan Zweig'ın Fouche portresi gözlerimin önünden gitmedi...
Çarpıcı bir değişim de Berna Yılmaz'da gözleniyor; bu değişimi neye bağlıyorsunuz?
- Evet, Berna Yılmaz 1983'te siyasetten, protokolden, şatafattan uzak durmayı yeğleyen, özetle söylemek gerekirse spot ışıklarının altında olmaktan hoşlanmayan bir kişilikti. 2002'ye geldiğimizde spotlardan hoşlanan,
seçim meydanlarında en az eşi kadar sahnede kalan bir Berna Yılmaz çıktı ortaya. Tabii bu değişimi ben iktidar etkisine bağlıyorum.
Kitap, Mesut Yılmaz üzerinden bir tarihsel dönemi de anlatıyor; bilinçli bir tercih miydi bu?
- Bu kitabı yazarken ‘‘Maskeli Leydi’’yi hep masanın üzerinde tuttum. İki kitabın hem dönemsel olarak, hem de son dönem siyasi yaşamda etkili iki aktör olarak da birbirini bütünlemesine özen gösterdim. Kaldı ki, Çiller ve Yılmaz kişilikleri, önce birbirlerine karşı kimlikler olarak ortaya çıkmasına rağmen, sonra terazinin olmazsa olmaz iki kefesi haline gelmişti. Nitekim sonunda ikisi de aynı dönemde siyasetten çekilmek zorunda kaldılar. ‘‘Hanedanın Son Prensi’’nin birinci özelliği bu. İkinci özelliği de bir biyografi olduğu kadar, bir yakın tarih çalışması da. Baştan itibaren böyle planladım. Ancak böyle bir çalışmayla hem Mesut Yılmaz'ı doğru anlatabileceğimi, hem de 1983-2002 dönemini bütünselliği olan bir çerçevede yazabilirim diye düşündüm. Şöyle söyleyebilirim, Mesut Yılmaz'ın yaşamöyküsünün izinden giderek, Turgut Özal'ı, ANAP'ı ve dolayısıyla 1983-2002 dönemini önemli siyasi olayların perde arkasıyla aktardım. Okuyucu Mesut Yılmaz'ı okurken, Beyaz Enerji, Mavi Akım, Budapeşte, Türkbank gibi önemli dosyaları da içinde barındıran bir öyküyü kronolojik bir çizgi halinde ve bir bütün olarak izleme şansına sahip olacak. İşte bu ‘‘Maskeli Leydi’’den ayrıldığı nokta. Orada neredeyse bütünüyle Çiller kişiliği üzerine eğilmiştim.
OTOBİYOGRAFİ YAZILMALI Bizde biyografi son yıllarda önem kazanmaya başladı; siyasi tarih açısından biyografilerin önemi konusunda neler söyleyebilirsiniz?
- Son yıllarda önem kazanmaya başladığı doğru. Fakat bir noktayı hatırlamakta yarar var. Cumhuriyet'in ilk döneminde biyografik çalışmaların yanısıra otobiyografi de yaygındı. Sonra arada bir kopukluk oluyor ve bu alışkanlık kayboluyor. Dilerim biyografilerin önem kazanmasıyla birlikte otobiyografiler de yaygınlaşır. Gördüğüm, konuştuğum hemen her siyasetçiye, bürokrata aynı şeyi söylüyorum: ‘‘Sizin bireysel tarihiniz sadece size ait değil. Yaşadıklarınız aynı zamanda bizim, hepimizin, ülkemizin tarihi. Yazmak ya da anlatıp yazılmasını sağlamak zorundasınız.’’ Buna inanıyorum gerçekten.
Çakıcı'nın mesajını Eyüp Áşık aktardı
Yılmaz ailesi, dört ay kadar önce yaşamını yitiren sevgili dostları Feyyaz Tokar'ın kızı Serra'nın düğününe hazırlanıyordu. Öğle saatlerinde Turgut'un telefonu çaldı. Arayan Devlet Bakanı Eyüp Aşık'tı. Telaşlı bir sesle konuşuyordu.
- Kendine dikkat et bugün Çakıcı seni vurduracak.
Turgut, şaşırdı ancak soğukkanlılığını kaybetmedi. ‘‘Eyüp, Alaattin ile görüşüyorsan selam söyle. Benim yerim yurdum belli. Burada kendisini bekliyorum. Hiç heyecanlanma’’ dedi, telefonu kapattı. Hemen ağabeyini aradı. ‘‘Kardeşim bu nasıl üsluptur’’ dedi ve Aşık ile konuşmasını aktardı:
- Bakan yaptığın adam, beni arıyor 'Seni öldürecekler' diye. Beni mi araması lazım? İçişleri bakanını mı, Emniyet müdürünü mü araması lazım? Bu aptalca bir iş değil mi? Yılmaz, ilgileneceğini söyleyip yatıştırdı kardeşini. Akşam, Karaköy Liman Lokantası'ndaki nikáhta buluştular. Polis, lokanta ve çevresinde yoğun güvenlik önlemleri almıştı. 13 Aralık 1997'deki bu düğünden sonra Çakıcı'nın yakalanması çabaları yoğunlaşacaktı.
975 marklık loto kuponunun parasını Şadan Tuzcu'ya ödetip onu nasıl işletti?Galatasaray'ın UEFA Kupası için B.Dortmund ile yapacağı maçı izlemek üzere Almanya'ya gittiğinde de Yılmaz, loto oynamadan edemedi. Maçtan sonra milletvekilleriyle birlikte kentte dolaşırken girdikleri kitapçıda loto oynanıyordu. Loto kuponlarını gören Yılmaz, hemen alıp doldurmaya başladı. ANAP Genel Muhasibi Şadan Tuzcu kitap alıyordu. ‘‘Ben yatırırım’’ dedi. Bunun üzerine Yılmaz, birkaç kupon daha doldurup verdi. Kuponu yatırmaya giden Tuzcu, kasadaki rakamı görünce kıpkırmızı oldu, ‘‘975 mark.’’ İnanamamıştı, bir daha sordu. ‘‘Yanlış olmasın.’’ Kasiyer kız sert bir bakış fırlatıp aynı rakamı tekrarladı. O sırada Yılmaz, biraz geride durmuş gülerek seyrediyordu olanları. Cimriliğiyle tanınan Tuzcu, kuponu getirince dalga geçti.
- Nasıl para ödettim sana ama? Merak etme çok para kazanacağız.
Türkiye'ye dönene kadar da sürdürdü bu espriyi. Tuzcu, onca para harcadığına mı üzülsün, yoksa alay edilmesi için malzeme verdiğine mi yansın, bilemedi. Aradan iki ay kadar geçmişti ki Tuzcu'nun partideki telefonu çaldı. Almanya'dan, loto görevlisi olduğunu söyleyen bir bayan arıyordu. Tuzcu heyecanlanmıştı, hemen aldı telefonu. ‘‘300 bin mark kazandınız. Mesut Yılmaz'a nasıl ulaşabiliriz’’ dedi telefondaki bayan.
Bir an diyecek söz bulamadı. 975 markı kurtarmıştı sonunda. ‘‘Ben Mesut Yılmaz'a
haber veririm’’ diyerek kadının verdiği başvuru telefonlarını ve adresi aldı. Zaten az sonra Yılmaz'ın konutuna yemeğe gidecekti. Alelacele hazırlanıp çıktı. Yolda giderken de kafasında kurdu, olanları Yılmaz'a nasıl anlatacak, kupon parasını nasıl isteyecek hepsini tek tek planladı.
Salona girdiğinde ne görsün, Yılmaz ve Cavit Kavak başta olmak üzere orada bulunanların hepsi gülmekten kıpkırmızı olmuşlar, kendisini görünce güçlükle ciddi havaya bürünmeye çalışıyorlardı. Belliydi hallerinden. O an anladı Tuzcu yine işletildiğini. Yılmaz, Almanca bilen sekreterlerinden birine aratıp geçmişti yine dalgasını.
Kolu çıkmış sarkıyordu, yürüyüp Şişli Eftal'e gitti
2 Ekim 1982'de Şişli'de karşıdan karşıya geçiyordu. Belediye otobüsünün geldiğini görmemişti. Aniden omuzuna yediği darbeyle savruldu. Kendini toparlayınca sızlayan sağ omuzuna baktı. Gözlerine inanamadı. Kolu çıkmış, sarkıyordu. Hiç telaşlanmadı, etrafta biriken kalabalığa, otobüs şoförünün telaşlı haline aldırmadı. Soğukkanlı bir halde yürüyerek doğruca Şişli Etfal Hastanesi'ne gitti. Hastane çok kalabalıktı. Bir türlü koluna bakacak doktor bulamadı. Ancak o zaman Ali'ye (Bars) telefon edip yardım istemeyi akıl etti. ‘‘Ufak bir kaza oldu, Şişli Etfal'deyim atla gel.’’ Ali hemen atlayıp gitti hastaneye. Otobüs şoförünü göremeyince şaşırdı. ‘‘Sana çarpan adam nerede?’’ dedi. ‘‘Şoförü gönderdim’’ derken yüzü acıdan buruştu. Mesut'un perişan halini gören Ali, onu alıp hemen Amerikan Hastanesi'ne götürdü. İki profesör gördü omuzunu. İkisi de görüş birliği içindeydi: 24 saat içinde ameliyat olmazsan kangren olursun. Kolun kesilir. Ameliyat olursan da normale dönme şansın yüzde 40'tır.