Güncelleme Tarihi:
100 muhteşem kadın
GEÇTİĞİMİZ cumartesi günü, ABD'deki W1 müzik kanalı, Rock'n'Roll tarihinin en büyük 100 kadın sanatçısını seçti.
5 saat süren programı neredeyse ekrana yapışarak izledim.
Bu bir eglence programı değildi.
İnsan gücünün ve emeğin yarattığı harikaların teşhiriydi.
‘‘Şimdi nasıl bir albüm yapsam da tutsa’’ kaygısından uzak, acıyla, sevinçle, baş kaldırmayla, aşkla, nefretle yoğrulmuş şarkıları yaratan ve bunları olağanüstü bir duygu yoğunluğuyla yorumlayan 100 kadının toplum tarafından taçlandırılmasıydı.
Bu programı izlerken bir kez daha gördüm ki müzik, sadece bir eğlence aracı değil, aynı zamanda dünyanın sosyal ve politik gelişimini yansıtan bir olgu.
1950'li yıllardan başlayıp günümüze kadar uzanan popüler müzik akımlarına yer veren programda, her sanatçının sosyal ve politik kimliği gözler önüne seriliyor.
Janis Joplin'in ‘‘Savaşma, seviş’’ sloganı, acıyla haykıran sesinde yankılanıyordu. ABA'nın (Agnetha ve Frida) naiv şarkıları, 70'li yılların romantik ve ütopik hayallerini anlatıyordu.
Joan Baez'in dünyada barış ve özgürlük arayışı, tüylerimizi ürpertiyordu. Pat Benatar, Joan Jett ve Alanis Morisette'in ‘‘Biz, kadın olduğumuz için sadece cicili bicili sözleri söylemek zorunda değiliz. Gerçekleri anlatır, gerektiğinde küfür de ederiz’’ tarzı, feminist söylemin belki de en çarpıcılarındandı.
Sinead O'Connor, kazıdığı kafasıyla ve şarkılarıyla, 90'ların aradığını bulamamış, kızgın genç kadınını yansıtıyordu.
Zencilerin Tanrı'ya yakaran insanüstü sesi, Gospel'in Tanrıçası Aretha Franklin, yıllar sonra ‘‘A Rose Is Still A Rose’’ (Gül Her Zaman Güldür) adlı şarkısıyla, günümüzdeki çarpık kadın erkek ilişkisine değiniyordu. (Amerikalılar, Franklin için ‘‘Tanrının sesi’’ diyorlar.)
Beş saat boyunca sanatçılar ve parçaları bana, yıllar önce çocuk kafasıyla anlamaya çalıştığım politik çalkantıları, beni şekillendiren sosyal etkileri, büyüme sancılarını, isyanları, başarıları, başarısızlıkları, mutlulukları tekrar yaşattı.
Ekran karşısında kendimi birkaç kez ağlar yakaladım.
Sonra kahkahalarla güldüm.
Hani derler ya, hayatım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti.
Çünkü ben, o 100 kadının hemen hemen 50'siyle büyüdüm.
Mega düğün
HER ne kadar Marian Salzman'ın dört gözle beklenen kitabı ‘‘Trends For The Near Future’’de (Yakın Geleceğin Trendleri) şirketlerin ileride küçülme yoluna gideceği anlatılıyorsa da şu sıralar şirket evlilikleri hızla çoğalıyor. (Bu kitap, ABD'de 13 Eylül'de piyasaya çıkacak. Daha sonraki yazılarda bundan bahsedeceğim.)
Bu evliliklerden en çok sözü edileni kuşkusuz, geçtiğimiz salı günü imzayı atan iki medya devi VIACOM ve CBS.
MTV Networks, Showtime, Paramount Studios, Blockbuster Video, Simon & Shuster ve UPN şirketlerinin sahibi VIACOM, CBS'i 37 milyar dolara satın aldı. CBS'in sahip olduğu şirketler ise şunlar: CBS Television, Infinity Broadcasting, CBS Cable, CBS Entertainment, CBS Sports.
Şimdi federal düzenleyicilerin onayı bekleniyor.
VIACOM'un kanalları, çok genç izleyiciye hitap ederken CBS, daha yaşlı kesimi ekrana çekiyor.
Bu durumda iki şirketin birleşmesi, pazarın büyük bölümünü kapmasını sağlayacak.
Yasalar ve sorunlar
GEÇTİĞİMİZ aya kadar ABD'de, her pazar (eğlence, haber, spor vs.) birden fazla TV kanalına sahip olmak yasalara aykırıydı.
Federal Komünikasyon Komisyonu, bu yasayı değiştirdi ve iki kanala kadar izin verildiğini açıkladı.
Ancak bir şartla: Kanallardan birinin sıralamalarda en fazla 4'e girmesi gerekiyor.
Bu kararın hemen arkasından birleşme geldi.
Yalnız bazı sorunlar göze çarpıyor:
1 Yasalara göre bir holdingin kanalları, toplam izleyicinin yüzde 35'inden fazlasına sahip olamaz. Oysa bu iki holdingin toplam seyircisi yüzde 41.
Bu durumda bazı kanalları satmaları gerekiyor.
2 Ayrıca bir holdingin, iki TV şirketine sahip olması da yasak. Bu durumda VIACOM'un UPN şirketi de büyük ihtimalle satılacak.
Anlaşılan şirket evlilikleri de normal evlilikler gibi sorunsuz olamıyor.