Günde bir ayakkabı eskiten başkan

Güncelleme Tarihi:

Günde bir ayakkabı eskiten başkan
Oluşturulma Tarihi: Mart 09, 2002 15:22

Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Kadir Erdin, Trakyalı bir ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Liderlik özelliği öğrencilik yıllarında ortaya çıktı. Yaşamının büyük kısmını özel ders vererek geçirdi. Futbol tutkusu nedeniyle çocukluk ve gençlik yıllarında günde bir ayakkabı eskitiyordu. Başarı grafiği gittikçe yükselen ilginç yaşam öyküsü ile sayfalarımızın konuğu oldu.

Prof. Dr. Kadir Erdin 1947'de Kırklareli'nde, ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Tütün işiyle uğraşan anne babanın yanında büyüyen ve onlara yardımcı olan Erdin, o yılları şöyle anlatıyor:

‘‘Tütün işi zor, yorucu ve zahmetliydi. Her aşamada göreve çağrılırdım. Babamın mesleğini sürdürecekmişim gibi yapılan işleri ayrıntısına kadar sorup öğreniyordum. Babam da yılmadan bu sorularım karşısında her şeyi anlatırdı.‘‘

ÖĞRENCİYKEN HEP LİDERDİ

Bu yıllarımda okul, bizim için ve babamın eğitime verdiği önem açısından değerli yıllardı. Okullar açıkken kesinlikle okul dışı etkinliklere işler dahil yer verilmez, iyi öğrenci olmamız istenirdi. Aslan burcu olduğum için hocalar beni hep farketti. Lider olma kişiliğim beni sınıf başkanı yaptı. Spor saatlerinde kaptandım. Hocalara yakın ama arkadaşlarla dayanışma içeren görevler veriliyordu.

Ortaokul sıralarında resimlerim beğenilirdi. Ders kitapları ve okuduğum kitaplardaki resimlere bakarak yeniden çizerdim. Biyoloji derslerinde tahtaya şekilleri ben çiziyordum. Sonra anladım ki, tahtaya çizdiğim ve doğada olan birçok şeyi tanımıyorum. Eğitim sınıfta başlayıp, sınıfta bitiyordu. Matematik derslerine olan ilgim, ilkokul sıralarında çözdüğüm problemlere örnek üretmekle başladı.

17 kişilik grupla fen bölümüne başladım. Bizim için şanstı. O yıllarda dahi herhangi lisede 17 kişilik bir sınıf yoktu. İyi bir eğitim aldık. Burada matematik, uzay geometrisi, analitik geometri gibi konuları araştırma ve farklı çözüm bulma yarışı sürdü. Zaman zaman hocalarla problemim oldu. ‘Neden adam gibi çözmüyorsun?‘ sorularını sorarlardı. Benim düşüncem ise, doğrunun tek olmadığı, doğruya ulaşmanın başka yolları olduğu yöndeydi.

PABUÇ KONTROLÜ

Babam, bize ayakkabılarımızın eskimemesi için top oynamamız gerektiğini tembihlerdi. Her gün pabuç kontrolü yapardı. Meşhur marka spor ayakkabılarını alamıyordum. Ancak, çalışınca aldım. O kadar uzun süreyle maç yapmışım ki, ayaklarımın yere bastığını hissetim. Ayakkabımın altı yok olmuştu. Ancak, babamdan korkmadım. Çünkü, ayakkabının parasını ben vermiştim, sahibi bendim. Babama hesap vermedim. Bir günde ayakkabı eskitmiştim.

Lise basket takımında oynuyordum. Yerel takımlardan birinde futbol oynadım. Atletizm yaptım. Lise birinci sınıfta okullararası atletizm yarışmasında, yüksek atlama şampiyonu oldum. Madalya verdiler. Eve koşarak gittim. Annemin bana sarılıp, kutlamasını bekliyordum. Ama altı çocukla uğraşan annem, bunu önemsemedi.

DERSLER LİSE SONDA BAŞLADI

Lise son sınıfta daha alt sınıftaki öğrencilere matematik dersi veriyordum. Bu benim için ekonomik özgürlüğün başlangıcıydı. Üniversite yıllarını düşünerek Edirne Öğretmen Okulu'nun yaz aylarında öğretmen yetiştirme kursuna katıldım. Öğretmenlik yetkilerini aldım. Üniversite sınavı sonrası okurken benim için önemli olan bursu Orman Fakültesi'nin hemen vermesi üzerine, tüm fakülteleri kazanmış olmama rağmen Orman Fakültesi'ni tercih ettim.

Fındıkzade'de arkadaşlarla bodrum katında yer tuttuk. Telefon, duyuru aracı yoktu. Biz de pencereye ‘matematik dersi verilir' ilanını astık. Öğretmenlik maceramı İstanbul'a taşıdım. Fakülteye devam ederken çok öğrencim oldu. Her öğrencim ile dersleri yaptıkça kendimi geliştirdim. Üniversite giriş sınavı o zamanlar önemli sorundu. Üniversite sınavına hazırlananlara ders vererek, öğretmenliğimi sürdürdüm.

Bu durum bana İstanbul'da geniş çevre kazandırdı. Çünkü, öğrenci aileleri beni yere göğe sığdıramıyordu. Gece geç saatlere kadar ders verdiğim için eve dönmediğim zamanlar oluyordu. Bir yandan fakülte derslerine devam ediyordum.

3'üncü sınfta Nurgün ile tanıştım. Üniversitede akademisyen olmaya karar verdim. O sıralarda üniversitede kadro darlığı vardı.

Orman Bakanlığı elemanı olarak, teknik asistan adıyla geodezi ve fotogrametri kürsüsü asistanlığına başladım. Nurgün ile evlendim, daha sonra kızım Ceren doğdu.

HOCALARIN BAŞKANI

Görevimi yaparken, her akademisyenin oluşturduğu örgüte girmeye, bir şeyler üretmeye çalışıyordum. 1988'de öğretim üyeleriyle kuruluş çalışmasına başladığımız ve 1990'da kurduğumuz Öğretim Üyeleri Derneği ümit vericiydi. Prof. Dr. Coşkun Özdemir başkanlığında yürütülen çalışmalar daha sonra gelişti. Prof. Dr. Burhan Şenatalar döneminde dernekten kopmadım. 1997'de başkanlık görevini ben devraldım. Bugün derneğin bin 200 üyesi bulunuyor.

Akademisyenlerin oluşturduğu bu meslek örgütü, tutarlı, geniş katılımlı üretken yapıya sahip bir dernek. Yaşamım boyunca örgütlenmeye inandım. Her kademede görev almayı severek kabul ettim.


RESSAM, ŞAİR, DOĞA TUTKUNU


Prof. Dr. Kadir Erdin’in eşi Nurgün Erdin, Orman Mühendisliği Endüstri Mühendisliği Bölüm Başkanlığını yürütüyor. Nurgün Erdin eşinin iyi bir ressam olduğunu, şiir yazdığını ve en büyük tutkusunun doğa olduğunu anlatıyor: ‘‘Çok iyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir arkadaş. Hayvanlara ve çocuklara ayrı bir ilgisi vardır. Seyahat etmeyi sever. Çok düzenlidir. Kararlarda mutlaka kızımızın ve benim oyumu alır. Spora özen gösterir. 68'den bu yana birlikte büyüdük. Doğayla içiçe yaşamak yaşamının bir parçası, olmasa olmaz koşulu. Hiçbir eşyasını kolay kolay atmaz. Alıştığı eşyayı kullanmak ister. Çok iyi şiir yazar, resim yapar. Yağlı boya resim çalışmaları bulunuyor.‘‘


Kızları yemin etti ama...


Prof. Dr. Kadir Erdin ve eşi Nurgün Erdin, akademisyen adayı oldukları yıllarda çok çalıştıklarını ve kızları Ceren'in tepkisini çektiklerini söylüyorlar. Ancak hiç istememesine karşın Ceren'in geleceği, ebeveynlerinden farklı olmamış. Kadir Erdin o dönemi şöyle anlatıyor: ‘‘İki akademisyen adayı masada sık sık çalışırdık. İlgimizi bekleyen kızımız Ceren ise ilgi merkezi olmak istiyordu. Çalışmalarımız nedeniyle ona yeterli ilgi gösteremiyorduk. Levent'te bahçeli bir evde oturuyorduk. Komşularımız saygın ve zengindi. Birçok ülkeye gider, mevsimlik sporları yaparlardı. Bir gün kızım yanıma yaklaştı, ‘‘Niye biz kayağa yurt dışına gitmiyoruz?‘‘ dedi. Ona anlatmaya çalıştık. Tepkisi, ‘‘Ben asla sizin gibi olmak istemiyorum‘‘ oldu. Sonra genetik özellikleri ağır bastı galiba. Çocuklukta kınadığı akademisyenliği yapmaya başladı.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!