Güncelleme Tarihi:
Günahlar ve sevaplar Türker Alkan (Radikal, 21 haziran 2006) Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, İslam Konferansı Örgütü'nde her sene söylediği şeyi bu yıl da yinelemiş: “İslam dünyası için reform bir tercih değil, bir gerekliliktir. Reform şart oldu!” Bunlar güzel sözler tabii. Bizi 'abi' rolüne uygun görmesi açısından da gurur okşayıcı. Ama gene de bazı soruların gelip aklı kurcalamasına engel değil. İslam ülkeleriyle yaptığımız toplantılarda 'artık adam olun' dercesine 'reform yapın' dememize bakıp da şunu düşünmez mi insanlar: “Bre Türkler, siz Avrupalılarla ne zaman masaya otursanız, adamlar size dönüp bir güzel azarlıyor, 'Yahu gene ev ödevinizi yapmamışsınız,' diyorlar. 'Gene reformlar aksamış! Bu iş böyle gitmez! Bakın sizi AB'ye almayız sonra. Hadi evinize gidin ve şu reformları bitirin!' Yani Avrupalılardan öğrendiğiniz 'Reform yapın!' nutuklarını siz de diğer İslam ülkelerine mi satacaksınız?” İkinci nokta, reformların içeriğiyle ilgili. İslam ülkelerine 'Reform yapın, reform yapın' deyip duruyoruz, ama ne yapmaları gerektiğini söylemiyoruz. Herhalde 'dinde reform' demek istemez Gül. 'Demokratikleşin' mi demek ister? O zaman şöyle sorular gündeme gelecek: Laiklik ve kadın-erkek eşitliği sağlanmadan demokrasiyi gerçekleştirmek mümkün müdür? Tanrı kelamı olan şeriat yasaları varken, beşerin laik yasalar yapmak için meclis seçmesi caiz midir? Görüldüğü gibi hiç de çözümü kolay sorunlar değil bunlar. Türkiye bu sorunları bir ölçüde çözdüyse, bunu Osmanlı'da başlayan, Atatürk'le zirveye ulaşan, hâlâ da devam eden uzun bir modernleşme sürecine borçludur. Çok değil, 8-10 sene öncesine kadar, aralarında Gül'ün ve Erdoğan'ın da bulunduğu pek çok Refah Partilinin şiddetle karşı çıktığı bir süreçti bu. Şimdi benimsiyor olmaları elbette güzel bir şey. Fakat laikleşme sürecinde hâlâ gidecek çok yolumuz var. Geçenlerde zaman tünelindeki yerimiz belirleyen acı bir olay yaşandı. Bir pofesörümüz, 'Organ nakli zinhar günahtır, alan da veren de doğru cehennem gider' deyince, organ bağışlamak isteyen kişiler bağışlamaktan vazgeçtiler ve alıcı hastalar da ölüme terk edildi. Bunun üzerine Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu güzel bir açıklama yaptı. “Organ bağışlamak günah değildir, tam tersine ibadet kadar sevaptır” dedi ve hastanelere kadavra bağışlamanın da sevap olduğunu söyledi. Bu arada bütün Türkiye'de son on yılda hastanelere sadece iki kadavra bağışlandığı ortaya çıktı! Prof. Ali Bardakoğlu göreve geldiğinden beri olumlu bir tutum sergiledi, yadırganacak bir davranışı, tutumu olmadı. Yaptığı işin adamı olduğunu gösterdi. Şahsını eleştiremem. Ama Diyanet İşleri'nin bir kurum olarak, yasalar tarafında düzenlenmesi gereken dünyevi sorunlar konusunda görüş belirtmesi ne kadar doğrudur acaba? Şu anda olumlu görüşleri olan bir D.İ. Başkanı var. Fakat böyle olmayabilirdi de. Kısacası demem o ki, bizim de bir hayli reforma ihtiyacımız var. En azından Avrupa'dan bakılınca öyle görünüyor olmalı. Kaç Avrupa ülkesinde organ bağışlamak ve hastanelere kadavra vermek günah mıdır, sevap mıdır, diye tartışır insanlar?