Gülseren Budayıcıoğlu: Merhaba sevgili okurlarım...

Güncelleme Tarihi:

Gülseren Budayıcıoğlu: Merhaba sevgili okurlarım...
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 10, 2021 07:00

Ben çocukken Hürriyet gazetesi çoğunuz gibi bizim evin de olmazsa olmazıydı. Sabahları gazeteci çocuk -adı Necmi’ydi. Sanırım on yaşlarında filandı- gazeteyi bizim kapıya bırakmadan babam çoktan kapıyı açmış olur, Necmi’ye hal hatır sorup aceleyle gazeteyi alır, daha camın önündeki koltuğuna oturmadan merakla başlardı okumaya.

Haberin Devamı

Bu gelenek bizler evlendikten sonra bu sefer de bizim evlerimizde aynen devam etti. Babamdan sonra sevgili annemin de her sabah yatağından kalkar kalkmaz ilk işi, kapıyı açıp gazetesini içeri almak olurdu. Karşı komşusu ondan çok daha erken kalktığı için arada bir annemin kapısındaki gazeteyi alıp okur, sonra da katlayıp yine kapıya asardı. İşte o zaman kıyamet kopardı. Annemin tuhaf bir tutkusu vardı gazetesine. Ona ilk dokunan, onu hep ilk okuyan olmak istediğinden komşusuna kızar, “Gerekirse senin aylık gazete paranı ben vereyim ama bir daha benimkine dokunma” diyerek paylardı kadıncağızı.

Biraz da çocukluk anılarımın etkisiyle, Hürriyet gazetesinin benim kalbimdeki yeri her zaman çok başkadır ve bu sütunlarda sizlerle olmaktan çok mutluyum.

Haberin Devamı

BUNU YA DELİ YAPAR YA DA DELİ DOKTORU

Beni ne kadar tanıyorsunuz bilmiyorum. Kısaca sizlere kendimi tanıtacak olursam, benim asıl mesleğim doktorluk. Psikiyatristim. Bu meslek bana hayatla ve insanlarla ilgili o kadar çok şey öğretti ki, sonunda ilk kitabımı yazdım. ‘Madalyonun İçi’.

O kitabı yazarken nasıl bir ruh hali içinde olduğum aklıma geldikçe hep içimi derin bir hüzün kaplar. Yazarlık önemli bir meslek. Bilgi ister, yetenek ister, fedakârlık ve tecrübe ister. Her şeyden önce cesaret ister. Bende bunların ne kadarı vardı acaba? Hem çok korkuyor, bir o kadar da çok istiyordum yazmayı çünkü içimdeki ses, o güne kadar öğrendiklerimi mutlaka daha geniş kitlelerle paylaşmalısın diyordu.

Üstelik o dönem hayatım zaten yeteri kadar doluydu. Bir yanda çok düşkün olduğum ailem yani eşim ve iki çocuğum, bir yanda arada bir dozunu kaçırarak geç saatlere kadar baktığım hastalarım ve çok sevdiğim arkadaşlarım...

Zaten hayatım da bundan ibaretti. Yine de yorgunluktan ayakta duracak halim kalmasa da evde herkes yattıktan sonra salondaki yemek masasının başına oturup -o zaman henüz bir çalışma masam yoktu- geç saatlere kadar başladım yazmaya.

Şimdi düşünüyorum da, normal biri kendini böylesine yormaz, hatta cezalandırmaz. Bunu ya deli yapar ya da deli doktoru. Bu terimi sanırım hepiniz biliyorsunuz. Bir zamanlar küçük büyük, ruhsal sorunu olan ve psikiyatriste giden herkese deli, bize de deli doktoru derlerdi. Bugünlere gelebilmek için ne büyük mücadeleler verdiğimizi de bir gün anlatırım.

Haberin Devamı

SÜRPRİZ SERÜVEN BÖYLE BAŞLADI

Tam dört yıl uğraştım o kitap için. Sonunda 2004 yılında yayınlandı. Bu sefer de başka türlü bir endişe çöktü üzerime. Bunca emek verip yazdım ama acaba insanlar bu kitabı okuyacak, vermek istediğim mesajları alabilecekler miydi?

Psikiyatri gibi anlatılması da anlaşılması da zor bir bilim dalının mensubu olarak meramımı doğru ifade edebilmiş miydim? Şimdilerde, aradan bunca yıl geçtikten sonra bu kitabı en çok satanlar listesinde görünce hep gözlerim dolar. O kitap, meğer hiç beklenmeyen bir serüvenin başlangıcıymış. Ardından diğer kitaplar yazıldı, çoğu televizyonlarda dizi oldu ve bu sefer de o dizilere senaryo danışmanlığı yapar oldum. O da yetmedi, şimdi de Hürriyet gazetesinin sayfalarından sesleniyorum sizlere.

Haberin Devamı

Demek hayat sesimi duymuş. Madem bu mesajları vermeye bu kadar heveslisin, al sana fırsat. Yaz yazabildiğin kadar, anlat anlatabildiğin kadar...

Sizlere neler mi anlatacağım? Hayatın görünmeyen, gerçek yüzünü.

BAKMADAN GEÇME!