Güncelleme Tarihi:
Dört kapısı ve dört kapı numarası olacak kadar büyük bir apartmanın geniş dairelerinden birinde oturuyorsunuz. Kapı kolları pirinçten yapılmış, dairenize çıkarken, mermer tırabzanlı merdivenlerin ortasından süzülen pirinç korkuluklu asansördeki koltukta dinleniyorsunuz. Anahtarı kapıya sokarken ayağınız yerdeki kırmızı halıya basıyor. Yorgunluğunuzu atmak için havagazıyla çalışan bakır şofbenden gelen sıcak suyla duş yapıyorsunuz. Duştan sonra alt kat komşularınızdan Kerime Nadir'le bir akşamüstü çayı içmek geliyor aklınıza. Japon, Rus, Iraklı, İngiliz diğer komşularınızla selamlaşmalarınızı hatırlıyorsunuz. Yüzler gelip geçiyor gözünüzün önünden; yandaki Mısır Prensesi'nin hüzünlü bakışları, oğluna yatıya gelen Celal Bayar'ın soğuk tebessümü, 1917'de devrimden kaçarak İstanbul'a yerleşip komşunuz olan Rus aristokratı Albay Gorodetzki'nin azmi...
Türk eskrim ve tenisinde tek isim olan Albay, üç dönem üstüste olimpiyat şampiyonu olmuştur, kızı Mila ise Türkiye Tenis Şampiyonu. Bir başka dairede şair Roni Margulies şiirlerini yazıp yazıp karalıyor. Onun biraz ötesindeki dairede Abdülhak Hamid, tutkulu aşkı Lüsyen Hanım'a kızgın bir mektup daha kaleme alıyor. Altta, bir grup entelektüel, büyük bir gayretkeşlikle Mesnevi'nin birinci cildini çeviriyor. Tenis kortunun yanında gül ve meyve ağaçlarıyla dolu bahçeden çocuk sesleri geliyor.
Rüya gibi değil mi? Şimdi size öyle görünüyor olabilir ama İstanbul Maçka'da tam 76 yıldır bütün ihtişamıyla yükselen ve bugün ünlü Armani ve Gucci mağazalarına evsahipliği yapan Maçka Palas'ın bir zamanlar gerçekliğiydi bunlar. Maçka Caddesi ve Bronz Sokak'ın kesiştiği yerde yükselen yapı, 1922 yılında Türkiye'ye demiryolu müteahhitliği yapmak üzere gelen Vincenzo Caivano tarafından, İtalyan asıllı mimar Guilio Mongeri'ye yaptırılmıştı. Mongeri, Maçka Palas'ı yaparken, Brera Akademisi'nden mezun olduğu Milano'nun saraylarından etkilenmişti. Bina yapılmadan önce ise yerinde Sultan Abdülmecit'in torunu Münire Sultan'ın sarayı bulunmaktaydı.
ZAMANA YENİK DÜŞTÜ
Binanın mimarı Mongeri, 1849'da İstanbul'a göçen İtalyan Levanten bir ailenin torunu olarak bu kentte doğmuş ve 1. Ulusal Mimarlık Dönemi olarak tanımlanan mimarinin öncü mimarlarından olmuştur. O dönemde, Maçka, Nişantaşı, Teşvikiye civarı, Osmanlı elitinin oturduğu konaklarla doludur. Daha sonra zengin Müslüman ve gayrimüslim tüccarların satın aldığı bu konaklar, giderek yerlerini bugünün ölçülerine göre devasa apartmanlara bırakır. İzmir Palas, Narmanlı, Beldever, Gözüm apartmanları, bugün bu anlayışın yaşayan örnekleri. Ama giderek daha çok insan bu civarda oturmak isteyince, apartmanlar çoğalmaya ve metrekareleri de düşmeye başlar. Merkeziliğiyle, yapı standardının yüksekliğiyle önemli sermaye sahiplerinin itibar ettiği birkaç bölgeden biri olmaya başlayan semt, ticaret hayatının da gözdesi haline gelir. Eskiden para etmeyen kapıcı daireleri, zemin katlar, birden binanın en değerli bölümleri olur. Tarih artık 1970'lerin sonları; semt İstanbul'un en seçkin alışveriş ve ikamet merkezlerinden biridir.
İşte bütün bunlar olurken Maçka Palas, bir yandan geçmişten gelen varlığını korur, bir yandan da değişimlerden nasibini alır. Alt katlarında birkaç dükkan açılır. Yine de epeyce direnir; sonunda yenik düşer. Şık giyimli kapıcılarının kiracıları güleryüzle karşıladığı, Abdülhak Hamid'e gelen mektupların üzerinde sadece ‘‘Abdülhak Hamid, Maçka Palas’’ yazdığı, mal sahibi Caivano'nun müştemilat binalarından birinde fakirlere erzak dağıttığı, bahçesinde tenis karşılaşmalarının ve baloların düzenlendiği günler geridedir. Zaten, 35 yıl herşeyini paylaştığı eşi öldüğünden beri Vincenzo Caivano için de bir anlamı kalmamıştır.
O da ölünce çocuklarına, onlardan torunlarına kalan bina, 1994'te aileden hayatta olan tek torun tarafından Doğuş Holding'e satılır. Görüntüsü hala görkemini korumaktadır ama Mimar Ali Esat Göksel'e göre ‘‘İçten içe çürüyen bir çınara benzemektedir’’ artık. Çok eskimiş, günün ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelmiştir. Restore edilmesine karar verilir. Kiracılardan binayı tahliye etmeleri istenir. Onlar da yıllarca oturdukları evleri, tüm geçmişleriyle birlikte yeni dünya düzeni ve onun getirdiği hayat anlayışına terketmek zorunda kalır. Bıraktıkları anılarla dolu binaya Armani ve Gucci'nin şık mağazaları yerleşir.
BİR SADAKAT KİTABI
İşte Maçka Palas'ın 76 yıllık bu görkemli tarihi; mimarisi, döneminin sosyal değişimleri, kendine özgü yaşam tarzı ve içinde yaşayan insanlarıyla birlikte bir kitapta toplanıyor. Maçka Palas'ı, 15 yıl kiracısı olup ayrıldıktan sonra uzunca bir süre önünden bile geçemeyen Mimar Ali Esat Göksel kaleme alıyor. Bunu neden yapıyor? ‘‘Şuna inanıyorum, Türkler büyük kentli olmayı henüz layıkıyla hissetmiyorlar. Büyük kente gerçek anlamda sahip olmak onun şu ya da bu noktasının tapusuna sahip olmaktan değil, o noktanın ne olduğunu bilmekten geçiyor. Bu kitap bunun bir denemesi.’’ Göksel kısaca, ‘‘Bu bir sadakat öyküsü’’ diyor.
Onun için Maçka Palas'ın iki anlamı var; biri kentin hayatında yıllardır önemli bir adres olması, diğeri kendisinin oradaki hatıraları! 1980-95 arasında, alttaki antikacı, çiçekçi ve bir küçük butiğin dışında tek işyeri ona aitmiş: Bir mimarlık bürosu. Bunun için başlangıçta niye Maçka Palas'ı seçtiğini tam olarak açıklayamıyor: ‘‘Bunu ben de düşündüm. Kendi kendime pek cevap veremedim ama burada gözüme kestirdiğim iki binadan biriydi. Biri de İzmir Palas'tı. Baştan beri ikisine karşı zaafiyet duyuyordum. Maçka Palas niye öne çıktı bilmiyorum, belki volümüyle, tarihiyle, hoş bir bina, hoş bir adresti, ondan’’ diyor. Burada ‘‘yaşamanın’’ yanında, başka bir şansı da olmuş; Vincenzo Caivano'nun oğlu Achille Caivano ve eşini tanımış. ‘‘Dost olduk. Benim bürom onların oturduğu evin üst katındaydı. Bana pek çok şey anlattılar, dokümanlar verdiler. Belki de Maçka Palas'ı tanıyıp da yazmak arzusu ilk o zaman doğdu.’’
Ocak ayında piyasaya çıkacak olan Maçka Palas kitabı, ikili bir belge niteliğinde: Birinci bölümde, Mimarlık Tarihi Profesörü Afife Batur'un, binanın mimari kritiğini yapan yazısı yer alıyor. Yine Yıldız Üniversitesi öğretim üyelerinden Profesör İhsan Bilgin'in Maçka Palas'ın ‘‘bir konut bloğu’’ olarak önemini kaleme alan yazısı da bu bölümde. Avrupa'nın büyük kentlerinde oldukça yaygın olan, pek çok ailenin toplu halde yaşadığı bu tür ‘‘cemaat’’ hayatının Türkiye'de örnekleri az (İstanbul'da Doğan, Sarıca ve Tayyare apartmanları). Prof. Bilgin, bu tarzın neden Türkiye'de böyle denemelerle kaldığını inceliyor. Aynı bölümde sosyolojinin duayeni Profesör Mübeccel Kıray'ın da önemli bir katkısı var; Kıray, ‘‘Maçka Palas Cemiyeti’’ndeki yaşantıyı, nasıl bir motivasyonla bu semtin oluştuğunu anlatıyor. Orhan Pamuk'un Cevdet Bey ve Oğulları adlı kitabından, Maçka Palas'ta geçen bir bölüm ve yine bu apartmanda oturmuş ve şimdi Londra'da yaşayan şair Roni Margulies'in bir yazısıyla bu bölüm kapanıyor.
MAKBER'DEN MESNEVİ'YE
İkinci bölüm için çok geniş bir araştırma yaptıklarını söylüyor Ali Esat Göksel. ‘‘Nasıl oldu da burası dağ bayırken, arazi haline dönüştü. Sonra konaklar semti oldu. Tapudan, arşivlerden, Osmanlı dönemine ait yaklaşık yüzü aşkın belge bulduk. Bu süreci belgelerle ortaya koyacağız. Fotoğraflarla da izleyeceğiz; Maçka Palas'ta 80 yıldır yaşamış ve benim Maçka Palas'ı yaptıklarına inandığım insanlar, 'anonim' diyorum onlara, toplu halde yer alacaklar bu bölümde.’’
Yani insanları Maçka Palas'ı anlatacaklar. Kimler mi? Mesela tutkulu aşkı Lüsyen Hanım'la ilişkisinin büyük bölümünü Maçka Palas'ta yaşayan ve hayatını orada tamamlayan Makber'in ünlü şairi Abdülhak Hamid'in, komşusu ünlü romancı Kerime Nadir'in yazıları, fotoğrafları, anıları... Muhalefet lideriyken oğlunun dairesini sık sık ziyaret eden Celal Bayar... Dönemin ünlü sporcularından, ‘‘Berlin Kaplanı’’ ve bugünün spor yazarı Turgay Şeren... İstiklal Marşı'nın bestecisi Zeki Üngör, ilk spor spikeri Sait Çelebi, Prens Reşit Benayat, İttihat ve Terakki'nin Maliye Nazırı ve Galatasaray Lisesi öğretmenlerinden Tahir Erer, İngiliz Warrington ailesi... Japonlar, Iraklılar, Ruslar... ‘‘Yine çok önemli olduğuna inandığım bir grup daha var’’ diye ekliyor Ali Esat Göksel: ‘‘Başını 1940'lı yıllarda Almanya'da felsefe doktorası yapmış ev sahibesi Safiye Erol çekiyor. Her salı, Samiha Ayverdi, Ekrem Hakkı Ayverdi, Nezihe Araz, Nihat Sami Banarlı gibi isimlerin olduğu grup Safiye Hanım'ın evinde toplanıyor ve Mesnevi'yi tercüme ediyorlar. Birinci cildi bu evde bitiriyorlar. İçlerinden sadece Nezihe Hanım hayatta, o anlattı.’’
TAMAM MI, DEVAM MI
1922'den 1998'e ve az sonra 21. Yüzyıl'a... Bir dönemin en önemli mekanlarından ve tanıklarından olan Maçka Palas, restore edilmiş haliyle hala Maçka Caddesi'nin en etkileyici binalarından biri. Peki bir bina güzel olduğu kadar mağrur da olabilir mi? Evet. Üstelik bir dönemin (Ya da dönemlerin) çoktan kapandığının farkında. Şimdi mağrurluğuna tezat tevekkülüyle yeni döneme, yeni insanlara ve yeni anlayışlara tanıklık ediyor. Daha da edecek.
Acaba ona sorulabilseydi, en çok hangi dönemi ve kimleri tercih ederdi?
Abdülhak Hamid'in kitabesine ne oldu?
Hürriyet Yazarı Murat Bardakçı'nın zehir zemberek kalemi, 16 Eylül günü oklarını Maçka Palas'ı restore edenlere çevrildi. Bardakçı, Maçka Palas restore edilip ünlü İtalyan modacı Giorgio Armani'ye tahsis edilirken, Abdülhak Hamid'in adını yaşatmak için binada yıllardır asılı duran kitabenin de çöpe atıldığını duyuruyordu. Ünlü şairin uzun süren ömrünü, 11 yıl oturduğu Maçka Palas'ta, 13 Nisan 1937'de noktaladığını anlatıyordu. Sevenlerinin ‘‘Abdülhak Hamid'i Sevenler Cemiyeti’’ adında bir dernek kurduğunu ve Hamid'in 11 yıl boyunca İstanbul'u geçmişin hayallerini canlandırarak seyrettiği penceresinin altına bir kitabe yerleştirdiklerini ekliyordu. Kitabenin üzerinde ‘‘Ulu Şair Abdülhak Hamid Tarhan, 11 yıl oturduğu bu dairede gözlerini kapadı’’ yazılıydı. Bardakçı, şimdi o kitabenin yerinde Armani levhasının asılı olmasına kızıyordu. Mimar Ali Esat Göksoy'a bunu da sorduk: İnşaat faaliyetleri dolayısıyla kitabenin kaldırıldığını ama asla çöpe atılmadığını söyledi. Hamid'in dairesinin bir sanat galerisi olarak hazırlandığını ve Hamid'le başlayan bir sergiler silsilesiyle açılacağını müjdeledi. Herhalde kitabe de oradaki haklı yerini alacak.