İçlerinde Osmanzáde Táib Efendi'nin ‘‘Hadikatü'l-Vüzera’’sını, yani ‘‘Vezirler Bahçesi’’ de vardı. Eser, sadrazamları yani başbakanları anlatıyordu ve kitabın beni en fazla güldüren tarafı, eski devirlerin ‘‘bunak’’ sadrazamları oldu. Bu ‘‘bunak’’ sadrazamlardan bazılarının hikáyelerini, konu gündemde olmamasına rağmen bizi bir zamanlar kimlerin idare ettiğini bilmeniz ve ’Bugün çok şükür böyle devlet adamlarımız yok’ demeniz için sizlere de nakletmek istedim...
Bu haftayı vakti zamanında aldığım ama gözatmaya bir türlü fırsat bulamadığım bazı eski Osmanlı tarihlerini okuyarak geçirdim. Eski zamanların günlük hayatına ve tarihi dedikodulara pek bir meraklı olduğum için, önceliği bu iş için yazılmış eserlere verdim. Bazı kaynakları okudum, okurken bir hayli eğlendim ve bol bol notlar çıkardım.
Bu arada seneler önce ancak şöyle bir bakabildiğim çok önemli bir kaynağı da yeniden gözden geçirme fırsatı buldum:
Osmanzáde Táib Efendi'nin
‘‘Hadikatü'l-Vüzera’’sını, yani
‘‘Vezirler Bahçesi’’ni... Eser 1855'te basılmıştı ve eski zamanların sadrazamlarını yani başbakanlarını anlatıyordu. Yetişmelerinden, devlet hizmetine girmelerinden ve bazen özel hayatlarından bahsediyordu, hayat hikáyelerini birbirinden hoş anekdotlarla süslemişti ve okuyucuyu eski zamanlara uzanan bir yolculuğa çıkarıyordu.
Osmanzade Táib Efendi'nin eserinin merakımı ziyadesiyle çekip beni en fazla güldüren tarafı, eski devirlerin
‘‘bunak’’ sadrazamları oldu. Bu kişilere aslında
‘‘sadrazam’’ değil
‘‘vezir-i ázam’’ demek daha doğruydu, zira 19. asrın başlarına kadar başbakanlık makamının karşılığı olarak
‘‘vezir-i ázam’’ yani
‘‘büyük vezir’’ sözü kullanılıyordu. İşte bu koskoca vezir-i ázamlar arasında beyinleri sulananlar, bunayanlar ve bir iş yaptıklarını zannederken hemen herşeyi içinden çıkılmaz hale getirenler, bu yüzden yaşlarına-başlarına bakılmaksızın idam edilenler de vardı.
İşin daha da garip tarafı, bazılarının 70, 80 ve hattá 90 yaşında göreve getirilmiş olmalarıydı. Meselá bir vezir-i ázam tayin haberini ölüm döşeğinde alıyor, bir diğeri abuk-sabuk bir iş edince zamanın hükümdarından o yaşta güzel bir kötek yiyor, bir başkası ise garip bir araba sevdasına tutuluyor, neticede hemen hepsi halk arasında alay mevzuu oluyor ve
‘‘Bunak’’, ‘‘Ahmak’’, ‘‘Cenaze’’ gibisinden lákaplarla anılıyorlardı.
Bu ‘‘bunak’’ sadrazamlardan bazılarının hikáyelerini, konunun gündemde olmamasına rağmen bizi bir zamanlar kimlerin idare ettiğini bilmeniz için sizlere de nakledeyim dedim...
Son sadrazam son nefesini işte böyle verdi
Ahmed Tevfik Paşa, Osmanlı İmparatorluğu'nun son sadrazamıydı. Kırım hanlarının soyundan geliyordu, İstanbul'da 1843'te doğdu, çok uzun bir ömür sürdü ve hayata 93 yaşındayken 1936'nın 6 Ekim'inde yine İstanbul'da veda etti.
Devlet hizmetine çok genç yaşta girdi, meslek olarak diplomatlığı seçti, zamanla yükseldi, büyükelçi ve derken Hariciye Nazırı yani Dışişleri Bakanı oldu, sonra o zamanın başbakanlık makamı olan Sadrazamlığa getirildi ve bu koltuğa dört defa oturdu.
Son sadrazamlığı sırasında Ankara Meclisi 1922 sonbaharında saltanatı ilga edince,
Tevfik Paşa hükümetsiz kaldı. Dünürü olan son padişah Türkiye'den zaten daha önce ayrılmıştı ve Paşa istifasını verecek bir makam bulamadı. Makanmından çıkıp konağına gitti, siyasetle bütün alákasını kesti ve hayatının sonuna kadar münzevi bir hayat yaşadı. 6 Ekim 1936 günü hayata veda ettiğinde genç cumhuriyet bu fedakár ve kıdemli devlet adamını unutmadı, cenaze törenine bir selám kıt'ası gönderdi.
Tevfik Paşa hayata çok geç yaşta veda etmesine rağmen, önceki asırlarda yaşamış bazı meslekdaşlarının aksine aklı hep başındaydı ve son anına kadar bunamadı. Burada son sadrazamın vefatından birkaç gün önce çekilmiş son resmini ve cenaze merasiminin nadir bir fotoğrafını görüyorsunuz.
En ünlüsü Cenaze Hasan Paşa’ydı
CENAZE-MEYYİT HASAN PAŞA
Üçüncü Selim tarafından 1789'un 7 Haziran'ında vezir-i ázam tayin edildiği sırada yetmişini geçmişti, veremliydi ve yatağından kalkamaz haldeydi. Tayin fermanı yatakta ve ölümü beklendiği sırada geldiği için halk tarafından
‘‘Cenaze’’ yahut
‘‘Meyyit’’ yani
‘‘ölü’’ diye anılır oldu. Altı ay boyunca bir türlü ayağa kalkıp işinin başına geçemedi, devlet işleriyle hep başkaları uğraştı ve nihayet azledildi. Ama ákıbeti diğer bunak sadrazamlar gibi olmadı. Paşa azledilmesinden sonra birdenbire canlandı, Rumeli taraflarına kumandan olarak yollandı ve birkaç sene boyunca değişik yerlerde valilik yaptı.
CERRAH AHMED PAŞA
Üçüncü Mehmed'i sünnet ettiği için
‘‘Cerrah’’ diye bilinirdi. Aynı hükümdar tarafından 1598'in 9 Nisan'ında
‘‘vezir-i ázam’’ yani başbakan yapıldı. Yaşı 70'i çoktan geçmişti, uzun zamandan beri damla hastalığının derdini çekmedeydi, ayakları şişip duruyor, değil makamına gidebilmesi ve toplantılara katılması, yattığı odadan dışarıya çıkması bile mümkün olmuyordu. Devlet işlerini yakın adamlarından birine havale etmişti ve artık hiçbir şeyle ilgilenemez haldeydi. Paranın değeri düştükçe düşüyor, rüşvetsiz iş görülmüyordu.
Paşa'nın bu vaziyeti İstanbul halkını ayağa kaldırdı.
‘‘Vezir-i ázam iş göremez haldedir, koskoca devleti vekilleri idare etmektedir ama devlette vekálet olmaz’’ dediler, sokağa dökülüp sarayın kapısına dayandılar.
Üçüncü Mehmed halkı ve İstanbul esnafını sakinleştirmek için
Cerrah Ahmed Paşa'yı
1599'un 6 Ocak'ında vazifesinden azletti, yerine
İbrahim Paşa'yı getirdi ve
Ahmed Paşa'dan bugünlere hekimlik senelerinde kurduğu bizzat kurduğu İstanbul'un meşhur
Cerrahpaşa Hastahanesi kaldı.
SOFU MEHMED PAŞA
Sultan İbrahim'in saltanatının son gününde vezir-i ázam olan
Mehmed Paşa, 80'ini geride bırakalı birkaç sene olmuştu. 1648'in 7 Ağustos'unda bu makama gelmesini hükümdara başkaldıran askerler sağlamış,
Paşa bir önceki Veziri Ázam
Ahmed Paşa'yı
idam ettirebilmek için her yola başvurmuş, hatta
Sultan İbrahim'i tehdide bile yeltenmişti. Hükümdara
‘‘Asker ve medrese bunu böyle istiyor, gerisi size kalmış’’ deyince padişah
‘‘Bre köpek Koca!’’ diye yerinden fırladı, seksenlik vezir-i ázamı ayaklarının altına alıp bir güzel çiğnedi ve iyi bir sopa çekti.
Ama
Sofu Mehmed Paşa dediğini yaptı,
Sultan İbrahim bir gün sonra tahttan indirildi ve yerine yedi yaşındaki oğlu
‘‘Dördüncü Mehmed’’ unvanıyla tahta çıktı. Paşa artık ipleri eline almaya ve otoritesini kurmaya çalışıyor ama tamamen bunadığı için herşeyi birbirine sokuyor ama hatalarını bir türlü anlamıyordu. Halk arasında
‘‘Koca gabi’’ ve
‘‘nádán’’ gibi sıfatlarla anılmaya başlamıştı. Nihayet, Osmanlı donanmasının Foça açıklarında bekleyen Venedik donanmasına yenilmesi
Paşa'nın da sonunu getirdi. Dokuz buçuk ay süren iktidarı 21 Mayıs 1648'de noktalandı, o gün azledildi, Malkara'ya sürüldü ve birkaç gün sonra da yaşına-başına bakılmayarak boğduruldu.
GÜRCÜ MEHMED PAŞA
Dördüncü Mehmed'in
vezir-i ázamıydı, bu makama
Kızlarağası Uzun Süleyman Ağa'nın
entrikaları sayesinde 1651'in 27 Eylül'ünde gelmişti ve doksan yaşlarındaydı. Sekiz buçuk ay vezir-i ázamlık yaptı ve tek faaliyeti
Uzun Süleyman Ağa'nın
talimatlarını yerine getirmekten, isimlerini verdiği kişileri oraya-buraya sürmekten ibaret oldu. Cehaletinin yanısıra aptallığıyla tanınıyor ama hazinenin altını üstüne getirmekten geri kalmıyor, hata ettiğini söylemeye çalışanlara
‘‘Ben sakalımı bu devletin hizmetinde ağarttım a oğul’’ diye hep aynı cevabı veriyordu. 20 Haziran 1652'de azledilip konağına kapatıldı.
ARABACI KADI ALİ PAŞA
İkinci Ahmed tarafından 30 Ağustos 1691'de vezir-i ázam yapıldığında o da genç bir yaşta, henüz seksenlerinin baharındaydı, üstelik
‘‘serdarlık’’ yani cephedeki orduların başkumandanlığı vazifesi de ona verilmişti. Cepheye yürlü bahanelerle bir türlü gitmedi ve yedi aylık vezirliği boyunca kendisine rakip olanları sürgüne yollamakla uğraştı. Gazabına uğrayanları bizzat gönderdiği arabalara doldurarak sürgüne gönderirdi ve hükümdarın en yakınlarından olan Kızlar Ağası
Uzun İsmail Ağa'yı
da sürmeye kalkışması kendi sonunu getirdi.
Ağa'ya da bir sürgün arabası yolladığını
haber alan
İkinci Ahmed arabaya bu defa
Ali Paşa'yı bindirtti ve Rodos'a yolladı. Ama çoktan bunamış olan
Paşa'nın çenesi bir türlü durmuyor, ileri-geri konuşuyordu. Hakkındaki dedikoduların saraya kadar gelmesi, üstelik hazineden mal ve para çaldığının ortaya çıkması üzerine Rodos'a gönderilen bir saray celládı
Paşa'yı kemendle boğdu.
PALABIYIK GAZİ HASAN PAŞA
Bir ara Rus işgaline uğrayan Limni Adası'nı kurtardığı için halk tarafından çok seviliyordu ama bu kahramanlığı, vezir-i ázam olmasından kırk sene kadar önceydi ve
Paşa seksenlerindeydi.
Cenaze Hasan Paşa'nın azlinden sonra 1789'un 3 Aralık'ında onun yerini aldı. Aklının arada bir gidip geldiği söyleniyordu, sert bir idare kurmaya çalıştı ve imparatorlukta bir terör devri başlattı. Dört ay boyunca veziri ázamlık etti, Şumnu'ya gittiği sırada hummaya yakalandı ve orada öldü.