Kemal Kılıçdaroğlu ile tanışmalarının nedeni, Dersim’in geçmişine ilişkin ortak kaygılarıydı. Hüseyin Aygün, Kılıçdaroğlu’nun da kendisi gibi Dersim katliamını araştırdığını duyunca randevu alıp gitmişti beş altı yıl kadar önce.
Aygün, Kılıçdaroğlu’nun, İhsan Sabri Çağlayangil ile ölümünden kısa süre önce yaptığı görüşmeyi merak ediyordu. Çağlayangil, dönemin Malatya Emniyet Müdürü olarak askeri harekatın ve idamların birinci derece görgü tanığı durumundaydı. Kılıçdaroğlu, Çağlayangil ile görüşmesini teybe kaydetmiş, ama istediği Dersim kitabını bir türlü yazamamıştı.
Sadece Dersim’de yaşanan felaketi, Çağlayangil’in anlattıklarını konuşmadılar o gün. Kılıçdaroğlu’nun ailesinin payına düşen acılar da gündeme geldi sohbet sırasında. Nitekim Aygün, CHP Genel Başkanı olmasından duyduğu mutluluğu satırlara döktüğü yazısında geçmişini de hatırlatmıştı Kılıçdaroğlu’na:
“Kemal Bey’in dürüstlüğü açık. 1938 felaketinde ailesini kurşun ve sürgünlere veren Nazımiyeli Karabulut ailesinin oğlu Kemal Kılıçdaroğlu, Dersimlilere ne söyleyecek? Devlet adına -hadi devlet değil!-, CHP adına bir özür dileyecek mi? Dersimliler "Ben Dersimliyim" diyebilecek mi? (Gandi'ye Tebrikler, CHP Lideri Kılıçdaroğlu’na sorular, Bianet, 19 Mayıs 2010)
Aktif bir sosyalistti
Aygün, bu soruları sorarken, dünya görüşü CHP’ye uzaktı. Her ne kadar “namuslu ve ciddi bir sosyal demokrasiye saygı duysa” da kendisinin de açıkça vurguladığı gibi “sosyalist”ti. Gençlik yıllarından beri değişmemişti çizgisi.
Tunceli’ye bağlı Pulê Dewresu (Erdoğdu) Köyü'nde doğmuş, Alevi ve Zaza bir genç olarak Ankara Hukuk Fakültesi’nde okurken aktif bir öğrenci olmuştu. Sonradan Emek Partisi’ne (EMEP) dönüşen ve Marksist bir hareket olan Halkın Kurtuluşu çizgisine yakındı. Bir ara gözaltına da alındı görüşleri yüzünden. (CHP içinde de aykırı isim, Zeynep Gürcanlı, Hürriyet internet, 12 Ağustos 2012)
Fakülteden mezun olduktan sonra Ankara’da kalmadı, hemen memleketine döndü. Serbest avukatlığa başladı orada. Daha çok ceza davalarına baktı, kısa sürede de sivrildi kentte. Tunceli Barosu’nun kurulmasına öncülük etti.
Avukat kimliği bir süre sonra insan hakları aktivistliğine evrildi. Gözaltında kayıplar, köylerin yakılması, zorunlu göç ve işkence davalarıyla ilgilendi. Kayıpların izini sürmeye çalışırken tehditlere maruz kalan Aygün, ana dilde eğitim dilekçesi veren gençlere verdiği destek nedeniyle soruşturmaya da uğradı.
Çocukları gözaltına alınan ya da tutuklanan ailelerinin yardımına koştuğu için gençlerin yanı sıra aile büyüklerinin de sevip saydığı bir isim oldu kentte. Sivil toplum örgütleriyle yakın çalışmalar içindeydi.
Dersim Katliamı başta olmak üzere Dersim’e ilişkin birçok hukuki girişimde bulundu. 1938 felaketiyle ilgili merakı, onu bu konuda kitaplar yazmaya yönlendirdi. Biri Zazaca olmak üzere üç kitabı yayınlandı: “Eve Tarixê Ho Têri Amaene”, “Dersim 1938 ve Zorunlu İskân” ve “0.0.1938 Resmiyet ve Hakikat”. Zazaca gazete çıkarılmasına da katkı verdi Aygün.
Kılıçdaroğlu ısrarlıydı2011 seçimlerinde Tunceli’den ikinci milletvekilini çıkarabilmek için isim arayışına giren Kılıçdaroğlu’nun karşısına Hüseyin Aygün adının çıkması tesadüf değildi. Aygün’ün kentte sevildiği, aday gösterilirse oy alacağı belliydi.
Kılıçdaroğlu, çağırıp partisinden aday olmasını önerdi. Aygün, tereddüt etti başlangıçta. CHP’de ne yapacaktı, dünya görüşüne uygun bir parti değildi! Kılıçdaroğlu, Dersim konusundaki çalışmalarını CHP çatısı altında sürdürebileceğini söyleyip aklını çeldi.
Fikrini sorduğu dostları da destekledi CHP’ye girmesini. “Sol ve demokrat bir CHP oluşması için girmeliyim partiye. Dersim bir alt başlık. Sol ve sosyalist değerleri savunan, demokrasi mücadelesinin evlatlarından biri olarak Mecliste olmalıyım.” (Balçiçek İlter’le Söz Sende, Habertürk, 18 Nisan 2012.)
Bu düşüncelerle kabul etti adaylığı. CHP’nin birinci sıra adayı Kamer Genç’ti; Aygün de ikinci sıraya konulmuştu. BDP’nin adayı sanatçı Ferhat Tunç ile çekişti seçimlerde. Türkçenin yanı sıra Zazaca
seçim afişleri de hazırlaması büyük bir değişimdi CHP için. Valilik indirtse de afişler amacına ulaştı. Aygün, BDP’yi ve Ferhat Tunç’u geride bırakarak seçilmeyi başardı.
Ankara’ya taşınmaMilletvekili seçilince Tunceli’deki evini boşaltmadı ama eşi ve çocuklarıyla birlikte taşındı Ankara’ya. Zaten kızı Deniz İdil, Ankara’da bir okulun bursunu kazanmıştı, oğlu Taylan Özgür’ü de başkentte okutmayı planlıyordu. Milletvekili olmasıyla aile planları birbirine denk düştü.
Parlamentoda ilk işi, albüme Zazaca bildiğini yazdırmak oldu. İlk günden itibaren de web sayfası başta olmak üzere bütün metinlerde ve konuşmalarında Tunceli yerine “Dersim Milletvekili” olarak takdim etti kendini. Kurban Bayramı tebrik kartına Türkçenin yanı sıra Zazaca ve Kürtçe yazılmasını istedi ama Meclis yönetimi kabul etmedi bu isteğini.
Daha ilk günlerde Dersim ile ilgili bir demeciyle dikkatleri üzerine çekti. Dersim’de yapılanı “ isyan” olarak sunan resmi tezi eleştiriyor, “Bu dönem boyunca izlenen bütün politikalarda
Atatürk devletin başındadır” diyordu. (Habip Güler, Zaman, 10 Kasım 2011)
Atatürk’e yönelik bu suçlaması, hem CHP’den hem de parti dışından geniş tepki çekti. Gerçi sözlerinin gereğinden fazla “sert” ve çok erken bir çıkış olduğunu kabul etti sonradan ama hiç geri adım atmadı. Zaten kitaplarında yazdıklarını, inandıklarını anlatmıştı demecinde.
Aldırmadan devam etti yoluna. Dersim’i sürekli gündeme getirdi. Meclis’te, 1938’de yaşananların araştırılması için komisyon kurulmasına destek verdi. Meclis’te Silahlı Kuvvetler’e sınır ötesi operasyon için yetki veren tezkereye karşı oy kullandı.
İnsan Hakları Komisyonu’nun aktif bir üyesi oldu. Kentinde yaşananları birbiri ardına soru önergeleriyle gündeme getiriyor, nerede bir insan hakları sorunu varsa oraya gidiyordu Aygün. HES’lerin yapımına karşı çıkanları da sahipleniyordu, tutuklanan üniversite öğrencilerini de. Haftanın en az iki üç gününü memleketinde geçiriyor, ilçeleri, köyleri dolaşıyordu.
Uludere’de çocuk yaştaki 35 kaçakçının uçaklarla bombalanarak öldürülmesi sonrasında bölgeye giden CHP heyetindeydi. “Bu saldırı AKP’nin 33 kurşunudur” sözleri, bu kez iktidar partisi sözcülerini kızdırdı. Aygün, onları yanıtlamadı bile.
PKK baskıya dayanamadıYine aynı günlerde bir başka demecinde “Biz Dersim’de resmen, PKK terörü altında bir seçim kampanyası yürüttük, BDP terörü altında... PKK’yı da eleştiren bir noktadan bakmalıyız” diyerek, PKK’nın da şimşeklerini üzerine çekti. (Muhalif gazete, Safiye Işıklı, 12 Ocak 2012) PKK’ya yönelik bu eleştirilerinin bedeli de Ovacık’tan Tunceli’ye giderken kaçırılması oldu.
PKK, belki de ummadığı kadar ağır bir tepki dalgasıyla karşılaştı. Aygün’ü, hem Kürtler, Aleviler sahiplendi, hem de bütün Türkiye’den PKK’ya “bir an önce serbest bırakılması” çağrıları yükseldi. PKK’ya çağrı yapanlar arasında “kayıp yakınları” da vardı.
Bu baskılara ancak iki gün dayanabildi PKK. Militanlar, yine aynı bölgede serbest bıraktılar Aygün’ü. Ancak ilk basın toplantısında kaçırılmasıyla ilgili kullandığı dil, dikkat çekecek kadar yumuşaktı. “Beni kaçıran arkadaşlar ülkenin genç evlatları. Bırakırken sarıldılar, öptüler, ‘Bu kardeşlerini unutma abi’ dediler” sözleri, “PKK ile danışıklı dövüş içinde” diyen kimi AKP’lilerin, “Biz demiştik” havasına girmesine neden oldu.
Aygün, kaçırılma olayı sonrasında da siyaset sahnesindeki hızından bir şey kaybetmedi. Kürecik’te kurulan radar üssüne tepki gösterenler arasında da yer aldı; K.Maraş katliamını protesto eden Alevi örgütlerinin yanında da. Meclis’te Cemevi açılması için girişimde bulundu, reddedildi. Bir yandan da Dersim ile ilgili yeni bir kitap yazdı. İlk Zazaca ders kitabını değerlendirirken, “Tunceli halkı Alevi ve Zazadır. Kürtçe ve Zazaca ayrı dil” sözleri, PKK’yı yine kızdırdı. Zazaca gazete Newepel’de (Yeni Yaprak) bu sözlerini eleştiren bir bildiri de yayımlandı.
İğreti bir ilişkiDersim’deki askeri harekat sonrasında idam edilen Seyit Rıza’nın torunu Rüstem Polat, Cumhurbaşkanı Gül ile görüşürken yanındaydı. Polat’ın, Çankaya’ya çıkması sembolik olarak iade-i itibardı aslında. Ancak Aygün’ün, bu konuda hazırladığı yasa teklifi, CHP Grup yönetiminden geçemedi.
CHP’de zaten iğreti duruyordu. İpleri koparma noktasına getiren nedenlerden biri, “20 yıl sonra tekrar okuduklarım” başlığıyla Facebook sayfasına koyduğu not oldu; “'Benden Selam Söyle Anadolu’ya, yazan Dido Sotiriyu. Roman, geçen yüzyılın bu yıllarında Ege'de Rumlara yapılan etnik temizliği anlatıyor.” Oysa Sotiriyu, Kurtuluş savaşı sırasında Ege’de yaşanan ayrışmayı anlattığı kitabını dostluk çağrısıyla noktalamıştı: “Anayurduma selam söyle benden Kör Mehmet'in damadı! Benden Selam Söyle Anadolu'ya. Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin. Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların, Allah bin belasını versin!”
Ardından Paris’te öldürülen PKK’lı Sakine Cansız’ın ailesine başsağlığı ziyaretinde bulunması geldi. Başbakan Erdoğan’ın da diline doladığı bu taziyeden Kılıçdaroğlu da pek hoşlanmadı. CHP’de disipline verilmesi gündeme geldi. Aygün, taziyeye gidişini savunurken kendinden emindi:
“Sakine Cansız’ın ailesini 30 yıldır tanırım. Kardeşlerinin avukatlığını yaptım. Ölen bir insanın cenazesine gitmek insani bir görevdir. Bu ziyareti CHP'li kimliğimle değil, Dersimli kimliğimle, insani kimliğimle yaptım.”
Aygün, girdiği zeminin rengine bürünen bildik siyasetçilerden olmadığını bu açıklamasıyla bir kez daha kanıtladı. Ama bir politikacının böyle bir noktada partili kimliğini bir yana bırakabileceğini sanması garipti doğrusu. Ya da bunu umursamıyordu.