Güncelleme Tarihi:
HÜKÜMETİN TAVRI ŞOK ETTİ
- İlerleme Raporu’nda Gezi protestolarıyla ilgili hükümete getirilen sert eleştirilerin kökenindeki bakışı nasıl özetlersiniz?
Gezi’den çıkan ilk ve en temel mesaj sivil toplumun liberal demokrasi kavramına olan bağlılığının teyidi oldu. İnsanlar seslerini duyurmak istediler ve dayatıldığını düşündükleri muhafazakâr değerleri protesto ettiler. Protesto etmeye ağaç, sinema gibi çok basit ve ufak şeylerden başladılar. Ama bu tepkiler kısa sürede birikerek demokrasilerde seçim sandığı kadar önemli başka şeyler de olduğunu gösterdi. Gezi’nin bu baştan itibaren çok açık ve net olan boyutu Avrupalıları, Türkiye’de toplumun geniş katmanlarının liberal demokrasi kavramına bağlı olduğuna ikna etmesi açısından çok önemli.
- Türkiye’deki sivil toplumun rolü Avrupa açısından beklenmedik bir şey miydi?
Bu resimde bizler açısından şoke edici olan hükümetin olanlara kutuplaştırıcı bir söylemle karşılık vermesiydi. Türkiye Avrupa Konseyi ve NATO üyesi, AB ile de üyelik için de müzakere eden bir aday ülke. Dolayısıyla da Türkiye’den bu uluslararası kurumların ruhu ve prensipleriyle uyumlu davranış sergilemesi yönünde beklenti var. Hükümetin davranış biçiminin tam tersi bir istikamette seyretmesi Türkiye açısından önemli prestij kaybına neden oldu.
BATI İŞLERİN YOLUNDA GİTMEDİĞİNİ YENİ ANLADI
- Son yılların ilerleme raporlarıyla bu yılki arasında önemli üslup farkı var. Eskiden eleştiri getirilse de AK Parti hükümetinin reformcu yanına daha güçlü vurgu yapılırdı. AB artık buna inanmıyor mu?
Soru işaretleri AK Parti içindeki liberal isimlerin liste dışında bırakıldığı, daha muhafazakâr ve dini referanslı bir üslubun hâkim olmaya başladığı 2011 seçim kampanyası sırasında belirmeye başladı. Ancak çok uzun süre bunlar pek çok kimse için istisnai durumlardı. Batı başkentlerinde Gezi’den önce yanıp sönmeye başlayan belki de tek kırmızı ışık medyadaki özgürlüklerin kısıtlanması meselesiydi. Ama Batı’nın bazı şeylerin gerçekten yanlış gittiğini anlamasına neden olan asıl şey Gezi’deki ani patlamadır.
- Size göre bu seneki raporun en can alıcı noktası nedir?
Rapordaki en önemli eleştiri elbette polisin aşırı güç kullanımıyla ilgili. O eleştirinin orada olması için somut nedenler var. Ancak ben kişisel olarak hükümetin kutuplaştırıcı söyleminin daha büyük bir sorun olduğunu düşünüyorum. Asıl AB ile uyumlu olmayan bu. Üyelik için müzakere eden bir ülkeden beklenen bu değildir. Hükümetteki yetkili ve etkin isimlerin haziran, temmuz ayları boyunca söylediklerinin hepsini takip ettik. Sonra ekim ayında meclis açılırken Cumhurbaşkanı Gül’den dengeleyici bir konuşma geldi. Ama yaz aylarında hükümetteki hâkim üslup bence Londra’da, Berlin’de, Paris’te, Washington’da Türkiye’nin imajına zarar veren şeydir.
- Avrupa içinde Gezi’ye iki türlü bakış var. Birincisi; hükümetin ve polisin tavrının Türkiye’nin AB’ye ait olmadığını kanıtladığını savunanlar. İkincisi de; Gezi’deki sivil toplum dinamiğinin Türkiye’nin Avrupalı olduğunu kanıtladığını savunanlar. Sizce Türkiye ile ilişkilerin düzenlenmesi noktasında hangi görüş galip gelecek?
Evet böyle bir tartışma var ve tam da sizin özetlediğiniz biçimde cereyan ediyor. Elbette bazı AB üyesi ülkelerdeki siyasetçiler İlerleme Raporu’nda yer alan eleştirileri alıp, ‘Bakın Türkiye AB ile uyumlu değil’ diyecek. Ama kendi iradeleriyle sokaklara dökülen geniş kitlelerin ortaya koyduğu iradeyi nasıl göz ardı ederiz? Hiçbir siyasi partiye, sendikaya mensup olmadan, birey olarak demokratik değerleri savunmak için sokağa çıkan o insanlardan bahsediyorum. Bu bal gibi AB ile uyumlu bir tavırdır. O nedenle de İlerleme Raporu’na bakarsanız hem eleştiri var, hem müzakerelerin devamının önemine vurgu var, hem de güçlü sivil toplumla ilgili vurgu var.
ARALIKTA TÜRKİYE TARTIŞMASINA HAZIR OLUN
- Kısa vadede AB içinde hangi ülkeler Türkiye’nin kâbusu olmaya devam edecek? Merkel’le yola devam eden Almanya mı? Yoksa yine kamuoyunun Türkiye’ye bir türlü sıcak bakmadığı Fransa mı?
Asıl tehlike A, B, C ülkesi değil. Asıl tehlike müzakerelerin ruhuna egemen olan genel anlayışta. Zaten reformlar çok yavaş ilerliyor. Bu kutuplaştırıcı söylem işleri yanlış tarafa sürüklüyor. Öte yandan, Avrupalı siyasetçiler pek de Türkiye yanlısı olmayan kamuoylarını dikkate alıyor ve risk alacak hiçbir adım atmıyor. Yani iki taraftaki yaklaşım da sıkıntılı. İlerleme Raporu’ndan sonra AB Konseyi iki ay sürecek bir tartışma yürütecek. Bunun nereye varacağını birlikte göreceğiz.
- Bu sonbaharda kesinlikle bir Türkiye tartışması yaşanacak o halde.
Tabii tabii. Biliyorsunuz İlerleme raporları doğrudan Konsey’in önüne gider ve aralık zirvesi öncesinde tartışılır.
- Evet ama her aralık zirvesinde Türkiye’nin müzakereleriyle ilgili detaylı bir tartışma yaşanmaz.
Prosedüre göre rapor temel bürokratik aşamalardan geçer ve temel unsurları zirve sonuç bildirgesinde kabul edilir. Tartışma olabilir de, olmayabilir de.
- Anladığım kadarıyla bu sene bir tartışma bekliyorsunuz.
Evet, bu sene kesinlikle bir tartışma olacaktır.
- Adaylık statüsüyle ilgili mi?
Türkiye’deki demokrasinin statüsüyle ilgili.
BU ÜSLUPLA ZİRVEYE DAVET BEKLENMEZ
- Bu tartışmadan müzakereleri kesintiye uğratabilecek bir karar çıkma olasılığı nedir?
Ben şahsen müzakerelerin askıya alınmasına neden olacak bir karar beklemiyorum. Ama şu anda ciddi anlamda bir rahatsızlık var. ‘Avrupa Parlamentosu da kim oluyor, onu da, kararlarını da tanımıyoruz’ diyen bir aday ülkeden bahsediyoruz. Bunlar son derece hayret verici şeyler. Üye olmak istediğiniz birliğin bir teşkilatı olan Avrupa Parlamentosu üyeleri ve başkanıyla bir diyaloğa girmeniz şart.
- Ama bir yandan da Türkiye’nin beklediği diyalog mekanizmalarına geçit vermeyen de AB’nin kendisi. Türk hükümeti uzun zamandır Başbakan Erdoğan’a bir AB zirvesi için davet bekliyor.
Evet haklısınız. Ama hükümetin bu üslubu devam ederken böyle bir davetin gelebileceğini mi düşünüyorsunuz? Bu tür rahatsızlıklar sürerken AB cephesinde bunu isteyecek kimse olur mu sizce?
Elinizde Irak kaldı
- Sizin Türkiye’de görevli olduğunuz yıllarda sanki biraz da iki tarafta da müzakerelerin yavaş gitmesini sorun etmeyen bir anlayış hâkimdi. Türkiye zaten Kıbrıs sorunu varken Hırvatistan gibi hızlı bir üyelik süreci beklemiyordu. AB de Türkiye üzerinden yeni bir genişleme tartışması yaşamaya hazır değildi. Ancak bugün öyle bir noktaya gelindi ki Ankara sıklıkla ‘Biz de sizi istemeyiz’ kartını kullanır oldu. Bu iş çöker mi?
Hem Türkiye’de hem de Avrupa’da bahsettiğiniz yaklaşımların arkasında iç politika ve seçim hesapları var. Demokrasilerde bu normaldir. O nedenle de ‘AB olmazsa olmaz değildir’ gibi sert tonda bazı açıklamalar gelebilir. Olsun. Asıl sorun şu, söylemlerle gerçekler ters istikametlerde gidiyor. Türkiye doğrudan yabancı yatırımının yüzde 80’ini AB’den alan, ticaretinin yüzde 50’sini AB ile yapan bir ülke. ‘Dünya biziz’ şeklindeki söylemin aksine Türkiye’nin AB dışında gerçek bir alternatifinin olmadığını gördünüz. Kimmiş alternatif? Rusya mı? Mısır ve Suriye’ye ihracat çok hızlı ve iddialı ilerlemişti ama bugün elinizde kalan sadece Irak. Alternatifiniz varmış gibi görünüyor ama yok. Sosyal ve ekonomik çıpa olarak AB’ye ihtiyacınız var. Güvenlik çıpası olarak NATO’ya olan ihtiyacınız da bugün her zamankinden daha fazla. Düşünsenize, şu anda ülkenizde Patriot füzeleri için görev yapan bir dolu Amerikalı, Hollandalı ve Alman askeri var. Malatya’daki füze kalkanı için görev yapan Amerikan askerleri de cabası.
MUHALEFET BİR GÜN BİLE ÜYELİK SÜRECİNE SAHİP ÇIKMADI
- Türkiye’de AB’yi ilk yıllarında pek çok konuda AK Parti hükümetine açık çek vermekle eleştiren çevreler var. Geriye dönüp baktığınızda kurum olarak hata yaptığınızı düşündüğünüz konular var mı?
Bu tür eleştirileri ben de duyuyorum. Geriye dönük olarak düşündüğümde eleştirilerin nedenini de bir şekilde anlıyorum. Ama hatırlatmalıyım ki o dönemlerde Avrupa Birliği’nin Türkiye’de konuşabildiği hükümetten başka kimse yoktu. Oysa en son üye olan ülkelere bakarsanız, o ülkelerin hepsinde üyelik sürecine hem iktidar hem de muhalefet partilerinin sahip çıktığını görürsünüz. Eğer iktidar partisi AB politikaları konusunda yanlış yapacak olsa muhalefet partileri ‘Hayır doğrusu bu olmalı, üyelik için ihtiyacımız olan şudur’ diye hemen kampanyaya başlardı. Bu Türkiye’de hiçbir zaman olmadı. Bir gün bile, bir gün bile!
Nüfusunuz Almanya-Fransa dengesini bozacak
- Tamam, müzakere süreci devam etsin de AB içinde kimse Türkiye’nin üyeliği için aşağı yukarı bir tarih bile telaffuz etmezken bu daha ne kadar böyle devam edebilir?
AB’ye son üye olan ülkelerin önemli bir bölümü yaklaşık 15 yıl müzakere etti. Siz daha o noktada değilsiniz.
- 2020’de 15 senedir müzakere ediyor olacağız. Türkiye için gerçekçi üyelik tarihi 2020 mi yani?
Evet olabilir. Elbette önünüzde halletmeniz gereken reformlar ve net olarak yanıtlamanız gereken ‘Türkiye stratejik olarak nereye ait olmak istiyor’ sorusu var. Ama en az bunlar kadar önemli başka bir mesele daha var. Üyelik zamanı geldiğinde muhtemelen Türkiye nüfus olarak AB içindeki en büyük ülke olacak. Bu da hem Konsey’deki oy ağırlığı hem de Parlamento’daki milletvekili sayısı açısından Türkiye için avantajlı bir durum. Ancak bunun Konsey içindeki Almanya-Fransa dengesini bozacağından kaygı duyuluyor. Bunun mühim olmadığını düşünenler kesinlikle yanılıyor, çünkü bence Türkiye’nin üyeliğinin önündeki temel engel muhtemelen bu kaygı. Ancak öte yandan, AB tarihi önemli kararların alınmasında dıştan gelen baskıların daha etkin olabildiğini ortaya koyan örneklerle dolu. 2004’teki genişleme dalgasını AB kendisi başlatmadı. Bu süreci tetikleyen ve bir anlamda zorunlu kılan Sovyetler’in yıkılmasıydı. Bakarsınız yarın da dünyada AB’nin Türkiye kararını kolaylaştıracak başka şeyler olur.
AB’NİN RAHAT GÖRÜŞ AÇIKLAYAMADIĞI DOSYALAR
AB’nin Ergenekon, Balyoz, Uludere gibi konulara ilişkin görüşlerini formüle etmek hep çok zor oldu. Konuların hassasiyetini bir kenara bırakın ama her şeyden önce AB’nin bu dosyalara ulaşma şansı yok. Dolayısıyla da ancak temel prensipler üzerinden açıklamalarla kendini sınırlamak durumunda kalıyor. Bu da AB’yi temel muhalif ses olarak görmeye hevesli Türk kamuoyuna tuhaf gelebilir.
AB’NİN DEMOKRASİ ANLAYIŞI: DEMOKRASİ SADECE SANDIK DEĞİLDİR
Her yıl İlerleme Raporu ile birlikte yayınlanan Strateji Belgesi’nde ilk defa son derece hassas bir alan olan hoşgörü ve birlikte yaşama kültürüne doğrudan girildi. Biliyorsunuz İlerleme Raporu teknik bir doküman, Strateji Belgesi ise siyasi bir doküman. Siyasi mesajları olan bu dokümanda siyasi iklimin kutuplaştırılması ve uzlaşma ruhunun noksanlığı net bir şekilde eleştiriliyor. Parlamentoda çoğunluk kimde olursa olsun, Türk toplumundaki çeşitliliğe saygı gösterilmesi ve bu kesimlerle sistematik olarak istişare edilmesi çağrısı da yer alıyor. Bu vurguların kökeninde aslında AB’nin liberal demokrasi kavramına bakışını özetleyen ‘Demokrasi sadece sandık değildir. Bütün topluluklara saygı gösterilmeli ve sesleri duyulmalı’ şeklindeki temel anlayış var.
KUTUPLAŞTIRICI SÖYLEM YABANCI YATIRIMCIYI DA ETKİLER
Kutuplaştırıcı söylem, hele de Türkiye gibi farklı kültürleri barındıran bir toplumda, sizi hiçbir yere götürmez. Birlikte yaşama kültürünü pekiştirecek bir hoşgörü ortamı yaratmanız gerekiyor. Gezi sonrasında sadece AKP içinde değil, iş dünyasında da ılımlı olunması yönünde çağrı yapan sesler duyduk. Çünkü burada tehlikede olan herkesin çıkarları. Mesele sadece siyaset değil, aynı zamanda Türkiye’nin finansal pazardaki imajı. Yatırımcılar Türkiye’ye sadece coğrafya, işgücü ya da yasal düzenlemelerin yeterliliği gibi kıstaslar üzerinden bakmıyorlar. Sivil toplum dinamiği de onlar açısından önemli bir kriter.