Güncelleme Tarihi:
KLASİK DARBE OLMAZ ATİPİK MÜDAHALE OLABİLİR
- Türkiye’de artık darbe olmaz diyebiliyor musunuz?
1980’deki gibi bir klasik darbe beklemiyorum. Bir sabah uyanacağız okullarda tanklarla, bir bildiriyle uyanmayacağız. 28 Şubat’taki gibi daha derin detaylı planlanmış, uzun sürmesi hedeflenen postmodern bir darbe de belki yaşamayacağız. Ama her zaman atipik müdahaleler olabilir.
- Tam olarak neyi kastettiğinizi biraz açar mısınız?
Ordunun mensuplarının çıkıp bir bildiri okuması söz konusu olmayacak bence. Artık müdahaleler psikolojik harbin tüm unsurları kullanılarak toplumun kutuplara ayrılması ve provoke edilmesi şeklinde planlanabilir. Bunu ben Gezi’den 4 ay önce bir televizyon programında söyledim. O yüzden şimdi de tekrar ederken sıkıntı duymuyorum. Toplumun daha önce çatıştırılmış ve sonuç alınmış unsurları üzerine gidilip yönetilemez bir Türkiye tablosu çıkarmak. Hazırlanır toplum, bu ülkeyi bu siyasal iktidar yönetemiyor duygusu pekiştirilir, ondan sonra da... Bu bugün sıfırlanmış olmasa da minimum düzeyde bir ihtimal.
DARBELERİ TÜRKİYE TEK BAŞINA YAPMADI YAPTIRDILAR
- Askerin de bir şekilde müdahil olduğu bu tanımladığınız çerçeveyi Gezi’de gördünüz mü gerçekten?
Darbeler Türkiye’de sadece bir kurumun yaptığı şeyler değildi. Elbette onlar ön plandaydı ama dış bağlantıları vardı, iç bağlantıları vardı. Biz bunları da araştırdık ama komisyonumuzun süresi yeterli değildi. Şu ülkelerin rolü vardır diye somut olarak ortaya koyamadık belki ama hepimiz neredeyse iman etmiş gibi biliyorduk ki bunlar Türkiye’nin tek başına yaptığı işler değildi. Türkiye’ye yaptırıldığını düşünüyorduk biz bunların.
- Kimin yaptırdığını düşünüyorsunuz?
12 Eylül darbesinde ‘Bizim çocuklar bunu başardı’ demiştir Amerika. 1960 darbesinde Amerika’dan gelen bir mektup var, Menderes’in asılmasının ertelenmesini istiyorlar. Buradan yola çıkarak ‘ABD Menderes’in asılmasına karşıydı’ diyenler yanılıyor. Tam tersine, arka planındaki detayı görmek lazım. O sırada İzmir’de Amerikan askerlerinin bir tatbikatı var. Ondan önce ülkede bir kargaşa olur mu endişesiyle diyorlar bunu. Bunları anlatırken, sadece Amerika’yı kastetmiyorum. Ama kimin ne rolü olduğuyla ilgili benim elimde somut bir veri yok.
- Geçmişteki olayları değerlendirirken Gezi’yi neden telaffuz ettiniz peki?
Bir hukukçu olarak, hem de ceza hukukçusu olarak somut bir suçlama yapmadan evvel çok dikkatli davranmaya çalışıyorum. Bu olay tam da budur demiyorum. Ama Gezi’den sonra ortaya çıkan çatışmalara bakalım. Mesela bir yıl önce Türkiye’de bir Alevi-Sünni çatışması yoktu. Şiddetle hak arama yöntemlerinin belli kesimler tarafından meşru görülmesi hiçbir meseleyi çözmez.
BİZİM ZAMANIMIZDAKİ GENÇLER PROVOKATÖRLERİN PEŞİNDEN GİDERDİ GEZİ’DEKİLER GİTMEDİ
- Başa dönelim o halde. Eğitim bakanlığı da yapmış bir siyasetçi olarak Gezi’deki gençleri şiddet yanlısı olarak mı tanımlarsınız?
Şiddete hiç taraftar olmayan bir kitle bu. Artı, bu çocuklar AK Parti iktidarı döneminde yetişmiş çocuklardır. Kendilerini demokratik olarak ifade etme tarafları çok daha yüksek bir nesil bize göre. Bu yaş grubunda çocuğu olan ve çevresinde sayısız genci görmüş bir anne olarak söylüyorum. Ben bakanken okullara gittiğimde hiç de bizim gençliğimizdeki gibi çocuklarla karşılaşmıyordum zaten. Ergen araştırması yaptırdık, bu neslin nasıl bir nesil olduğunu o dönemden okuduk biz. Gezi’nin ilk başlarında talep ettikleri konuyu doğru bir şekilde ifade ederek yola çıkan gençler oradaki değişimi ve dönüşümü gördükten sonra zaten çekildiler. Gezi üzerinden başka dizayn hesapları olan provokatif kitlelerle ilişkileri ya da akrabalıkları yok bu grubun. Bu gençler onların arkasına takılıp gitmedi. Bizim zamanımızdaki gençler olsaydı giderdi. İşte o da bir kazanım. Biz yetiştirdik onları, bizim çocuklarımız.
Dekolte siyaset konusu değildir
- Hüseyin Çelik’in dekoltesini eleştirmesinin ardından bir televizyon kanalında program sunan Gözde Kansu’nu işine son verildiği iddiası ortalığı karıştırdı. Hayat tarzına müdahale tartışması yine alevlendi.
Bizim en büyük hatalarımızdan bir tanesi çok istisnai olaylar üzerinden yola çıkarak genel değerlendirmeler yapıyoruz. Ne kadar köpürtürseniz ve genele yaymaya çalışsanız da bu spesifik bir olaydır. Bu olayla ilgili konuşmaktan imtina ediyorum, çünkü bazen birileri bu olaydan kahramanlık çıkarıyor. Bu kanalda veya o kanalın yayın kuruluşlarında hiç böyle bir şey görmüyor muyuz? Ben o kanalda işten çıkarılan kişinin dekoltesinden çok daha dekolte şeyler görüyorum.
- Peki bu siyasetin konusu mudur?
Siyasetin konusu değildir, o ayrı bir şey. Ben siyasi bir kimliğin açıklamalarına olumlu veya olumsuz tercümanlık yapamam. Sadece kendi bakış açımı ortaya koyarım. Ben kendi adıma bu tür değerlendirmeleri doğru bulmam. Ama koparılan fırtınanın reel bir karşılığı da yok. Yaşam tarzlarını garanti altına alan ve ayrımcılık yapılmasını suç haline getiren bir iktidardan söz ediyoruz.
- Türkiye’de hâlâ bu tür tartışmalar kadınların dış görünüşü üzerinden yürüyor. Siz de sıklıkla görünüşünüzle ilgili klişelere maruz kalan bir kişisiniz. Bunu neden aşamıyoruz?
Tabii. Bunu aşmış değiliz. Dünyada da bu var aslında. Fransız Parlamentosu’nda geçen hafta Yeşiller Partisi mensubu bir kadın milletvekili konuşurken muhafazakâr partinin milletvekilleri sürekli gıdaklamışlar, tavuk demek istemişler. İnanamadım. Biz de muhafazakâr bir partiyiz. Bir an bunu bizimle CHP’ye uyarladım kafamda, olmadı. Bunu aslında ‘O kadar da kötü değiliz’ demek için anlattım. Eksiklerimiz yok demiyorum elbet. ‘Kadınların nasıl oturup kalkması gerektiği erkeklerin tanımladıkları sınırlar içinde olmalıdır’ diye bir algıları var. Bu hangimize yönelirse yönelsin doğru bir şey değil. Kategorik olarak karşıyım.
ÖLÇÜYÜ TOPLUMSAL DEĞER KOYAR
- Bunu dekolteyi de içine koyarak mı söylüyorsunuz?
Başörtüsünü savunduğum gibi tüm kadınların istedikleri gibi giyinmesini, toplumla çelişmeyecek her türlü giyim kuşamı savunurum. Bir ölçü koymuyorum, bu ölçüyü toplumsal değerlerin koyacağını düşünüyorum. Ama zorlayıcı bir dayatmanın kimseye yapılamayacağını düşünüyorum.
DAYATMAYLA İKİYÜZLÜ TOPLUM YARATIRSINIZ
- Siz kendi partiniz içinde giyim kuşamınızla ilgili hiçbir dayatmayla karşı karşıya kaldınız mı?
Yok hayır kalmadım, çok açık söylüyorum. Dayatmayla daha ikiyüzlü bir toplum yaratırsınız. O zaman insanlar ‘İşimi bu yüzden kaybettim, kaybetmemek için şöyle davranayım’ der. Oluşturulan bu iklimin insanlar üzerinde daha kötü etkisi olacağını düşünüyorum. Evet bana yapılamaz ama bundan bir şekilde etkilenip sahte davranışlarda bulunabilecek insanlar var. Buna yol açarız. Buna yol açmamak adına böyle bir iklim oluşturmayalım hiçbirimiz. Benim mensubu olduğum siyasi parti muhafazakâr bir parti. Ben de muhafazakâr demokrat bir kimliğim. Bugüne kadar benim hiçbir şeyimle ilgili bırakın yargılamayı şöyle ters bir bakışla bile karşılaşmadım. Öyle olsaydı ben burada siyaset yapamazdım. Belki dışarıdan herkesin beni muhalif ve ayrıksı görme eğilimi vardı ama ben muhalif olmadım hiçbir zaman.
- Muhafazakâr bir partide siyaset yapıyor olmanız boşanma kararını verirken zorlanmanıza neden oldu mu mesela?
Hayır, hiç olmadı. Hiçbir olumsuzlukla da karşılaşmadım. Tek bir olumsuz söz bile duymadım kendimle ilgili.
Çocuklar ilk defa başörtülü görmüyorlar
- Demokratikleşme Paketi’yle gelen ‘öğretmenlere başörtüsü serbestisi’, tartışmaları da beraberinde getirdi. Bazı velilerin ‘Öğretmenini bir gün önce açık gören çocuk bir gün sonra kapalı görüyor. Travma yaşayacak’ şeklindeki argümanlarına bile tanık oluyoruz.
Aaa çok komik. Bu toplumda yaşayan çocuklar hayatlarında ilk defa başörtüsü görmüyorlar, bu bir. Çocuklar yetişkinlere göre çok daha gerçekçi ve çok daha hızlı algılarlar, bu iki. Başörtülüler öcü değil ve onları bir korku unsuru olarak algılayacak bir durum olacağını hiç zannetmiyorum. Bunları söyleyen veliler acaba çocuklarını sokağa çıkarmıyor mu? Çocuklar sokakta başörtülü birisini gördüğünde korkuyor mu? Çocukların ve onların masumiyeti üzerinden başka türlü bir izah tarzına girişiliyor. Bu çok yakışıksız. Bunlar demokrasinin tadını kaçıran şeyler.
Devlette anadil en az 20 yıl ister
- Anadilde eğitimi başlatmak için devlet okulları yerine özel okulların seçilmesini ‘Devletin malum refleksleri devam ediyor’ şeklinde algıladı Kürtler.
Anadilde eğitim bir haktır. Fakat tartışılan anadilde eğitimin nasıl yapılacağıdır. Halen anayasamızda ‘Devletin resmi dili Türkçedir’ diyor. Dolayısıyla anadilde eğitim için öncelikle bir anayasa değişikliği gerekiyor. Ayrıca, devlet okullarında bunun hayata geçirilmesi için çok uzun ve zorlu süreçler gerekiyor. Her şeyden önce anadilde eğitim fakülteleri kurup Kürtçe öğretebilecek öğretim görevlileri yetiştireceksiniz. Bugün ‘Evet bunu yapıyoruz’ deseniz bile bu, en az 20 yıllık bir hazırlık sürecidir.
- Şu anda devlet buna hazır mı ki?
Hayır değil, o ayrı. Anayasa’da resmi dil Türkçe. Devlet bir süre sonra kısmi finansman sağlayıp özel eğitim kurumlarını teşvik de edebilir. Bu arada biraz dünya örneklerini inceleyelim, uygulamayı görelim. Eğitim hızlı pratize edebileceğiniz bir alan değil. Ne hızlı pratize edebilirsiniz, ne de hızlı sonuçlarını alabilirsiniz. 10 yılları alıyor bir dersi planlamak. Bu çocuklar tamamen Kürtçe okuyup sonra resmi dilde sınava girdiklerinde nasıl başarılı olacaklar? Özel eğitim kurumlarında hangi öğretmenler ders verecek bugün?
- Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü mezunu Kürtçe öğretmen adayları var.
Orası bir enstitü. Türkiye’de öğretmenlik yapabilmek için eğitim fakültelerinden mezun olmanız gerekiyor. Böyle bir fakülte yok.
- Kanun değiştirilemez mi, illaki önce fakülte mi kurulmalı?
Fakülte kurulmalı bana göre. Bana kızacaklar ama o enstitüdekiler öğretmen olarak mezun olmadı. Bana göre öğretmen değiller. Tıp fakültesini bitirmeden doktor olmayı istemek gibi.
Devlet vatandaşın mezhebini belirledi
Devlet, ulus devleti inşa ederken tanımlamalar yaptı, makbul vatandaş derken içini şununla doldurdu; Türk olmak, Müslüman olmak, Sünni olmak. Mezhebine kadar belirleyip ‘Böyle olacaksın’ dedi. Öyle olmayan, biraz farklılık arz eden herkes bu ülkenin iç tehdit kavramı içerisindeydi. O iç tehdit zaman geldi gayrimüslimler oldu, zaman geldi Kürtler oldu, zaman geldi dindarlar oldu. Yoksa da üretildi. Laboratuvarlarda sosyal fobik ortam oluşturuldu ve topluma dayatıldı. ‘Böyle olursa bölünürüz’ün pilot denemesini yapmadık ki hiçbir yerde. Gerçekte yoktu bana göre.
Cinsiyetimle barışığım
- O eleştirdiğiniz siyasetteki erkek egemen kodları fazlasıyla kullanan bir kadın siyasetçi olduğunuzu düşünenler var.
Aslında kadın gibi kadın siyasetçiyim ben. Kendimi öyle tanımladım. Öyle de görünmeye çalıştım, erkek gibi görünmeyi reddettim. Onların davranışlarını kopyalayan bir şekilde siyasette olsam, davranışlarımla da kadın değilsem o zaman siyasette olmamın bir anlamı yoktur. Hem davranışlarımla, hem görünüşümle, hem kişiliğimle ben bir kadınım. Hiç reddetmedim cinsiyetimi ve cinsiyetimle çok barışık biriyim.
- Neden sizden daha fazla yok peki?
İnşallah bu konuda bir kitap yazacağım. Bir kadının siyasette olması içinde milyon tane riski barındıran bir şey. Önemli rollerin her zaman erkekler tarafından yerine getirilebileceği yargısının değişmesi için siyasi süreçlerde alt kademelerden itibaren kadınların artması lazım. Türkiye’de siyasal süreçlerden hiç geçmemiş kadınlar seçimlerde aday gösterilir. Akademisyen, gazeteci birilerine teklif götürülür o da kabul eder, milletvekili olur, bir dönem kalır, meclis nasıl çalışıyor onu bile anlamadan gider. Yüzde 80’inin siyasete giriş süreçleri böyledir. Bu kadınların isimlerini bile hatırlamıyoruz. Yine de ilerliyoruz. 2011 seçimlerinde Meclis’e epey kadın girdi. Ben eskiden grubumuzda sıralara baktığım zaman döpiyesli kadınları seçemiyordum. 550 kişide 24 kişiydik. Şimdi sayı çoğaldı. Yeterli mi? Değil. Ama ümitvarım çünkü önemli rolleri kadınların da üstlenebileceğine dair rol modeller oluşmaya başladı.