Güncelleme Tarihi:
Türmen’in derdi, sokaktaki insana haklarını ve o haklar için mücadele etmelerinin değerini anlatabilmek. Önemli olan, iktidarın gücü karşısında kendini güçsüz hisseden herkese ‘insan hakları’ silahını kullanmayı öğretmek. Gezi protestolarının ikinci yıldönümüne denk gelmese de içinden Gezi geçen bir söyleşi olacaktı. Zira kim ne derse desin Türmen, Gezi’nin AK Parti dahil tüm siyasi partilerin siyaset etme biçimini birebir etkilediğini düşünüyor.
İnsan hakları ihlalleri açısından Türkiye’nin en kötü dönemi hangisidir?
-1990’lar korkunç yıllardır. Bunu AİHM’deki davalardan da görürsünüz. Oradaki yargıçların havsalasının alamayacağı kadar korkunç davalardır. Köy boşaltmalar, gözaltındaki kayıplar, faili meçhuller... Bu davaların hepsini kaybetti Türkiye. Güneydoğu’da Kürtlere karşı yapılan, kitlesel bir insan hakları ihlalidir. Ondan sonra 2000’li yıllardan itibaren Türkiye normalleşmeye başladı ve daha ‘terbiyeli’ insan hakları ihlalleri olmaya başladı. Daha bireysel ihlallerden bahsediyoruz. Düşünce özgürlükleri, mülkiyet hakları...Ama 2015 yılına baktığımız zaman yeniden kitlesel insan hakları ihlallerine dönüş görüyoruz.
Bugün Türkiye’de devletin yaptığı kitlesel insan hakları ihlallerinin ilk üçü hangi dosyalarda?
-Toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı kitlesel bir biçimde çiğneniyor. AİHM önünde yüzlerce dava var, hepsinden ihlal kararı çıkıyor. Şimdi üç kişi hükümeti protesto etmek için Taksim’e çıkın, başınız derde girer. İkincisi, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının ihlali. Üçüncüsü de basın ve ifade özgürlükleri ihlali. Sokaktaki insanın ihlalleri fark edip haklarına sahip çıkması, insanın ‘insan hakları benim işim’ diyebilmesi çok çok önemli.
Siyaset sadece Meclis’te yapılmıyor. Siyasetin kamusal mekânlarda yapılması da çok önemli. İnsanların kamusal mekânlarda bir araya gelerek sorunlara çözüm aramaları, istiyorlarsa eleştiri ya da protesto yapabilmeleri demokrasi açısından çok önemli.
DİRENEN GRUPLAR ARASINDA BAĞLANTI ŞART
‘Makul şüphe’ gibi muğlak bir tanım ve polise ateşli silah kullanma yetkisi veren İç Güvenlik Yasası varken insanlara “Sokakta siyaset yapın” demek “gidin çatışın” gibi algılatılıyor. Nasıl olacak da kamusal alanda siyaset yapma hakkımızı bu yasaya rağmen kullanabileceğiz?
-Bir kere şunu hatırlamak lazım: Bir ülkede korku varsa demokrasi yoktur. Türkiye’de korku var, baskı arttıkça da korku artacaktır. Buna karşı direnme yolları nelerdir? Mesele şimdi Türkiye’de budur. Kitlelerin ilk olarak ‘bu benim işim’ diye benimsemesi ve eklemlenip ortak bir cephe oluşturması gerekiyor. Direnen gruplar arasında bir bağlantı kurabilmek önemli.
Türkiye’de toplum haklar mücadelesinde çekimser mi umursamaz mı? Sorun tam olarak nerede?
-Türkiye’de insan hakları savaşarak zorla elde edilmedi, bir insan hakları mücadelesi verilmedi. Uluslararası sözleşmelere uyduk, insan haklarını dışardan aldık öğrendik. İnsan hakları, üzerimizde hep ödünç alınmış bir palto gibi durdu. Toplumda içselleştirilmiş bir değer sistemi değil bu. Topluma bunun aslında onların gündelik hayatıyla ilgili bir şey olduğu anlatılabilmeli. Eğer Türkiye’de demokrasi ve insan hakları yoksa sizin ekonomik refahınız da yükselmez, huzur içinde yaşayamazsınız. Cebinizdeki paranın tek başına bir değeri yok, bir sistemin içinde değeri vardır.
Türmen: “Benim çizdiğim sınırılarlarda kalırsanız yaşarsınız” diyen bir iktidar var.
BÜTÜN SİYASİ PARTİLERİN GEZİ DÜŞÜNCESİNE SAHİP ÇIKMASI LAZIM
Gezi, bence Türk siyasi ve toplumsal hayatındaki en önemli dönüşme noktalarından biri. Yeni bir demokrasi arayışı ortaya çıktı. Ortaya çıkan zihinsel çerçeve Türk siyasi hayatını çok etkiledi. AKP’nin Gezi’yi anlayamamış olması toplum üzerindeki hegemonik yapısının sona ermesinin başlangıcıdır. Etkilerini bugün bütün sol siyasi partilerde görüyorsunuz. HDP’de bunu çok somut görüyorsunuz. CHP de etkilendi bundan ama belki CHP’nin etkilenmesinin sonuçları belki daha uzun vadede görülecektir. Bütün siyasi partilerin Gezi düşüncesine sahip çıkması lazım.
OTORİTER DEMOKRASİ DEMOKRASİNİN SADECE GÖRÜNTÜSÜNÜ KORUYOR
Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan bir kavram var: Otoriter demokrasi. Macaristan’da, Venezuela’da falan gördüğünüz model budur. Hukuk devletini ve insan haklarını çiğneyen bir iktidara dönüşüyor. Ama diğer otoriter-totaliter modellerden farklı olarak basını bir parça bırakıyor, meclisin bir parça çalışmasına izin veriyor. Görüntüyü ve fasadı koruyor. Görüntüde bir meclis var, bir yargı var, gazeteler çıkıyor, hatta hükümeti eleştiren gazeteler de çıkıyor... Ama onun da sınırı var! Siz yaşıyorsunuz işte Hürriyet’te. “Benim çizdiğim sınırların içinde kalırsanız yaşarsınız” diyen bir iktidar.
YOKSUL OLMAMA DİYE BİR HAKKINIZ VAR!
Yoksulluk ve işsizlik kader değil. ‘Yoksul olmama’ diye bir insan hakkı var. Yoksulun ortadan kaldırılması devletin yükümlülüğü. Halbuki bu mesele Türkiye’de bir hayırseverlik konusu olarak görülüyor. Oysa bu sosyal haklar insan haklarının önemli bir parçası. Karnı doymayan insan demokrasiyle falan ilgilenmiyor. İnsanlara refah düzeyinin temel hak ve özgürlüklerle ne kadar ilgili olduğunu göstermek lazım.