Emel ARMUTÇU
Oluşturulma Tarihi: Ocak 27, 2002 00:07
Ne yazık ki onu 17 Ağustos'tan önce tanıyamadık. Amerika'dan Japonya'ya dünya tanıyordu ama biz buyuz işte. Yine de, insanın içine sıcaklık veren yüz ifadesi ve mavi gözleriyle, o kara günlerimizde çoğumuza o candostu oldu; en çok ona güvendik, onun söylediklerine kulak kabarttık, o söyleyince inandık.
Şimdi Marmara Üniversitesi Hastanesi'nde yaşam mücadelesi veriyor. Beyin damarlarındaki bir tıkanıklık bu erken yaşta onunla aramıza bir ayrılık koydu. Ama hayır, bir şey yok, 27 yıl boyunca .özellikle Kuzey Anadolu Fay Hattı olmak üzere tüm Türkiye'yi adım adım gezmekten, toprağı dinleyip uzaya sinyaller göndermekten, ders vermekten, dert anlatmaktan, uyuyan bir kalabalığı harekete geçirmeye çalışmaktan, hiç ara vermemekten yorgun sadece, uyuyor. Tüm Türkiye onun uyanmasını bekliyor. Bekliyoruz. Hayranı olan öğrencileri, hastane koridorlarında ve bahçesinde tıpkısının bıyıksızı olan ikizinin yolunu kesen ‘‘kamuoyu’’, İTÜ sitesine gönderilen yüzlerce mesaj diyor ki, ‘‘Geri dön Aykut Hoca, sana ihtiyacımız var!’’
16 Aralık 1951 günü öğlene doğru, İstanbul'da doğdular; ağabeyleri Güneş ve ablaları Ay'ı takiben, Aykut ve Günkut olarak. İşine düşkünlüğü nedeniyle hayatı boyunca her yere geç kalacak olan Aykut, nasılsa bu kez 15 dakika erkenciydi, dolayısıyla büyüklük payesi ikizi Günkut'a verildi. Dört kardeşe bu nevi isimlerin verilmesi edebiyat öğretmeni baba Kamil Barka'dan kaynaklanıyorsa, ikizlerin pozitif bilimlere ilgisi de matematik öğretmeni anne Melahat Barka'dan mirastı. Öyle bir ilgiydi ki bu,
ikizler daha iki küçük afacan suretindeyken başlayacak; Fatih Çarşamba'daki iki katlı evin bahçesinde Aykut toprağın altında neler olduğunu merak ederken, Günkut o toprağın üzerine küçük kulübeler kuracaktı Ve liseyi bitirip, birincisi İstanbul Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği'ne, ikincisi İnşaat Fakültesi'ne yazılana kadar aynı sınıflarda sürekli karıştırılacaklardı.
AİLENİN YARAMAZIEğitim hayatlarına şimdi adı Ahmet Rasim olan Karagümrük İlkokulu'da başladılar. Ortaokul yıllarında bir yıl annelerinin matematik öğretmenleri olması dışında, eğitim hayatlarında çok zorluk çektikleri söylenemez. Yalnız, Günkut'un dersleri Aykut'tan hep bir gömlek daha iyi oldu. Aykut bunu hep onun ‘‘şanslı’’ olmasına yordu ama aslında birbirlerine çok benzeseler de, kişiliklerinde belirgin farklar vardı. Günkut Aykut'a göre daha düzenli ve sakindi. Aykut ise aktif ve ‘‘maceracı’’ kişiliğiyle, Türkiye'nin ve dünyanın her yerinde sürekli hareket halinde olmasıyla, başta ikizi olmak üzere tüm ailenin her daim merakta beklediği ‘‘yaramaz çocuk’’ olacaktı. 50 yaşına girdikleri bu yıl bile... Aykut zayıf not aldığında kendisinden daha çok üzülen ikizinin bir işi de Aykut'u ‘‘durultma’’ çabasıydı belki. Boşuna bir çaba tabii...
Boşunaydı çünkü Aykut Barka üniversiteyi bitirip kısa bir süre Türkiye'de MIT (Massachussets Institute of Technology) adına çalıştıktan sonra bursu kapıp İngiltere'ye uçtu ilk. Bristol'de Kuzey Anadolu Fay Hattı'yla ilgili doktorasını tamamladıktan sonra, bu kez ABD MIT'te çalışmak üzere Yeni Dünya'ya attı kapağı. Sonrasında, ama hoca, ama uzman, ama araştırmacı olarak, Japonya'dan Paris'e, İzmit'ten güneydoğuya, hep ‘‘arazi’’de olacaktı. Dolayısıyla aile de merakta; şimdi nerede, ne yapıyor diye. Bir Erzincan'dan arardı, bir Mardin'den, bir Paris'ten, yakalamak zordu. Boğaziçi Üniversitesi'nden sonra İTÜ Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü'ne geçen Aykut Barka, hayatımıza 1999'da acı, keskin ve mutlak bir şekilde giren Kuzey Anadolu Fay Hattı'nı Türkiye'de ve dünyada en iyi tanıyan insandı. Üstelik bu hat hayatımıza bu şekilde girmeden çok yıllar önceden beri, adım adım çiğnemişti her yerini.
TAMİRCİ PROFESÖRUluslararası literatürde kaynak olarak gösterilen 150'den fazla makale yazmıştı. CNN'nin 17 Ağustos depremi haberini verirken telefonla bağlandığı ilk kişiydi. 99 öncesi, üst üste konsa sağlam bir bina yapacak kadar çok deprem sempozyumu kitapçığı yazılmasına rağmen devletin, belediyelerin ve kamuoyunun ilgisizliğinden, Kuzey Anadolu Fay Hattı'yla 27 yıllık beraberliğinin yeteri kadar değerlendirilmediğinden yakınıyordu. 99 sonrası ise hiçbir şeyin olması gerektiği kadar olmadığından. Masa başında ahkam kesenlerden, öğrencilerinin deyimiyle ‘‘deprem televolecileri’’nden değildi. PKK terörünün kol gezdiği arazilerde tek başına bir adam ola ki göze çarptıysa, O Aykut Barka'ydı, toprağı dinleyip uydulara sinyal göndermekle meşgul. Zaman zaman da yolda kalan otomobilleri tamir etmekle! Nasıl mı? İşte bilim adamı Barka'nın, neden onu 17 Ağustos öncesi tanımadık dedirten insan tarafı buralardaydı:
Barka, genel olarak eski araba, özel olarak da 1972 model Peguet hastasıdır. Çok uzun yıllar, ölmüş bir halde aldığı, tamir ettirerek ve sonra da bizzat tamir ederek kullandığı 1972 Peguet'su bir gün tamircinin elindeyken elektrik kontağından dolayı yanınca ağlamıştır. Koca profesör! İyi insan! Ama allemler ve kallemler onun işidir; Ankara'da bir Peguet 1972 daha bulur (Hála onu kullanıyor, şu anda tamircide) tabii ona da sık sık müdahale gerekir. İkizi Günkut Barka'nın ondan şöyle telefonlar alması vakayı adiyedendir: ‘‘Günkut, ben Erzincan'dayım. Taksim'de şu şu Peguet ustasına git, bana debriyaj tamir takımı al, yolla!’’ İşte bu koca profesör, yine güneydoğunun arazilerinde uydular ve toprak arasındaki ince mesleğini sürdürürken aşağıdan geçen yolda bir taksi görür bir gün. İçinde müşterilerle yolda kalan taksinin şoförü, kaputu açıp bir süre uğraştıktan sonra otostop yapmaya başlar. Tepeden aşağı inen iyi giyimli ve kibar adamın sorularına ‘‘Arabanın gaz teli kopmuş. Ben şehre gidip tamirci getireceğim ama müşteriler de burada’’ diye yakınır. ‘‘Boşver’’ der Barka, arabasının bagajı tamir aletleriyle doludur, kaputu açar, işi halleder. O yıllarda oralarda ilkokul hocası bile göremeyen taksicinin, Barka'nın İTÜ profesörü olduğunu öğrendiğinde düştüğü şaşkınlığı siz düşünün.
MESLEĞİ HER ŞEYİGündelik hayatta ‘‘insan’’dır. Etrafında her daim bir hayran kitlesi barındırır. Öğrencilerinin tezlerini kendi teziymiş gibi ele alır; her şeyleriyle ilgilenir. ‘‘Öğrencim iyi olmalı, bu benim şerefim’’ der. Sokaklardan topladığı bakıma muhtaç hayvanları veterinere koşturur. Arazi gezilerinden rapora dönüşecek verilerin yanısıra sümüklü Anadolu çocuklarının fotoğraflarıyla döner. Kendisi bir türlü aklında tutup anlatamasa da fıkra dinlemeye bayılır. İkiziyle birlikte babadan kalma Galatasaraylıdır üstelik. Yaşamayı sever; bir şartla, en çok çalışırken yaşamayı! İşi her şeyidir. Kadınlarla da arası hep iyi olmuştur ama hepsi sitem etmiştir ona, yeteri kadar zaman ayırmadığı için.
Seveni öyle çoktur ki; üç haftadır başından ayrılmayan ilkokul arkadaşları, ikizinin önünü sürekli kesip geçmiş olsun dileklerini belirten insanlar ve İTÜ'nün sitesinde kendisine açılan bölüme mesaj yağdıran öğrencileri, arkadaşları, hayranlarıdır bunun kanıtı. Yüzlerce mesajın ortak noktası ‘‘geri dön’’ çağrısıdır. ‘‘Sizin gibi bilim adamı kolay yetişmiyor’’dur, ‘‘Daha yapacak çok işiniz var’’dır, ‘‘Dualarımız sizinle’’dir. ‘‘Hocam siz ne ne depremler gördünüz. Dilerim bu depremden de kurtulur sayenizde bilgi sahibi olabilen bizleri, birkaç bilim ve akıl dışı şarlatanın, utanmadan bunlardan yararlanıp reyting yükselten TV programlarının eline bırakmazsınız’’ der bir öğrencisi. Öbürü merak eder, ‘‘Biz artık kimi görünce sevineceğiz, kime üzüleceğiz koşturuyor diye, kim tatlı tatlı kahkaha atacak koridorlarda?’’
Bir meslektaşı ‘‘Sensiz ülkemizde yerbilimleri kısırlaşacak, toplantılarımız renksizleşecek’’ diye hesapta korkutur! Bir diğeri, evde yerlere yayılarak yaptıkları sismik kesit incelemelerini özler. Kimi öğrencisi ültimatomu çeker: ‘‘Hocam Türkiye'yi daha yaşanır bir yer yapmak için hadi kalkın o yataktan ve İTÜ'ye geri dönün!’’ Ama işte onu iyi tanıyan bir öğrencisi son noktayı koyar: ‘‘Acele etmeyin arkadaşlar! Aykut hoca biraz gecikti diye ders düşer mi? Bazen geç gelir ama mutlaka gelir!’’
Evet, ikizi Günkut Barka da böyle düşünür. Onu dünyada herkesten daha çok tanıyan, yıllar önce Amerika'da kaza geçirip kolunu kırdığında, burada kolunun ağrısıyla yatağında dönenip duran; dişlerinden problemi olduğu için Aykut Barka'nın her dişi ağrıdığında ‘‘Kahretsin yine Günkut'un dişi ağrıyor’’ diye yakındığı ya da işten güçten dolayı tıraş olamadığı zamanlarda ‘‘Günkut oğlum, tıraş olsana, ben olamıyorum işte’’ diye espri yaptığı ikizi de böyle der: ‘‘Hayır kolay kolay bırakmayacak, belki her zamanki gibi geç kalacak o kadar!’’