Oluşturulma Tarihi: Kasım 02, 2004 00:00
Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, "Türkiye’nin üniter devlet yapısını tartışmaya açmak TSK tarafından tasvip edilemez" dedi.Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, “Bulunduğu bölge itibarıyla Türkiye'nin iç güvenliğinde en küçük bir sarsıntı, bir göle atılan taşın yarattığı halkalar gibi bulunduğu bölgeden başlayarak geniş bir çevreyi etkileyecek güçtedir” dedi.Orgeneral Başbuğ, “Azınlık hakları bireysel haklar olup bu hakların ilgi alanı kültürel alandır. diğer bir deyişle, azınlık haklarını grup haklarına dönüştürmek ve ilgi alanını siyasal alana yaymak konuya ilişkin uluslararası kabul edilen görüşlerle uyumlu değildir” diye konuştu.Orgeneral Başbuğ, Genelkurmay Karargahı'nda düzenlediği basını bilgilendirme toplantısında, AB'nin 6 Ekim'de açıkladığı İlerleme, Tavsiye ve Etki raporları güvenlik boyutunda incelendiğinde, basında yoğun olarak gündeme getirilen ve her kesimde tartışılan azınlık konusunun öncelikle değerlendirilmesi gerektiğini belirtti. Orgeneral Başbuğ, şunları kaydetti:“Bulunduğu bölge itibarıyla Türkiye'nin iç güvenliğinde en küçük bir sarsıntı, bir göle atılan taşın yarattığı halkalar gibi bulunduğu bölgeden başlayarak geniş bir çevreyi etkileyecek güçtedir. Bu nedenle Türkiye'yi coğrafyası, yönetim yapısı, ekonomisi, dini, tarihi ve benzeri nedenlerle sorgulayan ülkelerin en çok da kendi güvenliklerini korumak için huzurlu ve güvenlikli bir Türkiye'ye tahminlerinden çok daha fazla ihtiyaçları vardır. Bugüne kadar gerek terörle mücadelede, gerekse bölgesel krizlerde Türkiye'nin çoğu zaman tek başına verdiği mücadelenin ve istikrara desteğin takdiri beklenmemekle birlikte, iç dengeleri açısından Türkiye, sorunlu bir yapıya dönüştürüldüğünde sonuçlarını tüm ülkeler tahmin etmek durumundadır.Türkiye Cumhuriyeti üniter bir devlettir. Üniter devlet, ülke, millet ve egemenlik unsurları ve keza yasama, yürütme ve yargı organları bakımından teklik özelliği gösteren devlet olarak tanımlanır. Buna göre, üniter devlette tek bir ülke, tek bir egemenlik ve tek bir millet vardır. Bu kapsamda, Anayasamızın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif bile edilmeyecek olan 3. maddesinde yer alan, Türkiye'nin üniter devlet yapısını tartışmaya açmak TSK tarafından tasvip edilemez.”Üniter devlet tanımında yerini bulan millet kavramının ise dil, kültür ve ülkü birliğiyle birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu bir siyasi ve sosyal olgu olarak tanımlayan Orgeneral Başbuğ, bu noktada
Atatürk'ün, Türk milletini, “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” şeklinde tanımladığını belirtti. -AZINLIK KAVRAMININ TANIMI...-Orgeneral Başbuğ, Türk milletini oluşturan Türkiye coğrafyası üzerinde ve ülkü bağıyla birbirine bağlı olan Türkiye halkının, üniter devlet yapısı içerisinde bir millet olarak tanımlandığını ifade ederek, şöyle devam etti: “Atatürk'ün bu görüşü bugünkü Anayasamızda da hukuklaştırılmıştır. Ancak bugün millet kavramı ve tanımı üzerinde kamuoyunda yapılan bazı tartışmalar ile millet kavramının teklik niteliği bozulmaya çalışılmaktadır. Oysa millet kavramı ayrıştıran değil, bütünleştiren bir olgudur. Millet bir bütündür parçalardan ibaret görülemez. Böyle görülürse bu parçaların her biri vatanın da parçalarına sahip çıkma temayülü gösterir. Bu ise devletin parçalanmasına giden yolu açar.Azınlık konusunun Türkiye'nin güvenliğiyle ilgili önemi açıktır. Bilindiği gibi azınlık konusu oldukça karmaşık bir konudur. Bu nedenle, değerlendirmelerin sağlıklı ve doğru bilgiler ışığında yapılması önemlidir. İlk önce konuya genel bakış açısıyla, diğer bir deyişle uluslararası belgeler çerçevesinde bakmanın yararlı olacağını değerlendirmekteyiz. Uluslararası hiçbir belgede azınlık kavramının ortak bir tanımı bulunmamaktadır. Her şeyden önce söz konusu bütün belgelerin azınlık haklarını bireysel hak olarak gördüğünü belirterek, azınlıklarla ilgili uluslararası belgelerde yer alan şu temel noktaları ifade etmek istiyoruz:-Etnik, kültürel, din ve dil ayrılıkları mutlaka ulusal azınlıkların yaratılması sonucunu doğurmaz.-O halde azınlıklar nasıl oluşur? Öncelikle bireyin kendisini toplumun diğer kesimlerinden farklı olarak görmesi şarttır. Bu farkı görmeyenler zorla farklı duruma sokulamaz. Ayrıca bireyin, kendisinin, kendisi gibi düşünen bir azınlık grubuna ait olduğunu hissetmesi gerekir. Burada üzerinde önemle durulması ve iyi anlaşılması gereken nokta, azınlık haklarının bireysel olduğu, grup hakkı olmadığı hususudur. Uluslararası sözleşmelerde de öngörüldüğü gibi, birey kendi kimliğini belirlemede özgür olduğundan bir gruba ait olup olmadığını açıklamak bireyin kendi tercihine kalmıştır.Avrupa Konseyi'nin Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşmesi'ne ve bu sözleşmeye ilişkin devletlerin deklarasyonlarına bakarsanız, her devletin ülkesinde azınlık olup olmadığı konusunda karar vermede egemen olduğunu görürsünüz. Anılan Çerçeve Sözleşmesi, bireysel azınlık haklarının kullanılmasının ilgili ülkenin toprak bütünlüğüne ve ulusal egemenliğine karşı kullanılamayacağını açıkça ifade etmektedir. Aslında azınlık haklarının grup hakkı olarak tanınmasının uygun olmayacağı düşüncesi de bu hususa dayanmaktadır.Buraya kadar ifade edilenlerden şu sonuçları çıkarabiliriz: Azınlık hakları bireysel haklar olup bu hakların ilgi alanı kültürel alandır. Diğer bir deyişle, azınlık haklarını grup haklarına dönüştürmek ve ilgi alanını siyasal alana yaymak konuya ilişkin uluslararası kabul edilen görüşlerle uyumlu değildir.Lozan Barış Andlaşması görüşmeleri sırasında azınlıklar konusunun nasıl yer aldığına gelince; Lozan Barış Andlaşması'nın Azınlıkların Korunmasına ilişkin kesimi, teşkil edilen Azınlıklar Alt Komisyonu tarafından hazırlanmıştır. Bu kesim, 'Azınlıkların Korunması' başlığı altında 37. madde ile başlamakta ve 45. madde ile sona ermektedir.Azınlıkların Korunması Kesimi'nin hazırlanması esnasındaki temel esas ve düşünceler ile tarafların konuya ilişkin görüşlerini dikkate almadan, yani ilgili kesimin tutanaklarını okumadan her bir maddeyi ve bu maddeler içindeki cümleleri ve sözcükleri kendi düşünceleri doğrultusunda yorumlayarak sonuç çıkarmanın sağlıksız bir yaklaşım olduğu söylenebilir.Türk Heyeti, Alt Komisyonun çalışmalarında konuya ilişkin görüşlerini, Türkiye'de Müslüman olmayan azınlıkların bulunduğu ancak Müslüman azınlıkların bulunmadığı esasına dayandırmıştır. Türk Temsil Heyeti son andlaşmalarda bulunan ve bütün devletlerce yeterli kabul edilmiş çağdaş ve laik ilkelere uygun bütün hakları, Müslüman olmayan azınlıklara tanımayı yükümlenme konusunda bir an bile duraksamamış, ancak bundan daha ileriye gitmeyi ise reddetmiştir. Çünkü Müslüman azınlıklar olduğunun kabul edilmesi, çoğunluğun içinde bulunan bazılarının azınlık durumuna düşürülmesidir. Türk Heyeti Lozan'da göstermiş olduğu kararlılıkla, Andlaşmanın "Azınlıkların Korunması" kesimindeki azınlık anlayışının "Müslüman olmayan azınlıklara" dayandırılmasını sağlamıştır. Bu şekilde, Lozan Barış Andlaşması ile Müslüman olmayan azınlıklara pozitif haklar verilmiştir.”Orgeneral Başbuğ, Avrupa Birliği Komisyonu'nun Tavsiye Raporu'nda yer alan, "Türkiye'nin Kopenhag kriterlerini yerine getirmiş olduğu ve bu nedenle ortaklık görüşmelerinin başlaması önerisini" memnuniyetle karşıladıklarını söyledi. Orgeneral Başbuğ, “Bu bağlamda azınlıklar konusuna Avrupa Birliğinin 6 Ekim 2004'de yayımlanan raporlarında nasıl bakıldığını değerlendirmekte yarar görüyoruz” dedi.Orgeneral İlker Başbuğ, şöyle konuştu:“Avrupa Birliği'nin Tavsiye Raporu'nda azınlıklar konusu üç yerde ve hiçbir gruba atıf yapılmaksızın genel bir ifadeyle geçmektedir. İlerleme ve Etki raporlarında ise azınlıklar konusu çok geniş biçimde yer almaktadır. Özellikle İlerleme Raporu'nda 69 defa "azınlık" kelimesi geçmekte, Lozan Andlaşması'nda tanımlanan ve hukuki statüsü belirlenen azınlıklar dışındaki bazı topluluklara atıf yapılmakta, bazı yerlerde kapalı bazı yerlerde ise açıkça Türkiye'de yeni azınlıklar bulunduğu ifade edilmektedir. Kürt kökenli vatandaşlarımız ile Alevi vatandaşlarımız - ki Avrupa Birliğinin bu ayrımını konuşmamızda kullanmak bile bizim için rahatsız edici - Türkiye'deki Müslümanlar içinde azınlıklar olarak gösterilmekte ya da ima edilmekte ve bu vatandaşlarımızla ilgili rakamlar verilmektedir. Bu konuya ilişkin ilk tepki ilgili vatandaşlarımızdan gelmiş ve Türkiye'deki bir Avrupa Birliği yetkilisi bu hususun bir terminoloji meselesi olduğunu ifade ederek konuyu hafifletmeye çalışmıştır. Oysa, hepimizin de iyi bildiği gibi bugünün medya ortamında bir şeyin var olduğunu zannettirmek, varmış yanılsamasına yol açabilir.Avrupa Birliği raporlarında dikkati çeken diğer bir husus ise azınlık hakları çerçevesinde düşünülen ve istenilen bazı hakların, kültürel alanları da aşarak siyasal alanlara taştığı noktasıdır.
Seçim sistemindeki yüzde 10'luk baraj eleştirisinin sadece belirli bir topluluğun Parlamentoda temsil edilmesini zorlaştırdığına dayandırılması da bu hususa bir örnektir. Halbuki bu konu, Türkiye'deki seçim sisteminin "temsilde adalet" prensibi çerçevesinde ele alınması gereken bir husustur.Avrupa Birliği'nin söz konusu yaklaşımının Lozan Barış Andlaşması ile tesis edilen durumun dışına çıktığı ortadadır. Ayrıca, kendilerini azınlık olarak düşünmeyen bireylerin, azınlık olduklarının açıkça söylenmesini veya ima edilmesini tasvip etmiyoruz ve düşündürücü buluyoruz.Düzenlemelerin kültürel alanda kalması ve üniter devlet yapısının zedelenmesine yol açılmaması koşuluyla, Türkiye Cumhuriyeti ilgili uyum yasaları ile Türkiye'deki kültürel zenginliğin yaşaması için gerekli düzenlemeleri gerçekleştirmiştir ve uygulamalar devam etmektedir.”
button