Güncelleme Tarihi:
Amerikalı bağımsız yönetmen Mark Milgard’ın, 30’un üzerinde festivalden ödüllerle dönmüş ilk filmi İlk Aşk, film sayısı açısından cılız haftanın iki yapımından biri.
Sinemalarımızda bugüne dek, gençlik bunalımlarını, aşkı anlatan pek çok Amerikan filmi izledik. Çoğu da belli formülleri olan, ufak tefek sürprizler dışında beklendiği gibi ilerleyen ve sonlanan yapımlardı. Şimdi ise Amerikalı bağımsız bir yönetmenden, aşka, sevgiye, gençlik bunalımlarına oldukça farklı, şiirsel, melankolik bir yaklaşım izliyoruz.
 İlk Aşk, ailesinden sevgi görmeyen bir gencin, aşık olduktan sonra çıktığı içsel yolculuğu ve sevginin her yerde olduğunu keşfetmesini anlatıyor.
 GENÇLER VE AİLE SORUNLARI
 Amerika’nın ücra kasabalarından birindeyiz. İnsanlar arasındaki ilişkilerin sosyallikten çok uzak olduğu, sevginin uğramadığı bu yerde herkes kendi için yaşıyor. Mason (Vincent Kartheiser), kendi kariyeri ve başarısından başka bir şey düşünmeyen, katı kuralları olan asabi babası (Arliss Howard) ve evliliğindeki sorunları aldığı haplar ve alkolle hafifletmeye çalışan mutsuz annesiyle (Mare Winningham) birlikte yaşayan bir genç. Aile bireyleri arasında bir ölüm sessizliği hüküm sürmekte, sadece tartışacakları zaman sesleri çıkıyor.
Yaşadığı ortamdaki huzursuzluktan, kendine bir çukur kazıp, içine yatacak kadar etkilenen Mason, günlük hayattaki açmazlardan, kendisini çevrelemiş uçsuz bucaksız doğayla vakit geçirerek kaçınmakta.
Bunalımlı aile ortamına rağmen sakin bir yaşam süren Mason, bir gün kasabaya yeni taşınan Danny (Taryn Manning) ile tanışıyor ve samimiyetinden, güzelliğinden etkilendiği bu kıza aşık oluyor. İki genç daha da yakınlaşacakken araya trajik bir kaza giriyor. Babası bir yayaya çarpıp, ölümüne sebep olduğunda, Mason onun suçunu üzerine alarak, iki yılını ıslahevinde geçirmek zorunda kalıyor. Genç adam geri döndüğünde Danny’le arasında eskisinden de güçlü bir bağ kuruluyor. Ne var ki iki gencin aileleri ve çevredekiler aşktan, sevgiden anlamayacak kadar duyarsızlar.
ÖDÜLLÜ İLK AŞK |
2004 Karlovy Vary Film Festivali En İyi Bağımsız Film Ödülü  2004 River Run Film Festivali En İyi Film Ödülü-En iyi Görüntü Yönetmenliği Ödülü  2004 Savannah Film Festivali En İyi Film Ödülü  2005 Independent Spirit Ödülleri En İyi Görüntü Yönetmenliği Adaylığı |
 ETKİLEYİCİ GÖRSELLİK VE MÜZİKLER
 İlk AÅŸk’ın en büyük dezavantajı süresi, çok daha detaylı verilebilecek zaman dilimlerini kısa geçmiÅŸ olması.Â
 Neyse ki Mark Milgard, hikayedeki boşlukları sunduğu müthiş görsellik ve şiirsel anlatımla unutturmayı başarmış.
 Filmin, melankolik atmosferinin yaratımında görüntüler önemli bir rol oynuyor. Bu büyüleyici görselliğin ardındaki isim Tim Orr, George Washington, All The Real Girls, Undertow, Imaginary Heroes, The Baxter gibi son dönemin popüler Amerikan bağımsız yapımlarının görüntü yönetmenliğini de üstlenmiş bir isim.
 Filmin dramatik yapısıyla örtüşen müziklerin seçimlerinde ise Cat Power, Doves, Sparklehorse, Creeper Lagoon ve The Cherry Valance gibi yine bağımsız sanatçıların parçalarına rastlanıyor.
 AŞKI BİZ Mİ YARATIYORUZ?
 Bağımsız sinemacıların kalesi Sundance başta olmak üzere, Rotterdam, Karlovy Vary, Londra gibi ulusal ve uluslararası pek çok festivalin gözdesi olan İlk Aşk, durağan anlatımına rağmen, izleyiciyle derin bir bağ kurmayı başaran bir yapım. Sessiz ve ağır ilerlediği zamanlar yok değil, ama bunlar filmin genel yapısına ve anlatım tarzına uyum sağlıyor, İlk Aşk’ı daha da güzel kılıyor.
 Amerika’nın ücra köşelerinde filizlenen bir aşkın çevresinde gençlik yıllarına farklı bir açıdan yaklaşan bu dramatik yapım duyarsız ailelerin gençleri nasıl olumsuz etkilediğini gözler önüne seriyor.
 Sevgisiz bir ortamda büyüyen Mason, gençlik bunalımları sırasında ilk aşkı tattığında bocalıyor ve soruyor; acaba aşk insanların kendilerini daha iyi hissetmek adına yarattıkları bir kavram mı?
 Ailevi sorunlar yaÅŸayan gençlerin sevgiyi, aÅŸkı keÅŸfetmelerini ve sorgulamalarını, etkileyici bir görsellik eÅŸliÄŸinde perdeye yansıtan, baÅŸarılı bir bağımsız sinema örneÄŸi izlemek istiyorsanız Ä°lk AÅŸk yerinde bir seçim.Â
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 TERÖRE KARÅžI TERÖRÂ
 1972’de Batı Almanya’nın Münih kentinde düzenlenen Olimpiyat Oyunları’nda Filistinli teröristlerin İsrailli sporcuların kaldığı kampı basarak İsrailli 11 sporcuyu öldürmesiyle sonuçlanan korkunç saldırı ve İsrail’in buna gecikmeden verdiği cevap, Steven Spielberg’in yorumuyla sinemalarda.
 Spielberg, Yahudi soykırımını anlattığı Schindler’in Listesi gibi tartışmalara yol açacak yeni filmi Münih’te Truva’nın Hector’u Eric Bana’yı başrole alıyor, yanına yeni James Bond Daniel Craig, Geoffrey Rush, Mathieu Kassovitz gibi önemli aktörleri veriyor ve izleyicide peş peşe yarattığı hayal kırıklıklarının ardından sonunda başarılı bir filme imza atmış oluyor.
 Olimpiyatlarda İsrailli sporculara yönelik saldırılarla açılan film, uzun süresi boyunca İsrail gizli servisi Mossad tarafından başlatılan ‘Tanrının Gazabı’ intikam operasyonunu konu almakta.
 Münih katliamının ardındaki beyinler olarak belirlenen 11 Filistinlinin izini sürüp öldürmekle görevlendirilen Mossad ekibi film boyunca Avrupa’nın çeşitli şehirlerine gidiyor. Ekibin başında ve öykünün odak noktasında hamile karısını bırakarak operasyona katılan Avner (Eric Bana) var. Görevini yerine getirirken, kurbanlarla yakın temas kurmak sorunda kalan ve gelgitler yaşayan Avner’in ikilemleri filmin ve Spielberg’e yönelik eleştirilerin odak noktasını oluşturuyor.
 Filistinli terör saldırısını ve Mossad’ın intikam operasyonunu, İsrailli ekibin açısından anlatan Spielberg, ne Filistinliler’e, ne de Yahudiler’e yaranabilmiş durumda.
 Filmin İsrailli intikam timini anlatması Filistin’i, Mossad ekibinin ikilemleri, tereddütleri ve hissettiği suçluluk duygusu perdeye yansıtması ise Yahudi toplumunu rahatsız ediyor.
 Münih’e, hangi tarafı tuttuğunu bir kenara bırakıp bakarsak, özenli anlatımı, başarılı mekan ve atmosfer yaratımı, gerçekçi çatışma sahneleri ve de rollerinin altından başarıyla kalkan oyuncu kadrosuyla başarılı bir filmle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.
 Spielberg, süresini biraz fazlaca uzun tutmuş olsa da, kariyerinin en iyi filmlerinden birine imza atıyor. Terörü ve teröre terörle karşılık verildiği bir dönemi anlatan Münih, kaçırılmaması gereken bir çalışma.
Â