Gençliğim böyle geçti: Rabota rabota rabota!

Güncelleme Tarihi:

Gençliğim böyle geçti: Rabota rabota rabota
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 11, 2021 07:00

Yürümeyi öğrendikten hemen sonra tekvandoya başlıyor. Henüz ilkokulda kırmızı kuşak sahibi oluyor. İlk transfer teklifi 10 yaşında geliyor ve bugün onu tanımamıza vesile olan mesleğine giriş yapıyor: Bale. Türkiye’nin en ünlü baletlerinden, hayatını dans ve sanatı sevdirmeye adamış Tan Sağtürk ile İzmir’deki çocukluğunu, Ankara Konservatuvar yurtlarındaki maceralarını ve Fransa yıllarını konuştuk.

Haberin Devamı

Bugün bale alanında medar-ı iftiharımız Tan Sağtürk, Ispartalı bir baba ile İstanbullu bir ailenin iki çocuğundan ilki olarak 1969 yılında İzmir’de doğuyor. Anne Yıldız Hanım da baba Okay Bey de TRT’de yayıncılık yapıyor. İyi oldukları bir diğer alan da mücadele sanatları. Yıldız Hanım’ın tekvandoda Türkiye şampiyonlukları var. Okay Bey ile ‘Türk mücadele sanatı’nın gelişmesi için ‘Batı Çarp Merkezi’ni kuruyorlar. Burada yüzlerce talebe yetiştiriyorlar. Tan Sağtürk, “Ben de o disiplinin içinden çıktım” diye başlıyor: “Yürümeye başladığım andan itibaren o dünyanın içindeydim. İlkokul beşte kırmızı kuşağa kadar yükselmiştim. Tüy siklette Türkiye şampiyonluğum var. Sürekli müsabakalardaydık. Çalışmadığım zamansa sokakta arkadaşlarımlaydım.”

Gençliğim böyle geçti: Rabota rabota rabota
Tan Sağtürk ile bale stüdyosunda, kırmızı kuşaklı, Türkiye tüy sıklet şampiyonu ‘küçük tekvandocu’ yıllarından bugüne yolculuk yaptık...

Haberin Devamı

HENÜZ 10 YAŞINDA İLK TEKLİF

İlkokulu Fevzi Özakat Okulu’nda bitirdi. Bu esnada ilk teklifini aldı. Devam ediyor: “Sene 1980’di. TRT, bir çocuk programı için aralarında benim de olduğum bir grubu aldı. İzmir Konservatuvarı’ndan gelen Suna Şenel bize koreografiler hazırladı. Ben tekvando yaptığımdan yapım hareket öğrenimine alışıktı. Bu arada İzmir Devlet Konservatuvarı da 10 yıl aradan sonra ilk defa öğrenci alacaktı. Suna Hocam beni görüp aileme ‘Tan, mutlaka bu sınava girsin’ demiş. Ailem başta çekingen davrandıysa da sonra beni karşılarına alıp balenin ne olduğunu açıkladılar. Annemin anlattığı masalların gerçeğe dönüşmesi fikri aklıma yatmış. Daha 10 yaşımda ne istediğimi ortaya koyabilen bir çocukmuşum. Sınava girdim, kazandım ve mesleğimle buluşmuş oldum.”

Gençliğim böyle geçti: Rabota rabota rabota

SENE 1972: Türkiye’ye tekvandoyu getiren So se Cho ile...

Haberin Devamı

HASTALANMAYA BİLE İZİN YOKTU

Buluşmuştu ama 10 yaşında karar verdiği bu meslek dünyanın en zorlarından biri olarak kabul edilen baleydi. Küçük yaştan itibaren sıkı disiplin ve çalışma gerektiriyordu. Sağtürk anlatıyor: “Suna Hoca her şeye çok önem verirdi; iyi piyano çalmalısınız, iyi nota okumalısınız... İngilizce bile zayıf notla olmamalıydı. Zorlandığım ve bırakmayı düşündüğüm çok oldu. Neredeyse hastalanmaya bile izin yoktu! Sovyetler Birliği’nin dağılmaya başladığı dönemdi; Rus eğitmenler gelirdi. Onlar da tamamen çalışma endeksiyle çalışıyorlardı. Sürekli “Rabota, rabota!’ derlerdi; yani ‘çalışmak, çalışmak, çalışmak…’ Hiç, ‘iyi’ demezlerdi. En fazlası; ‘idare eder…’ Devamlılığım ailemin desteğiyle oldu.”

Haberin Devamı

Gençliğim böyle geçti: Rabota rabota rabota
SENE 1973

REKABET DUYGUSU İNSANI ZİNDE TUTAR

Peki bu zor koşullarda onu baleye bağlayan neydi? Şöyle yanıtlıyor: “Balede sürekli adrenalin arttıran bir yarış hali vardır. Stüdyo içinde en yakın arkadaşınız sizin aslında en büyük rakibinizdir. Bu rekabet duygusu insanı zinde tutar. Perde açıldığı andan itibaren herkesin yapamadığını yapabiliyor olmak da çok değerliydi… Küçükken, “Etrafımızdaki insanlar sadece yürüyüp koşabiliyorlar!” diye takılırdık. Bunun dışında olmak ayrıcalıktı. Sokakta daha hızlı koşar, ağaca daha hızlı tırmanırdık. İdollerimiz vardı; ünlü balet Rudolf Nureyev, Baryshnikov, ülkemizden Mehmet Balkan, Özkan Aslan ve birçok idol daha...”

Haberin Devamı

Liseyi İzmir Konservatuvarı’nda tamamladıktan sonra kültür, sanatın beşiği Ankara’ya gitmeyi istiyorlardı. Sağtürk: “Sınıf arkadaşlarım Cenk Karayel ve Hakan Odabaşı ile Karşıyaka’da denize doğru otururken karar verdik; istikamet Ankara Devlet Konservatuvarı! 1986’da Ankara’ya geldim. İzmir’den sonra okul devasaydı. İnci Kurşunlu Hocamızın bizleri yetiştirme çabaları olağanüstüydü. O kadar çok çalışıyorduk ki konservatuvarın dışına bile çıkamıyorduk. Kayıtsız şartsız, disiplinin ağır, sevginin yoğun olduğu bir sistemle yetiştik.”

Gençliğim böyle geçti: Rabota rabota rabota
SENE 1975

ARKADAŞLARIM ‘YETER ÇAYKOVKSİ!’ DERDİ...

Sıkı disiplin dışında başka sorunlar da varmış; açlık! Sağtürk, “Günde en az altı-yedi saat antrenman yapıyorduk. Yediğimiz yemekler yetmiyordu” diye anlatıyor: “Saçaklardaki güvercinlere musallat olmuşluğumuz bile vardır! 10 yaşından itibaren bale dışında hayatınız olmayınca dışarıdaki hayatı tanımıyorsunuz. Öyle ki insanlarla iletişim kurmakta çok zorlanırdık. Sadece kendi mesleğimizden bahsedince başka arkadaşlarımız sıkılır, ‘Yeter bale, yeter Çaykovski!’ derlerdi.”

Haberin Devamı

Gençliğim böyle geçti: Rabota rabota rabota
SENE 1990: “Bir turne için Bolşoy’da...”
“Konservatuvarların yatılı bölümleri kapatılmamalıydı çünkü yatılı bölümü olmazsa yalnız kuruldukları şehrin okuluna dönüşürler. Sınavları kazanıp yatılı okul olmadığından gelemeyen çok öğrenci var. Ayrıca konservatuvarlarımıza adeta alt yapı olan MEB kurs programlarına da destek artırılmalı.”

FRANSA’DA ‘DOĞUDAN DOĞAN GÜNEŞ’ YILLARI

Konservatuar mezuniyetinden sonra öğrencileri bekleyen Devlet Opera ve Balesi’ne dansçı olarak girmekti. Ancak Sağtürk yurtdışına gitmek istiyordu çünkü; ‘küçük ceviz kabuğunun nerede yüzebildiğini’ görmek istiyordu... Viyana Operası’nın sınavına girdi. Yüzlerce dansçının arasından seçilen iki kişiden biri oldu. Ancak kalbini çalan, bir turne sırasında Sağtürk’ü görüp ona kontrat teklif eden Paris merkezli Robert Berthier yönetiminde Fransız Genç Balesi oldu. Sağtürk, 1991’de Paris’e gitti. O günleri şöyle anlatıyor:

“Aldığım Rus tekniği başta ‘Fransız sistemi’nde sorun çıkardı. Yeni tekniği öğrenmeye çalışırken bize özgü duygusal yorum kuvvetiyle açığı kapatmaya çalıştım. Bir yıl sonra Nancy’de, büyük balet Nureyev’in ilticası sırasında onun yanında olan, beyaz klasik eser koreografilerinin en büyük isimlerinden Pierre Lacotte’nin direktörlük yaptığı Fransız Devlet Balesi’ne girdim. Hem Fransa’da hem başka ülkelerde turneler yaptık. Zamanın cumhurbaşkanı Jacques Chirac içinde bulunduğum bir grup ile ömür boyu kontrat sağladı. Vize sorununu ortadan kaldırmak için Fransız vatandaşlığına geçirdi. Dansçılığımın yanı sıra koreografi üzerine de çalışıyordum. Keza, basında çok yüreklendirici başlıklar atıldı. İkinci koreografim ‘Soude’ ile ‘Doğudan doğan güneş’ başlığı atıldı.”

Gençliğim böyle geçti: Rabota rabota rabota
SENE 1997

‘ÖMÜR BOYU’ KONTRATTAN İSTİFA VE YURDA DÖNÜŞ

Yedi yıl Fransa’da kaldıktan sonra artık özlem duyduğu ülkesine dönme vaktiydi. Sağtürk, “Fransa’da ekonomik sıkıntılardan söz edilmeye başlanmıştı. Kültür sanat alanında eserlerin eski canlılığını kaybetmeye başladığı bir dönem başladı. Tam da o dönem ben daha yaratıcı işlerin peşindeydim. Bu işleri kendi ülkemde yapmak istedim. Oradakilerin ‘Bu bir delilik’ demesine aldırmadan ömür boyu kontrattan istifa ederek 1997’de Türkiye’ye döndüm ve Sayın Yekta Kara’nın yönetimindeki İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne baş dansçı olarak girdim. Sevgili Hülya Aksular ile dans etmek benim için bir ayrıcalık oldu. Ardından Türkiye’nin pek çok yerinde bu mesleği sevdirme, okullar açma çabası içine girdim. Bu yıl Tan Sağtürk Akademileri’nin 21. yılındayız. Trabzon’dan Antalya’ya, İzmir’den Bodrum’a pek çok yerde okulumuz var. Ülkemizdeki birçok çocuk bu okullarda bale, dans ve müzik eğitimi görüyorlar. Özel kurs programcılığına çok daha önem vermemiz lazım. Konservatuvarlarımıza yetenek kaynağı bu okullar sayesinde oluşuyor.”

Gençliğim böyle geçti: Rabota rabota rabota
SENE 1998

‘AİLEDEN BİRİ GİBİ’

Size de ‘Tan Sağtürk’ hayatımızda hep varmış gibi geliyor mu? Türkiye’de onu ilk ne zaman tanımıştık acaba? Sağtürk, “Bunu pek çok kişi söylüyor” diye gülerek yanıtlıyor: “Fransa’dan döndüğümde AKM’de sahnelediğimiz Emrivaki ve Kuğu Gölü eserlerinin provasında basının ilgisi olmuştu. Daha önce Fransa’da ülkemizdeki kanallarındaki haberlerden sonra dikkat çeken bir genç sanatçı olarak akılda kalmışım. Sanırım bu ilgi onun devamıydı. ‘İkinci Bahar’ dizisiyle tanınırlığım arttı ama ben odak noktasını hep asıl mesleğim olan baleden yana koydum. Sokakta yürürken insanlar etrafımı ‘Ünlü balet Tan Sağtürk’ olarak sarıyor. Bu gerçekten çok özel bir duygu...Türkiye beni ailesinin bir ferdi gibi benimsedi.”

Gençliğim böyle geçti: Rabota rabota rabota
SENE 2002: Ankara Devlet Opera ve Balesi Çocuk Balesi Gösterisi
“Anadolu’dan çıkan hikâyelerin biz sanatçıları etkilememesi imkânsız. Değerli dostum Murat Karahan’ın sanat yönetmenliğinde oluşturulan ‘Troya ve Göbeklitepe-Mabedin Hüznü gibi büyük prodüksiyonların müthiş yansımaları oldu.”

BALE YAPANLARA DA ‘BİZİM ÇOCUKLAR’ DİYE BAKILMALI

Tan Sağtürk, “Çocuklarınızı mutlaka elinizdeki imkânlara göre sanatla buluşturun” diyor: “Bale ve opera artık uluslararası kavramlardır. İngiltere’de doğup yaygınlaşan futbolda Türk Milli takımının oyuncuları nasıl ‘Bizim çocuklar’ oluyorsa baleye de öyle bakılmalı. AKM, yakında İstanbul seyircisiyle buluşacak. Önce isminden dolayı, sonra Türkiye’nin bir sanat evi atmosferi oluşturmasıyla Taksim Meydanı’nı çok güzelleştireceğini düşünüyorum.”

Gençliğim böyle geçti: Rabota rabota rabota
SENE 2017: “Sevgili eşim Alona, kızım Ada ve oğlum Teo...”

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!