Güncelleme Tarihi:
Ekin Deligöz, Yeşiller Partisi'nin Federal Meclis'teki en genç kadın milletvekili. Türkiye'deki milletvekillerinden alışık olduğumuz havadan hiçbir eser taşımayan Ekin Deligöz'le meclis binasının kafeteryasında söyleşiyoruz. Kahvelerimizi self-servis makinelerden alıyoruz, paramızı ödüyoruz ve giderken fincanlarımızı bulaşıkların bulunduğu tepsilere bırakıyoruz.
Tokat doğumlu Deligöz 6 yaşında İstanbul'a taşınmış. Annesi ve anneannesiyle birlikte 9 yaşına kadar Acıbadem'de yaşamış. Acıbadem İlkokulu'nda kutladığı okuma bayramını hatırlıyor mutlulukla 'Okumayı orada öğrendim' diyor. 1979 yılında öğretmen annesiyle birlikte Münih yakınlarındaki Senden kasabasına gitmişler. Annesi burada ikinci evliliğini yapmış. ‘‘Annemin eşiyle iyi anlaşıyoruz. Burada 'sosyal baba' diyorlar. Bana büyük destek veriyor her ikisi’’ diye anlatıyor ailesiyle ilişkisini ve mutlu bir çocukluk geçirdiğini söylüyor. Ailesinin büyük bölümü Ankara'da yaşıyor. Gururla anlatıyor öğretmen dedesini, doktor dayısını, bankacı teyzesini. Kendi başarısını ise çok sıradanmış gibi görüyor, ‘‘Aileden bir de politikacı çıktı’’ diye geçiştiriyor. Konstanz Üniversitesi'nde İdari Bilimler Kamu Yönetimi eğitimi alan Ekin Deligöz bulunduğu yere tesadüf eseri gelmemiş.
‘‘Politikacı olma isteğiniz hep var mıydı, yoksa tesadüf mü oldu?’’ sorusuna yine alçakgönüllülükle yanıt veriyor: ‘‘Yeşiller Partisi'ne 17 yaşında üye oldum. Barış ve doğa koruma hareketine destek veren bir gençlik grubundaydım. Partiye girdikten sonra belediyede sosyal çalışmalar yaptım. Annemle birlikte Türk kadınları için okuma kursları açtık, yüzme dersleri verdik. Türk öğrencilerin ev ödevlerine yardım kursları düzenledik. Merhaba adını verdiğimiz aylık bir dergi çıkarmaya başladık. 2 yıldır da Merhaba adını verdiğimiz radyo yayınımız var’’ diye bir çırpıda anlatıyor 27 yıllık ömrüne sığdırdıklarını.
Üniversite öğrencisiyken AB'den bir yıllık burs alarak Viyana'ya gitmiş araştırmalar için, bir dönem Ankara'daki Alman Kültür Merkezi'nde staj yapmış, Birleşmiş Milletler Konferansı'nda asistan olarak görev almış...
-Buradaki Türkler nasıl karşıladı genç bir Türk kadınının milletvekili olmasını?
-Türkler arasında çok olumlu karşılandı. Onların sorunlarını yaşamış ve bilen birisi olarak yakın buluyorlar ve sorunlarını paylaşıyorlar. Ancak kimi zaman yanlış anlamalar oluyor. Ben bir Alman milletvekili olarak, onların özel avukatlığını yapamam, bireysel sorunlarını çözemem. Bazen çok kişisel isteklerle geliyorlar, ama bunları çözmeye yetkim yok. Ben Türklerin genel olarak sorunlarının giderilmesi için çözüm bulmaya çalışabilirim. (Almanya'da da olsa ne kadar tanıdık bir millet-vekil ilişkisi!)
NE TÜRK NE ALMAN
1,5 yıl önce Alman vatandaşlığına geçmesinin nedenini çok pratik gerekçelere dayandırıyor: ‘‘Alman olmak için değil, çok pratik nedenlerle seçtim vatandaşlığı. Aksi halde iş bulmam zor olacaktı. Çünkü önce Almanlara, sonra AB vatandaşlarına, en son diğerlerine iş veriliyor. Bizim hedefimiz bunu ortadan kaldırmak. Ben yaşamımı burada kurduğumu fark edince, 'neden haklarımı kullanmayayım' diye düşünerek, yani gerçekçi bir yaklaşımla buna karar verdim.’’
Almanya'da yaşayanlar olarak daha gerçekçi olmalarının vaktinin geldiğini söyleyen Deligöz ‘‘Milliyetçilik yapmanın zamanı geçti. Biz burada ne Türküz, ne de Alman. Biz her ikisinin bir senteziyiz. Ve bu bize zenginlik katıyor’’ diyerek, kalıplara sokulmak istemediklerini vurguluyor.
Partide gençler ve kadınlarla ilgili konularda çalışma yaptığını ve bu alanda yapılacak çok şey olduğunun altını çizen Deligöz, özellikle genç kızların yardıma ihtiyaç duyduklarını belirtiyor. Eyalet yönetimleriyle işbirliği yaparak dil kurslarının kurulması, ev ödevlerine yardım merkezlerinin açılması ve ailelerin çocuklarını yuvalara göndermesinin teşvik edilmesi gerektiğini söylüyor. ‘‘İnsanlarımıza eğitimin ne kadar önemli olduğunu göstermeliyiz. Kendilerine güven aşılamalıyız’’ diyen Deligöz, özellikle Türk kadınlarını çok cesur bulduğunu söylüyor: ‘‘Biz kadınlar olarak ekonomik hayatta önemli bir yer edindik.’’
Türklerin A takımı
Türkiye'den Almanya'ya ekonomik göç başlayalı 37 yıl oldu. İlk ‘‘misafir işçiler’’ çiçeklerle karşılanırken, misafirlerin arkası bir türlü kesilmeyince Almanlar'da bir hoşnutsuzluk başladı: Yoksa Türkler burada kalmaya mı gelmişti, ama onlar sadece misafirdi ve gitmesini bilmeliydi... 37 yılda elbette Türkiye'ye geri dönenler oldu, ancak bugün Almanya'da yaşayan Türklerin sayısı 2.2 milyon. 220 bini Alman vatandaşlığına geçen Türkler üç kuşaktır bu ülkede yaşıyor ve ilk ‘‘misafir işçiler’’in torunları artık Alman ilkokullarına gidiyor. Almanlar, Türk işçilerine misafir gözüyle bakıyordu da Türkler kendilerini farklı mı görüyordu? Hayır. Türkler de refaha ulaştıktan sonra Türkiye'ye dönmek üzere bu ülkede bulunuyordu ve ‘‘Almanlaşmamak’’ için direniyordu. Dönmek isteyenler 80'lerin sonunda Alman hükümetinin de teşvikiyle Türkiye'ye döndü. Kalanlar kendilerini misafir hissetmeyenlerdi. Ancak Alman hükümeti Türkler’in istediği ‘‘çifte vatandaşlık’’ uygulamasına şiddetle karşı çıkıyordu. Çünkü Alman anayasasına göre vatandaşlık ‘‘kan’’a dayalıydı, Alman ırkından gelmeyen Alman sayılmazdı. İkinci kuşak Türk gençleri bu ‘‘iki arada’’ kalmanın acısını derinden yaşadı. Bir bölümü 18 yaşına gelince Alman vatandaşlığına geçerek eşit sayılabilecek koşullarda Alman akranlarıyla hayata atıldı. Bugün Alman gazeteleri sadece sorunlu ve başarısız Türk gençlerinden değil, kendilerini kanıtlayan Türkler’den de söz ediyor. Her açtığınız gazetede bir başarı öyküsüne rastlıyorsunuz: Bir politikacı, bir sanatçı, bir yönetmen, bir kuaför, bir restoran sahibi... Elbette sorunlu gençlerin sayısı, başarılılara oranla çok fazla, ancak bu kez konumuz, örnek olabilecek başarılı gençlerin öyküsünü anlatmak... Türklerin Almanya'daki A takımı sayılabilecek iki genç milletvekili, Cem Özdemir ve Ekin Deligöz bize başarılarının sırrını anlattılar.
En güçlü silahı Almanca
Yeşiller Partisi'nden ikinci kez milletvekili seçilerek Federal Meclise girmeyi başaran 32 yaşındaki Cem Özdemir'i meclisteki odasında ziyaret ediyoruz. Kapısının önünde, Amerika'dan aldığını söylediği ‘‘Parking for Turks Only’’ (Sadece hindiler (Türkler) park edebilir) tabelası asılı. Çalışma odasının kapısının üstünde Martin Luther King'in resmi var, kitaplığında Yaşar Kemal'in fotoğrafı duruyor, yerleri ise Türk kilimleri süslüyor. Cem Özdemir'le Türkiye üzerine konuşmuyoruz, o Türk asıllı ama bir Alman milletvekili. Dolayısıyla onunla, Almanya'yı ve bu ülkede yaşayan Türkleri konuşuyoruz.
‘‘Almanya'daki ikinci kuşak Türk gençlerinin başarısı için her türlü desteği veriyoruz. Biz kendi aramızda bu başarılı gençlere 'A takımı' diyoruz.’’ 27 Eylül'de ikinci kez milletvekili seçilen Özdemir 1994 yılında Federal Almanya tarihinde bir ilki gerçekleştirmiş ve göçmen bir ailenin bu ülkede doğmuş çocuğu olarak Federal Meclis’e girmişti.
İŞÇİ ÇOCUĞU
Üniversitede sosyal pedagoji eğitimi alan Özdemir'in annesi Nihal Hanım 1964 yılında Ankara'dan Almanya'ya gelmiş, Tokatlı baba Abdullah Bey ise 1963'te. Anne ve baba Baden-Württemberg eyaletinin Bad Urach kasabasında tanışmışlar. Önceleri bir kağıt fabrikasında çalışan anne, daha sonra kendisine bir terzi dükkanı açmış, baba ise hala yangın söndürme cihazı üreten bir fabrikada çalışıyor. ‘‘Ben de bir işçi çocuğuyum. Benim de ilkokulda Almancam çok kötüydü ve çok zorlandım. Bu nedenle buradaki Türk toplumunu çok iyi tanıyorum’’ diyerek, Türk gençlerin başarısızlığının kader olmadığını vurguluyor. Özdemir Almancayı öyle bir öğrenmiş ki, Schwab şivesiyle bile (en zor şivelerden biri) konuşabiliyor. ‘‘Şive konuşmak çok önemli Almanya'da. O zaman saldıramıyorlar, mecliste bile çok kez işime yaradı’’ diyerek siyasi rakiplerini bile Schwab şivesi sayesinde yumuşatabildiğini anlatıyor.
Her ayın iki haftasını seçim bölgesi olan Ludwigsburg'da geçiren Özdemir Alman vatandaşlığına geçme kararını 16 yaşında verdiğini ve 18 yaşında pasaportunu aldığını anlatıyor. ‘‘Ancak ben çift taraflı 'vatan haini' sayılırım. Çünkü ne Türkiye'de askerlik yaptım, ne de Almanya'da’’ diyor gülerek.
Almanya'daki Türklerin çifte vatandaşlık hakkını kazanmasıyla her şeyin kendiliğinden düzelmeyeceğinin altını çizen Özdemir, burada Türk ailelere büyük görev düştüğünü söylüyor: ‘‘Ben her şeyi çok açık söylediğim için Türkler'den eleştiri alıyorum, ama artık harekete geçmenin zamanı geldi. Herkes çocuğuna en iyi eğitimi vermek zorunda. 'Almanlar kötü, Almanlar ırkçı' diyerek bir yere varamayız. Irkçılık elbette var, ama bu göç toplumlarında hep olur. Yabancılar olarak daha fazla çalışmalıyız. Herkes bulunduğu yerde en iyi olmalı. Kürtler Kürtçülük, Türkler Türkçülük yapmaktan vazgeçsin.’’