Güncelleme Tarihi:
Dünyanın en büyük ilk 20 nükleer felaketi içinde gösterilen İkitelli'deki facianın mağduru Ilgaz ailesi, özellikle de radyasyona en çok maruz kalan baba, kendi canından vazgeçmiş, çocuklarının geleceğini kurtarmaya çalışıyor. Çünkü kanser 15-20 yıl sonra bile kapıyı çalabilir ve Ilgaz ailesinin sürekli bakım altında olması gerekiyor. Bunun için de para ...
Türkiye radyoaktivitenin zararlarıyla ilk 1986 yılında Sovyetler Birliği'ndeki Çernobil Nükleer Santralı'nda meydana gelen kaza sonucu tanıştı. Havaya, suya, çaya, fındığa bulaşan radyoaktivitenin yarattığı zararın tamamı, yetkililerce hiç açıklanmadı.
Ve bu yılın başında meydana gelen ikinci faciayla yeniden hatırladık nükleer kazaları: İkitelli'de boş bir arsaya konuveren Kobalt 60, Ilgaz ailesini mahvolmanın eşiğine getirdi.
Şimdi dersimizi baştan alalım: Kobalt 60, Beta 318 MeV ve Gamma 1.333 MeV ışınları yayan bir madde. Tıpta kanser tedavisi için yaygın olarak kullanılıyor ve yararlı. Ancak dozunda ve yerinde kullanılırsa. Denetimsiz kullanıldığında bulaştığı canlıları kanser yapıp öldürüyor çünkü! Bu maddenin satılması, kullanılması ve saklanması konusunda uluslararası katı kurallar var. Gideceği meka*nda uygun saklama yeri bulunmuyorsa, gönderilmiyor. İşi bittikten sonra alındığı yere iadesi gerekiyor.
Maddenin çevreye yaydığı radyoaktivitenin en zararlı kısmı 5 yıl 4 ay süreyle aynen devam ediyor, sonra yaydığı radyoaktivite daha az zararlı hale geliyor. Eğer nükleer santralda bir kaza sözkonusu olursa, yayılan radyoaktivite 15-20 yıl sonra bile kansere yakalananların sayısını arttırıyor. Genlerde, gelecek kuşaklara aktarılan mutasyonlara yolaçıyor.
Batılı uzmanlar, Kobalt 60'ı dört santim kalınlığında paslanmaz çelik bir muhafaza içinde, 30 santimlik beton zırhtan duvarları olan bir odaya koyuyor. Minik çubuklar, zırhlı odaya radyasyon yayılmasını önlemek için dört metreye yakın su derinliğinde asansörlü bir platform üzerinde saklanıyor. Türkiye'ye gelince, hepimiz öğrendik ki, nükleer çekirdekler küçük çocukların bile eline geçebilecek yerlerde geziyor! Üstelik kimileri tamamen kaybedilebiliyor; şu anda kimlere nasıl zarar verdiği bilinemiyebiliyor.
Bu nasıl hurda!
Şimdi gelelim çoluk çocuk, genç yaşlı Ilgazlar'a... Sadece ikisinin sağlık durumuyla ilgili bilirkişi raporu hazırlayan adli tıp uzmanı, toplam vücut ışınlaması olarak 100-200 rad arası doz aldıklarını belirtiyor ve şöyle diyor: ‘‘Bu da kişilerin üzerindeki etkileri daha ilerde doğabilecek kemik iliği baskılanması nedeniyle kemik iliğinin kendisini toparlayabileceği ile doğru orantılıdır. Genel olarak iyileşme süresi aktif tedavi sonrası devamlı klinik takipleri ve bu kişilerin bu hususta daha iyi bakımlarının yapılması gereklidir. İlerde çıkabilecek komplikasyonların vücudu ne ölçüde etkileyebileceği hususu komplikasyonlar ortaya çıkmadan bilinemez. Ancak beklenebilen komplikasyonlar, kemik iliği, sindirim sistemi üzerindeki etkilerini ne ölçüde hasara uğradığı ve tedaviye vücudun ne ölçüde cevap verdiğidir. Daha geç komplikasyon olarak gecikmiş kanserojen etkiler ve doğal ömrün kısalması, genetik etkiler ve mutasyondur.’’ Uzman, Türkçesinden çok anlaşılamasa da ‘‘her iki şahsın radyoaktif madde temasına bağlı hayati tehlikeye maruz kaldıklarını’’ bildiriyor.
İlyas Ilgaz, bu raporda incelenen kişilerden biri. 44 yaşında. Radyasyon denilen şeyi, bu yaşına, ‘‘hurdadan’’ çıkıp kendisini bilinçsiz bir şekilde hastaneye düşürene kadar duymamış. İlk günler ne hastası olduğunu ‘‘Millet diyor radyasyon, biz de diyoruz radyasyon...’’ diye ifade ediyordu. Oysa Türkiye'de ilk kez onların başına gelen, öyle sıradan bir kaza değildi; Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'na (AIEA) göre, dünyada ‘‘en önemli’’ statüsünde 20. sırada yeralan bir nükleer kazaydı. 1991'den bu yana dünyada gerçekleşen 500 nükleer kazadan sadece 20'si ‘‘en yüksek risk’’ seviyesi olan 3 numarayla sınıflandırılmıştı; İkitelli kazası da ‘‘Kirlenme ve radyoaktif madde kaybı’’ olduğu için bu 20'nin içindeydi.
Başlangıçta biraz hastalıktan halsiz, biraz da bu acayip şey başlarına geldiği için şaşkındılar. Önceki gün yapılan duruşmada, yargıcın ‘‘İçinde ne olduğunu bilmeden nasıl parçaladınız?’’ sorusu ne kadar haklıysa, onların ‘‘İyi de kardeşim, bu nükleer çekirdeğin orada işi ne, nasıl bileyim?’’ sorusu da o kadar yerindeydi. Ama Ilgaz ailesi artık radyasyonlu hayata alışmış görünüyor. Herkes kadar onlar da radyoaktivitenin etkileri üzerine konuşabilir hale gelmiş durumda. Tabii ki onlar herkesten daha endişeliler. Bir, çok iyi koşullarda bakılmaları gerekiyor, oysa onların hurdacılıktan başka bir iş yapma şansları yok. İkincisi ‘‘Ben kendi canımdan geçtim, iki çocuğum var, biri ortayı bitiriyor, diğeri orta birde. O gün orada olan çocuklar var. Akrabalar, komşular var, yarın ne olacak’’ diyerek gelecek yılların sıkıntısını da şimdiden yaşıyorlar.
İşte onun için haklarının peşine düşüyorlar. Kendilerinin, çocuklarının ve torunlarının geleceğini karartanların bu bedeli ödemesini istiyorlar. Tabii tarihinde ilk kez böyle bir dava ve bu kadar tazminat istemiyle karşılaşacak mahkeme istedikleri paraların ödenmesine karar verirse... Ve 4 trilyon 801 milyar 600 milyon bu bedeli karşılamaya yeterse...
Çevreciler nerede?
Ama Ilgazlar şu anda yalnızlar. Avukatlarından başka kimse yok yanlarında. Acaba bu ülkenin çevrecilerine, nükleer karşıtlarına, insan hakları savunucularına ulaşmadı mı sesleri? Ya da Batı'nın nükleer çöplerini gömülecekleri yere taşınırken kendi yaşadıkları yerden transit geçmesine bile kıyameti koparan yeşillerine, her renkten duyarlı insanlarına...