Güncelleme Tarihi:
Eskiden Ayazma köyü olarak biliniyormuş. Şimdiki adı Pınarca. İstanbul'un Çatalca ilçesine bağlı İhsaniye köyünün bir mahallesi. İlk bakışta Pınarca'yı diğer köylerden ayıran bir özellik yok gibi. Ormanın içinde, ortasından şırıl şırıl bir derenin aktığı doğal güzellikleriyle göz kamaştıran şirin bir köy. Etrafı çitlerle çevrili birkaç ev, ahırlar, birkaç da eski ev kalıntısı. Altı asırlık geçmişten bugüne kalan sadece bunlar.
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sonra bir rivayete göre Horasan'dan diğer bir rivayete göre de Erzurum'un Hasankale ilçesinden gelen bir topluluk bu köye yerleştirilmiş. Kurulduğu yıllarda 300 hanelik büyük bir köymüş Pınarca. Ancak yüzyıllar geçtikçe nüfusu azalmış. Nedeni de köy halkının dışarıya kız vermemesi ve başka köylerden Pınarca'ya hiç gelin gelmemesi.
Asırlarca inatla ve sabırla sürdürmüşler bu töreyi Pınarcalılar. Köye yabancı kadın girmemiş. Dışarıya da hiç kız çıkmamış. Ta ki otuz yıl öncesine, köyün zenginlerinden Zekeriya Ağa'nın kızlarından ikisini komşu köylerden İhsaniye'ye gelin göndermesine kadar. Pınarca'ya bir de gelin gelmiş o yıllarda. Yine Çatalca'ya bağlı Sivas (yeni adı Başak) köyünden Melahat Ökten, Pınarcalı bir delikanlıya gönlünü kaptırmış. Ailesinin karşı çıkmasına aldırmayan Melahat, Pınarca'ya kaçmış. Pınarca'nın dışarıdan gelen ilk gelini olmuş böylece.
CEVAPSIZ SORULAR
Asırlar süren töre yıkılınca köyde çözülme başlamış. Kendi iç alemlerinde mistik ve gizemli bir hayat süren Pınarca'nın esrarı o gün bozulmuş. Pınarca'daki yaşama dair kulaktan dolma bilgilere sahip komşu köylüler Pınarca'ya girip çıkan yabancılar sayesinde yeni bilgiler edinmişler.
Pınarca’yla ilgili her gün yeni şeyler anlatılır olmuş. Köy halkı gencinden yaşlısına kadar neden hep beyaz giyiniyor? Yabancıları neden sevmiyorlar? Çatalca'ya pazara giderken neden arka arkaya dizilerek sıra halinde yürüyorlar? Pınarca'nın evleri neden iki kapılı? Evlerde neden tuvalet yok? Halk Müslüman mı, Hıristiyan mı, Yahudi mi, Bektaşi mi, Alevi mi? Köyde neden hiç mabed yok? Komşu köylerde yaşayan halk yıllarca bu soruların cevabını bulmaya çalışmış ancak başarılı olamamışlar. Bu sorulara hala cevap bulunabilmiş değil.
BEYAZ GİYİNEN KÖYLÜLER
Sorular Pınarcalı Zekeriya Ağa'nın da kafasını kurcalamış uzun zaman. On yıl önce vefat eden Zekeriya Ağa, İhsaniye'ye her gelişinde 'Pınarca'nın geçmişiyle ilgili bilgi verene servetimi vermeye hazırım. Nereden geldik? Biz kimiz?' diyerek, köyünün geçmişiyle ilgili bilgi verebilecek herkese vaadde bulunmuş. Ağa'nın vaadleri de işe yaramamış. Alevilik-Bektaşilik üzerine araştırma yapan kimi yazarlar zaman zaman köye gidip geçmişe ait izler bulmaya çalışmışlar ancak onlar da elleri boş dönmüşler.
Köyün yavaş yavaş dışarıya açıldığı yıllarda Melahat Ökten'in kayınbiraderi anlatılanlardan yola çıkarak, Hasankale'ye gitmiş. Köyünün köklerini oralarda aramış uzun süre. Bir sonuç alamayınca geri dönmüş. Pınarca'nın nüfusu '70'li yıllarda iyice azalmış. İhsaniyeliler, Pınarca'nın yanına yeni bir mahalle kurmuşlar. Ardından da Pınarca İhsaniye'ye bağlanmış.
İnanışları, ibadetleri ve günlük yaşayışlarıyla ilgili bugüne kadar dışarıya 'ser verip sır vermeyen' Pınarca'da bugün sadece iki aile yaşıyor. Kocasını birkaç yıl önce kaybeden köyün dışarıdan gelen ilk gelini Melahat Ökten (67) ve 600 yıllık tarihin son asrına tanıklık eden Ayşe Küçükbardak (93).
İhsaniye köyünün muhtarı Adil Yılmaz'la esrarengiz köyü görmek üzere yola çıkıyoruz. Muhtar Yılmaz, Pınaca’yla ilgili bilgiler veriyor:
'Bu köy her zaman sırlarla örtülü bir köy olarak kaldı. Pınarca'nın biraz ötesinde Yaylacık köyü var. Yaylacık da geçmişte Pınarca gibiydi. Asimile oldular. Eski adetleri ve töreleri artık yok. İki köyde de nüfus azaldı. Zekeriye Ağa iyi bir insandı. İhsaniye’ye gelir, köylülerle sohbet ederdi. Neye inanıyorlar, nasıl ibadet ediyorlar? Bu konulara hiç girmezdi. Biz de fazla üzerine gitmezdik. Hep farklı yaşadılar. Çevre köylerle hiç ilişki kurmadılar. Ta ki Zekeriye Ağa kızlarını bizim köye gelin gönderene kadar. Köyle ilgili bugüne kadar birçok şey söylendi ancak köyün tarihiyle ilgili hiç kimse birşey bilmiyor. Köylüler sırlarıyla ölüp gittiler. Sadece yaşlı iki kadın kaldı köyde.'
Köye vardığımızda elinde baltasıyla Melahat Ökten karşılıyor bizi. Önce konuşmaya yanaşmıyor. Sonra köye nasıl gelin geldiğini anlatıyor. Beyaz giyip giymediğini soruyoruz: ‘‘Ben giymedim. Herkes giyerdi ama ben giymedim. Yabancılara giydirmezlerdi.’’ Kocasının ve diğer köylülerin yaşayışlarıyla ilgili birşeyler soracak oluyoruz. ‘‘Bilmiyorum. Kendilerine göre bazı inanışları vardı. Bana birşey anlatmazlardı’’ diyor. Köye gelin geldiği günden bu yana kendi köyüne hiç gitmediğini, hayatta hiç kimsesinin olmadığını anlatıyor. Köyün birçok kadını gibi kendisinin de çocuğunun olmadığını öğreniyoruz Melahat Ökten'den.
KÖYÜN SON TANIĞI
Melahat Hanımın köyle ilgili bilgi vermeye niyetli olmadığını anlayınca köyün son tanığı ve en yaşlısı Hatice Nine'nin kapısını çalıyoruz. 93 yaşındaki kadın anlatıyor: ‘‘Buraya Erzurum, Hasankale'den gelmişiz. Dedelerimiz öyle söylüyordu. Çok eskiyiz biz. 600 yıl önce gelmiş dedelerimiz buraya. Köyde tek ben kaldım. Bu köy çetelerden eşkiyalardan çok çekti. Çok kavgalar gördük. Bizi her zaman dışladılar. Köyümüze sürekli saldırdılar. Saldırı olunca arka kapıdan köyün dışındaki mağaralara kaçardık. Gençliğimde mağaraların bir başından girer öte başından çıkardım. Köyümüz koleraya yakalandı. Köylünün yarısı öldü bu salgında. Kadınların çoğunun çocuğu olmadı. Soyumuz tükendi.’’
Hatice Nine'ye ‘‘Neden beyaz giyerdiniz?’’ diye soruyoruz. ‘‘Atalarımz da beyaz giyerdi. Biz de o nedenle beyaz giyerdik. Artık kimse kalmadı. Beyazları en son ben çıkardım.’’
Hatice Küçükbardak'ın köyde kızıyla birlikte yaşadığını diğer çocuklarının ve torunlarının yıllar evvel köyden ayrıldıklarını anlatıyor. Çatalca'nın altı asırlık esrarengiz köyünde iki yaşlı kadın anlatılanlardan uzakta yaşamlarını sürdürüyor. Sonradan el değiştiren evleri ve tarlaları bekleyen kahyalarla birlikte.
YAŞAYAN TANIK İSMAİL UÇAR
Gizlice törenlerini izledim
Pınarca'da 20 yıl çobanlık yapan 78 yaşındaki İsmail Uçar köye ilişkin şunları söylüyor:
‘‘18 yaşında çoban olarak gittim Pınarca'ya. 20 yıl çobanlık yaptım. Çobanları köyün içine sokmazlardı. Yabancıları hiç sevmezlerdi. Zengin bir köydü. Her ailenin hayvan sürüleri vardı. Köyün yakınından geçen bir yabancı yere tükürse köylü kadınlar tükürülen yere kova kova su dökerdi. Kadınların kocalarından ayrı yattıkları, herkesin ayrı kaplarda yemek yediği söylenirdi.
Senenin bir günü köydeki yabancı çobanlara izin verirler, köyden çıkartırlardı. Hıdırellez zamanı büyük bir ateş yakar, köyün en besili hayvanını kurban ederlerdi. Hayvanı keserken tören yaparlardı. Etlerini de ağaçlara asarlardı. Kurbanı kestikten sonra bütün köy halkı dereye iner, kadınlar ayrı yerde erkekler ayrı yerde toplu halde yıkanırlardı.
Yaptıkları törenlerin yabancılar tarafından izlenmemesi için köyün gençleri çevrede nöbet tutardı. Bir keresinde bana ve başka bir çoban arkadaşıma izin verdiler. İki gün sonra köye geri dönmemizi istediler. Yine tören yapacaklardı. Anlatılanları yakından görmek istiyordum. Törenlerin yapıldığı alanı rahatça gören bir ağacın üzerine çıkıp seyrettim. Hiç unutmam.'
İsmail Uçar, köylünün hangi milletten hangi dinden olduğunu bir türlü çözemediğini söylüyor: ‘‘Hiçbir sonumuza cevap vermezlerdi. Ser verip sır vermezlerdi. Yabancılara kendileriyle ilgili hiçbir şey anlatmadılar. Koca köy sırlarıyla yok olup gitti.’’