Güncelleme Tarihi:
İnsan, en kötüsünden iki taraflı zatürreeye yakalanınca, işler değişiyormuş. Birkaç gün yetmiyormuş. Sizden özür diliyorum. Ama en az 15 gün ayrı kalmamız gerekiyormuş.
Sizi çok özleyeceğim.
Yavuz Gökmen
Bu sözler 52 yıllık ömrünün 22 yılını mesleğine vermiş bir gazetecinin son sözleri.
Hürriyet yazarı Yavuz Gökmen, dün saat 15.56'da bu üç satırlık yazıyı yazdırdı Ankara Bürosu'na. Okurlarıyla ‘‘15 gün için’’ vedalaştı. Ve bu yazıyı yazdırdıktan 1.5 saat sonra, aniden dünyaya veda etti.
Cumartesi akşamı ağır ateşli soğukalgınlığı şikayetiyle Çağ Hastanesi'nde tedavi altına alınan Yavuz Gökmen'e, çift taraflı zatürree teşhisi konuldu. Yavuz Gökmen, dün saat 17.00'den sonra aniden fenalaştı ve doktorların müdahalesine rağmen kurtarılamadı.
SON ANLARDAN...
Yazarımız Gökmen, 21 Kasım'da ‘‘Hayatın üstüne gitmek’’ başlıklı yazısında, şöyle aktarıyordu durumunu:
Kavaklıdere Tıp Merkezi'ndeki güvendiğim doktorum Ünal Bey, akciğer röntgenimi görünce bir süre konuşmadı. O arada ben röntgene şöyle bir göz atabildiğim için, durumun vehametini tahmin edebiliyordum. Soran bakışlarla yüzüne baktım. ‘‘Yavuz Bey’’ dedi. ‘‘Bu kez durum ciddi. Sol akciğerinizde yaygın tinomoni var. Bu ileri derecede tetkik ve tahlilleri gerektiriyor. Yani şunu söylemek istiyorum. Her zamanki gibi boğaz ağrısı ve iki penisilin olayı değil bu. Buz gibi zatürree olmuşsunuz.’’
Hiçbir şey söylemedim. Tekrar soran bakışlarla yüzüne baktım. Bu kez:
‘‘Siz hayatın üstüne üstüne gidiyorsunuz’’, ‘‘Sizi göremesem bile gözlerinizden izliyorum. Sigarayı bırakın diyorum, bırakmıyorsunuz. Biraz dinlenin diyorum dinlenmiyorsunuz. Ara sıra anjin olup buraya geliyor, benden habersiz, hemşirelere iki iğne olup gidiyorsunuz. Kendinizi iyi hissedince tekrar aynı hayatın içine dalıyorsunuz. Artık bunu yapamayacaksınız.’’
(...) Biliyorum ki, benim gibi bir- çokları da hayatın üstüne üstüne gidiyorlar ve yaşamları büyük bir koşturmaca içinde geçiyor. Bu arada, ortaya büyük bir çelişki çıkıyor:
‘‘Başkalarına kötülük ederek, içindeki düşmanlık duygularını kusarak sağlıklı kalmaya çalışmakla; başkalarına karşı asla kin ve nefret duymadıkları için kendi kendisine kötülük ederek hastalanmak arasındaki çelişki...’’
Ben bu çelişkinin, ikinci yanıydım. Kimseye kin ve nefret duyamıyor ve kötülük etmeyi aklıma bile getiremiyordum. Kaçış yolunu kendi kendime kötülük etmekte buluyordum.
‘‘Altın beyinli adam’’ gibi bir yandan beynimi, öte yandan sağlığımı harcıyordum. Hayatın üstüne üstüne üstüne gidiyordum. Durmak dinlenmek bilmiyor, kendi sorunlarımı bir kenara bırakıyor ve hep başkalarının sorunlarıyla uğraşıyordum.
Ne varki, bundan hiç de pişman değildim.
‘Şiir’ gibi yaşayan adam gibi adam
Yazılarında ve hayatında şiire özel bir yer ayıran Gökmen, bir yazısında ‘‘Aslolan şiirin hayatını yaşamak / Yazmak sonra gelir hep’’ dizesine yer vermişti. Gökmen köşesindeki son yazısının başlığına da Necip Fazıl Kısakürek'i konuk ediyordu; ‘‘Ne hasta bekler sabahı...’’
Sanki biliyordu...
Zaten daha fazla beklemedi.
Oysa bir mısrasını başlığa çektiği, ‘‘Beklenen’’ adlı şiirin tamamını yayınlamak istememişti. Gökmen'in çok sevdiği ‘‘Beklenen’’ adlı şiir şöyle:
‘‘Ne hasta bekler sabahı / Ne taze ölüyü mezar / Ne de şeytan bir günahı / Seni beklediğim kadar / Geçti istemem gelmeni / Yokluğunda buldum seni / Bırak vehmimde gölgeni / Gelme artık neye yarar?’’
Gökmen, dün Hürriyet'te yayınlanan son yazısında duygularını satırlara şöyle taşıyordu:
‘‘Bu şiirin tamamını bir kere yazmıştım. Şimdi yeniden yazmak istemiyorum. Çünkü insan bazı şeyleri romantizm olgusu dışında bölümleriyle yaşayınca bazı gerçekler tüylerini ürpertiyor. Hele bu insan özgürlüğüne sonsuzca düşkün ve bir ideal uğruna başına hiçbir şey gelmiyecekmişçesine didinen biriyse kaçış süreci daha da hızlı oluyor.
Ama siz hatırlayacaksınız. Son iki yazımda size teşhis koyamadığımız ateşli hastalığımdan söz etmiştim. Bu konuda az zamanda büyük işler yapıldı ve ben kaçmaya dahi fırsat bulamadım.
Öncelikle bir röntgen filmi çektirmem istendi. Daha sonra da bir tomografi. Cumartesi akşamüstü tomografinin raporu hekimlerin eline ulaştı. Beni derhal hastaneye çağırdılar ve yatırdılar.
Bana güven verici görünmek istemelerine karşın gözlerini benden kaçırır gibiydiler. Ben yine ateşler içindeydim. Ama bu kez ne olursa olsun benden her isteneni yapmaya kararlıydım.
Çünkü hiçbir iş yarım yamalak gitmiyordu. Çünkü sağlıklı, yürekli, inançlı, zeki ve dürüst olmalıydınız. Eğer sağlıksızsanız geri kalanlar hiçbir şeye yetmiyordu.
Hastanede kafamda film şeridi gibi birçok şey geçti. Bazen gülümsediysem de, çoğu zaman ağlamaklı olduğumu itiraf ederim. Her şeyden önce şunu düşündüm. Kendi kendime:
‘‘Oğlum dedim, sen her zaman en iyisini yapmayı düşündün. Ama son zamanlarda çok büyük hatalar da yaptın. Mesela son yazımda ‘Pnömoni' yerine ‘Tinomoni' yazıldı. Herkes kimbilir benim nasıl bir tıp cahili olduğumu düşünmüştür. Kendi tutulduğu hastalığın adını bile bilmiyor demiştir.’’
Sonra şunu düşündüm. Bunlar nihayet hatadır ve önlerine asla geçilemiyor. Çünkü insan hatalardan oluşuyor ve bu yüzdendir ki ‘‘Errare humanum est’’ denilmiştir.
İnsan oluşumuzun en güzel tarafı, sürekli hata yapmamız değil midir?
Dün sabah bana ‘‘bronkoskopi’’ yapıldı. Ayıldığımda çevremde yüzleri gülen insanlar gördüm. Bronkoskopi burundan içeriye kameralı bir hortum sokularak akciğerlerin taranmasıydı. Sonuç, bende sadece iki taraflı zatürree olduğu, başkaca herhangi bir patalojik durumun bulunmadığıydı.
Buna ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Eğer aksi çıksaydı, uzunca bir süre sizlerden ayrılmak zorunda kalacaktım. Varoluşumu hissedebildiğim yazılarımdan ayrılmak zorunda kalacaktım.
Benim bir tek korumam vardır. O da Allah'tır. Ona bir kez daha hamd ve dua ettim.
Bence bunu hiçkimse ihmal etmemeli.’’
3 çocuğu 3 kitabı vardı
Yavuz Gökmen, 1946 yılında Manisa'da doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden 1970 yılında mezun oldu. TRT'de prodüktör ve film yönetmeni olarak basın-yayın yaşamına atılan Gökmen, 12 Mart 1971 muhtırasından sonra 5 arkadaşıyla birlikte işinden çıkarıldı. 1972 yılı başında İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından, siyasi suçlar isnadıyla tutuklanarak yargılandı. 2.5 yıl hapis yatan Gökmen, 1974 genel af yasasıyla, sabıkasız olarak cezaevinden çıktı. Gökmen daha sonra Günaydın, Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde serbest muhabir olarak çalıştı. Hürriyet Ankara Bürosu Ekonomi Servis Şefliği görevini yaptı. Gökmen, 1988 yılında Günaydın Gazetesi Ankara Temsilcisi oldu. Bu sırada Ekonomik Bülten Gazetesi'nde başyazarlık yaptı ve Günaydın'da köşe yazdı. 1991 yılında Güneş Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan Yavuz Gökmen, bu gazetenin başyazarlığını da üstlendi. 1992 yılı mayıs ayında Hürriyet Grubu'na geri dönen Gökmen, TEMPO Dergisi'nde köşe yazıları yazdı ve Hürriyet'e haber, dizi yazı ve röportajlar verdi. Gökmen daha sonra Hürriyet'te köşe yazarı olarak çalışmaya başladı. Hürriyet'te siyaset ve spor konularında köşe yazıları yazan Gökmen'in ‘Özal Sendromu’, ‘Özal Yaşasaydı’ ve 'Karanlığın Son Çırpınışları' adlı üç kitabı yayınlandı. Fatma Hanım ile evli olan Gökmen, Altan, Yağız ve Müfit adlı üç çocuk babasıydı.
Artık, ‘Sarışın Güzel Kadın’ı yazamayacak
Yavuz Gökmen yazılarında, ‘‘aykırı-sıradışı’’ çıkışlarla da dikkat çekti. Her fırsatta, ‘‘Ben her zaman muhalefetteyim’’ hatırlatmasını yerleştirdi yazılarına. Demokrasi, başörtüsü ve özellikle Tansu Çiller hakkındaki yazılarıyla eleştiri oklarına hedef oldu. Basın terminolojisine Çiller'i, ‘‘Sarışın Güzel Kadın’’ kavramıyla taşıyan Gökmen, Hürriyet'teki röportajında, ‘‘Bir kadından hoşlanıyorsam, bir yönüyle mutlaka Marlyn Monroe'ye benziyor’’ dedi. Odasında karşısındaki irili ufaklı, renkli, siyah-beyaz M.M. posterlerine bakarak kurguladı bazen satırlarını... Özellikle genç yaşında hayata veda eden Marlyn'in, o klasikler arasına yerleşen posterini anlattı uzun uzun. ‘‘Uçucu şiiri seviyorum’’ diye yazdı. Bembeyaz etekleri havalandırma ızgarasında ‘Uçuşan’ Marlyn'e bakarak...
Şimdi ‘Melek Hanım’ın yanında
Yavuz Gökmen, çocukluğundan ve ilk gençliğinden bahsettiği nostaljik yazılarında sık sık annesi öldükten sonra kendisini büyüten ‘Melek Hanım’a yer verirdi. Onu 11 yaşına kadar ‘‘annesi’’ bilmişti. ‘Melek Hanım’ Gökmen'in yazılarında hep bir simge, bir iyilik timsaliydi. ‘‘Onun istemediklerini yapmadım. Okudum, şarkıcı olmadım’’ diyordu. Gökmen, okumak için Ankara Hukuk Fakültesi'ne geldiğinde, yüksek tansiyonu nedeniyle kendisini görmek için Ankara'ya gelemeyen ‘Melek anne’sine kaçmıştı her fırsatta. Şimdi hasret bitti. O artık ‘‘Melek Hanım’’ın yanında...