Güncelleme Tarihi:
Panel, Aydın Doğan Vakfı Yürütme Kurulu Başkanı Candan Fetvacı’nın yaptığı açılış konuşması ve panele katılan gazetecileri tanıtmasıyla başladı. Panelistlerden önce kürsüye çıkan Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Halil Nalçaoğlu bir konuşma yaptı.
"TÜRKİYE’DE BASIN VE İKTİDAR İLİŞKİSİ OLDUKÇA SORUNLU"
Türkiye’de ve dünyada basın-iktidar ilişkisinin hiçbir zaman sorunsuz olmadığını belirten Prof. Dr. Halil Nalçaoğlu, “Bu tuhaf ilişki Türkiye’de oldukça sorunlu. Gazetecilik yapmaya çalışan arkadaşlarımızın, dostlarımızın bir kısmı, bugün Türkiye’de haberciliğin, ifade özgürlüğünün, haber alma hakkının belki de tarihinin en karanlık döneminden geçtiğini yazıyor, söylüyor bize.
Basın-iktidar ilişkileri açısından bakarsak, belki de ortada bir ilişki kalmadığını düşünebiliriz. Çünkü baktığınızda, etik olarak bu ilişki için iki farklı varlık gerektiriyor. Ama şu anda Türkiye’de bu iki varlığın fazlasıyla iç içe geçtiğini, adeta ters bir ilişkiye geçtiğini görüyoruz" dedi.
"NE YAZIK Kİ TÜRKİYE’DE HALEN FİKİRLERİNİ İFADE ETTİĞİ İÇİN TUTUKLANAN GAZETECİLER VAR"
Hukukun üstünlüğü ilkesinin, ifade ve haber alma özgürlüklerinin demokratik toplumun olmazsa olmazı olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Nalçaoğlu, “Ne yazık ki bugün Türkiye’de halen fikirlerini ifade ettiği için tutuklanan gazeteciler, basılan, kurşunlanan medya merkezleri, devlet gücüyle ekonomik tehdit ve baskı altında tutulan basın ve yayın kuruluşları var. Hangi görüşten olursa olsun, gazetecilerin fikirlerinden dolayı hapiste tutulması şu anki en büyük isyanımızdır. Ve en büyük isteğimiz; kim olursa olsun bu arkadaşlarımızın salıvermeleridir. Çünkü basın özgürlüğü, gazeteciler kadar, tüm toplumun özgürlüğüdür. Tüm Türkiye’nin de hakkıdır" diye konuştu.
"GAZETECİLİK YAPMAYA ÇALIŞANLAR, İKİ MEYDAN OKUMAYLA KARŞI KARŞIYA"
Panelde moderatörlük yapan Cüneyt Özdemir, kendi yaşadıkları gerçeklikten, kendi yaşadıkları hayattan Türkiye’deki gazeteciliği, bugünkü durumunu konuşacaklarını söyledi. Özdemir, günümüzde gazeteciliğin içinde bulunduğu durum tartışılırken, ‘Gazetecilik Küllerinden Yeniden Doğar mı?’ sorusuna cevap aranacağını ifade ederek, sözü Ezgi Başaran’a verdi.
Gazetecilerin yaşadıkları güçlükleri dile getiren Ezgi Başaran, “Türkiye’de gazetecilik yapmaya çalışanlar olarak iki meydan okumayla karşı karşıyayız. Birincisi, gazeteciliğin temelinde olan şüphe etme, sorgulama ve merak gibi unsurlarla kavga eden, bunları bir suç olarak kabul eden bir baskı mekanizmasıyla karşı karşıyayız. Bu mekanizma da, devlettir. Buna karşılık hepimiz gazetecilik yaparak mücadele etmeye çalışıyoruz. Ne kadar baskı unsuru gelirse gelsin, ne olursa olsun, örneğin Nusaybin’de, Cizre’de, Sur’da, oradaki insanlar kendilerini yalnız hissediyorsa, biz o gece rahat uyuyamayız. Çünkü biz böyle gazeteciyiz. O insanların seslerini duyurmaktır bizim var olma sebebimiz. Eğer bunu yapamıyorsak, yapabileceğimiz yöntemler geliştirmek ve kafayı buna yormak zorundayız. Böyle bir problemimiz var, bu herkesin malumu. İkinci meydan okuma da, devletler kadar dijital medya üzerinde baskısı olan dev şirketler. Gazeteciliği yaşatma derdimiz ve dijitalin sürdürülebilir, çok pahalı olan haberin yapılabilir ve muhabirin halen alana gidebilir olmasını sürdürmek için yöntemler aramak zorundayız" dedi.
"NORMAL DEMOKRASİLERDE İKTİDAR PARTİSİNİN MENSUBU BİR GAZETEYE BASKIN YAPARSA ONUN BEDELİNİ ÖDER"
Aynı çerçevede değerlendirme yapan Çınar Oskay, gazeteciliğin hiçbir dönemde Türkiye’de ve dünyada kolay olmadığını belirterek, “Güç sahipleri her zaman baskı kurmaya çalışır ve çirkinleşirler. En ileri demokrasilerde de bunu yapmaya çalışırlar. Ama orada bir toplum vardır, demokrasi vardır. Demokrasi gazetecilik yapmak isteyen insanların, yani halkın bilgi alma hakkını garanti eder. Seni savunur. Bizdeki garabet biraz şöyle bir şey; normal bir demokraside iktidar partisinin mensubu bir takım adamları alıp bir gazeteye baskın yaparsa onun bedelini öder. Burada puan kazanıyor.
Şu anda gazeteciliğin içinde bulunduğu, ekonomik ve teknolojik anlamda yaşadığı evrensel sıkıntıları göğüslüyoruz, hem de Türkiye gibi demokrasi olamayan, olmaya çalışan ama bir türlü bunu oturtamayan bir ülkeye gidiyoruz. Evet, hep böyleydi ama hiç bu kadar kötü olmamıştı. 2013 yılında Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün basın endeksi sıralamasında Türkiye 180 ülkede 115’inci sıradaydı. O da berbat bir şey ama bugün 149’uncu sıradayız. Bu çok korkunç bir şey. Hapisteki gazeteciler, baskılar, sürekli sansürlemenin hesapları. Bunlarla uğraşıyoruz" diye konuştu.
"GAZETECİLİK KESİNLİKLE ÖLMEYECEK"
Teknolojinin meslek üzerindeki baskısına da değinen Oskay, “Dijital devrim denen şeyin, yani ‘google’ın, ‘facebook’un ortaya çıkmasıyla insanlar artık haber kaynağı olarak interneti tercih ettiler. Bizler, yani geleneksel medya bunu bir türlü anlayıp da ayak uyduramadık. Geleneksel biçimde yetişen gazeteciler bu dünyayı algılayamadı. Bunu uzun uzun konuşuruz. Ancak gazetecilik kesinlikle ölmeyecek. Ama ölmemesi için birilerinin bu işi farklı bir biçimde yapması ve yollarını oturtması lazım" dedi.
"TÜRKİYE’DE MEDYA PATRONLUĞU ATEŞTEN GÖMLEK"
Basın özgürlüğü ve baskıların dışında Türkiye’de büyük sorunlardan birinin de medyanın sermeye yapısı olduğunu belirten Cüneyt Özdemir ise, “Türkiye’de medya patronlarını alt alta yazalım. Hatta Osmanlı dönemine kadar gidelim. Türkiye’de medya patronluğu ateşten gömlek. Bugüne kadar Türkiye’de bir gazete çıkartıp, televizyon sahibi olup başı belaya girmemiş bir medya patronu yoktur. Başı belaya girmeyen, hapse düşmeyen, bütün malına mülküne el konulmayan, sürgüne gitmeyen, malını mülkünü satıp yurtdışında yaşamak zorunda kalmayan sanırım 1-2 patron kaldı. Yani Türkiye’de medya sermayesinin sahipliği konusunda bir problem var" dedi.
Özdemir, bu sorunların gazetecilerin ekonomik bağımsızlığını da ortadan kaldırdığını sözlerine ekledi.
Konuşmaların ardından, Özdemir, Oskay ve Başaran İletişim Fakültesi öğrencilerinin sorularını yanıtladı.