Gaflet yok felaket büyük

Güncelleme Tarihi:

Gaflet yok felaket büyük
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 27, 1999 00:00

Haberin Devamı

1939 Erzincan Depremi'nden beri, 60 yıldır, hükümet çaresizliğini hep aynı laflarla açıklıyor

‘‘Dün muhterem Nafia Vekilimiz'le konuşurken buyurdular ki, şimdi öyle fenni binalar yapılıyormuş ki, böyle zelzeleden müteessir olmuyormuş.’’ Erzincan depreminin Meclis'teki görüşmeleri sırasında kürsüye gelen Afyonkarahisar mebusu Berç Türker, heyecan içindeydi! Bayındırlık Bakanı ile konuşmuş ve depremde yıkılmayan binalar yapılabileceğini ilk kez duymuştu!

NE LAZIMSA

Türker, Erzincan'da, Hükümetin yaptırdığı iki binadan ‘fenni esasla’ yapılan birinin yıkılmadığını hayretle anlatıyor, içten bir dilekte bulunuyordu:

‘‘Bu millet artık bu işi ele alsın ve vatandaşlarımızı tabiatın bu şuursuz ve zalim pençesinden kurtarmak için ne lazımsa yapsın. Bunu sizden temenni ediyorum.’’

Yıkılmayan binalar yapmak, TBMM'de bu görüşmenin yapıldığı tarihte belki bir rüyaydı. Aradan tam 49 yıl geçti ama sorunlar değişmedi.

26 Aralık 1939'da, 32 bin kişinin yaşamını yitirdiği Erzincan depremiyle ilgili Meclis görüşmelerinin tutanakları, o gün yaşananlarla bugünkü sorunlar arasında büyük benzerlikler olduğunu kanıtlayan örneklerle dolu...

NÜFUS ENKAZ ALTINDA

Depremin ertesi günü Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili (Sağlık Bakanı) Hulusi Alataş, kürsüdeydi, Erzincan valisinden gelen telgrafı okuyordu:

‘‘Gece saat iki raddesinde çok şiddetli bir zelzele oldu. Bu zelzele Hükümet konağı, ordu müfettişliği, ordu evi, postahane ve şehrin en sağlam binaları dahil olmak üzere bütün evleri ve dükkanları yıkmıştır. Şehir baştan başa enkaz yığını halindedir. Kendilerini kurtarabilenler sokaklara dökülmüşlerdir. Şimdiden birçok ölü ve yaralı tespit edilmiştir. Birçok nüfus enkaz altındadır.

Pek az hasarata uğrıyan ve zayiat vermiyen piyade ve topcu kışlalarından gelen askerlerle enkaz altında kalanların kurtarılmasına ve ötede beride başlıyan yangının itfasına çalışılmaktadır.

MUHABERE YOK

’’Şehirde muhabere imka*nı bulunmadığından bin müşkülátla Jeneral İskora ile birlikte Dumanlı istasyonuna gelinmiştir ve malumát ancak oradan arzedilebilmiştir. Tümen Komutanı Akdoğan şehirde yardım işlerile meşguldür. Şehir kámilen yıkılmış olduğundan ekmek ihtiyacı olduğu gibi enkaz altından kurtarılanların ve kurtarılacakların tedavileri için ilaç ve doktor ve halkı barındırmak için çok miktarda çadıra ihtiyaç vardır.

Tahribat yalnız şehre munhasır olmadığı, köylerde de geniş mikyasta tahribat ve zayiat olduğu anlaşılmıştır. Bu hususta elde edilecek tafsilat arzedilecektir.''

FELAKETİN BOYUTLARI

Mebuslar, telgrafı dikkatle dinliyor, sonra kürsüye çıkıp yardımla ilgili önerilerini dile getiriyorlardı. Tüm konuşmalar gösteriyordu ki, kimse felaketin boyutlarını bilmiyordu. Hatta Başvekil Dr.Refik Saydam da ‘‘malumátı olmayanlara’’ dahildi...

‘‘Haberler peyderpey geliyor ve pekçok vatandaşın felakete kurban gittiği’’, günler sonra anlaşılabiliyordu. Ancak 29 Aralık'ta, yani depremden tam üç gün sonra ölenlerin anısına saygı için Meclis'te iki dakikalık saygı duruşunda bulunulabiliyordu ! Ankara'nın ayrıntılı bilgi sahibi olabilmesi için ise 15 gün geçmesi gerekti...

Bölgeye gönderilen iki bakan üç gün süren maceralı bir demiryolu yolculuğundan sonra Erzincan'a varabilmişti. 15 gün sonra döndüklerinde Meclis'e bilgi verdiler.

Önce Dahiliye Vekili (İçişleri Bakanı) Faik Öztrak, kürsüye çıkıyordu:

‘‘...Nihayet 31 XII 1939 günü, saat 12'de Erzincan'a vardık. İstasyonda Org.Gl.Orbay ve Kor.Gl.Alpdoğan, Erzincan Valisi Osman Nuri Tekeli, C.M.U.si, Sıhhat Müdürü bize kısaca malumát verdiler. İstasyon civarında toplanmış olan halkı ve yaralıları dolaşıp teselli ettik.

Saat 13'de Reisicümhur ve Milli Şef İnönü Erzincan'a muvasalat buyurdular. Bizlerden izahat aldıktan sonra trenlerinden indiler. İstasyon civarında toplanan feláketzedeleri ve yaralıları teselli ve tatyib ederek harab şehri görmek üzere ilerlediler. Etraflarını alan bedbahtlardan bir kısmının vücudları ve hepsinin kalpleri yaralı idi. Şefin etrafını sardılar. Kimisi 3, kimisi 5 can kaybeden ve bütün hayatında kurduğu yuvanın başına yıkılıp sevgililerini ezdiğini gören bu vatandaşlar bağırıyorlardı: ‘‘Üç can kaybettim, beş can kaybettim, sana kurban olsun, sen sağ ol İnönü.’’

BÜYÜK ŞEF'İN EMRİ

Cumhurbaşkanı İnönü'nün ayrılmasından sonra bakanlar, kentte kalmış, kurtarma faaliyetlerine nezaret etmişlerdi:

‘‘Şefi teşriden sonra biz tekrar Erzincan'daki arkadaşlarla toplanıp görüştük, enkaz altından daha diri kardeşlerimiz çıkıyordu, ilk ve en büyük gayreti bu işe hasretmeğe karar verdik, zaten Büyük Şef de bize bunu emretmişlerdi. Sivas'tan gelen amele dağılmış, müteferrik surette çalışıyordu. İşin daha verimli olabilmesi için teşkilatlı ve muntazam çalışmak lazımdı.

MUNTAZAM ÇALIŞMA

’’Üçüncü Ordu müfettişi oradaki askerden 800 kişi ayırdı, muntazam postalar halinde ve subaylarının idare ve nezaretinde 400'ünün öğleye kadar, diğer 400'ünün akşama kadar çalışmaları için emir verdi. İmralı'dan Erzincan'a gönderilmiş olan mevkuflar felaketzedeleri çıkarıyorlar, kendi ekmeklerini kurtardıkları kardeşlerine veriyorlardı.’’

YAĞMA OLMUŞ

Öztrak, yapılanları uzun uzun anlattıktan sonra konuşmasını, ortaya atılan rivayetlere değinerek tamamlıyordu:

‘‘Feláketten kurtarmak için her şeyi yapmak lazım iken vatandaşlarımızın bazı tecavüzlere uğradıkları rivayetini duydum. Mesela bunlardan bir tanesi, bir kadın enkaz altında kalmış, kolu dışarda imiş, bileziklerini almak için kolunu kesmişler, bu kadın şimdi hastanede imiş. Başka bir rivayet, yağma olmuş, hırsızlık olmuş.

Arkadaşlarım; sizleri temin ederim ki, vazifeli veya vazifesiz herkes namuskárane çalışmış veya çalışıyor.’’

Bu konuşmanın ardından, Öztrak ile birlikte Erzincan'a giden Sıhhat Vekili Alataş da benzer açıklamalarda bulunuyor, sözlerini teşekkürlerle sona erdiriyordu:

‘‘Halkımızın ve yabancı memleketlerin bu feláketimiz karşısında gösterdikleri hassasiyet minnet ve şükrana şayandır. Bunu da ilave etmeği bir vazife bilirim.’’

Bakanları dinleyen yeni mebus söz alıyor, hükümeti eleştiriyordu. Mebusların eleştirileri, yardım araçlarının yetersizliği, yiyecek ve giyecek dağıtımındaki organizasyon eksikliği, inşaatların kalitesizliği, köylere yardım götürülememesi noktalarında toplanıyordu.

SUÇLU, TABİATIN ŞİDDETİ

Ancak Dahiliye Vekili Öztrak, eleştirilerin tümünü reddediyordu. Öztrak'ın eleştirileri reddederken öne sürdüğü gerekçeler, Ecevit hükümetinin Marmara depremi sonrasında yaptığı savunmalardan çok farklı değildi:

‘‘İmdad vasıtalarının çoğaltılmasını bir arkadaşım tavsiye etti. Çok arzu edilir. Fakat eğer bu badirede bizim felaketzede vatandaşlarımıza gönlümüzün istediği kadar çabuk yetişemediğimize bakılarak bu vasıtanın azlığına zahib olundu ise arzedeyim ki, imdad vasıtaları o kadar eksik değildi.

Hatırlamak lazım gelir. Felaket tam 11 vilayette vaki olmuştur. Bu kadar geniş bir felaketin geleceğini hep beraber tahmin etmemekle zannediyorum ki, büyük bir gaflet yapmadık.

...bizi asıl müteessir eden, her şeyden ziyade tabiatın imkan vermeyen şiddetidir.’’

DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK

Sonra yaşanan depremlerde de vaziyet değişmemiş. TBMM tutanaklarında hep bir öncekine benzeyen konuşmalar yapılmış. Sadece eleştirenler ve yanıtlayanların isimleri değişmiş, o kadar. Daha da kötüsü, ufukta, yarın da benzer konuşmalar olmayacağına dair en ufak bir işaret yok...

Bu millet artık bu işi ele alsın ve vatandaşlarımızı tabiatın bu şuursuz ve zalim pençesinden kurtarmak için ne lazımsa yapsın. Bunu sizden temenni ediyorum.

Şehir baştan başa enkaz yığını halindedir. Kendilerini kurtarabilenler sokaklara dökülmüşlerdir. Şimdiden birçok ölü ve yaralı tespit edilmiştir. Birçok nüfus enkaz altındadır.

Şehir kámilen yıkılmış olduğundan ekmek ihtiyacı olduğu gibi enkaz altından kurtarılanların ve kurtarılacakların tedavileri için ilaç ve doktor ve halkı barındırmak için çok miktarda çadıra ihtiyaç vardır.

Bir kadın enkaz altında kalmış, kolu dışarda imiş, bileziklerini almak için kolunu kesmişler, bu kadın şimdi hastanede imiş. Başka bir rivayet, yağma olmuş, hırsızlık olmuş.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!