Oluşturulma Tarihi: Şubat 07, 2003 00:00
'Sıkıysa Yakala'ya gidip koltuğa oturduğumda filmin iki saat yirmi dakika olduğunu bilmiyordum. Hatta bir ara saate baktığımda gözlerim faltaşı gibi açıldı. 'Galiba mola vermeyen şehirlerarası otobüsler gibi mola vermeyen ekspres bir gösterim izliyorum.' diye düşündüm. Öyle değilmiş.'
Film uzun' diyorum diye sıkıldığımı falan sanmayım. Çok keyifli bir film. En azından Yapay Zeka ve Azınlık Raporu filmlerinde bizi 'teknolojik katharsise' ulaştıran Spielberg gibi bir sinema dehasının, farklı bir türü nasıl yorumladığını görmek süper keyifli.Öykü anlatma ustası Spielberg genç dolandırıcı Frank W Abagnale Jr'ın gerçek yaşam öyküsünü, iki saat kırk dakika oya gibi kurgulamış. Dolandırıcı Frank'ın öyküsü öyle ahım şahım bir öykü değil. 1960'lı yılların ortalarında Frank'in ailesi boşanıyor, bunu göğüsleyemeyen Frank 16 yaşında evden kaçıyor, para kazanmak için önce babasında öğrendiği küçük numaraları deniyor. Bakıyor 16 yaşında bir çocuktan kimse çek almıyor, kılık değiştiriyor. Pilot oluyor, doktor oluyor, avukat oluyor. Beş yılda da FBI'ın aradığı en azılı çek dolandırıcılarından biri haline geliyor. Bu sürede dolandırdığı paranın miktarı tam dört milyon dolar..Frank'in peşinde de tabii ki bir FBI ajanı var: Dolandırıcıları yakalama ustası Carl Hanratty. 'Sıkıysa Yakala'yı sakın nefes nefese izleyeceğiniz bir kaçma-kovalama filmi sanmayın. Filmin temposu hiçbir zaman böyle bir kaçma-kovalamaca hızına erişmiyor. Spielberg'in böyle bir derdi de yok zaten.Spielberg Frank'ın yaşamından çeşitli kesitler alarak onun dolandırıcılık gelişimine sadece tanıklık etmek istemiş, bunu da bir dolandırıcıya övgüler düzmeden başarmış.Spielberg, Frank ve FBI ajanı Carl arasındaki aşk-nefret ilişkisini 1960'lı yılların renkleri, kıyafetleri, müziğiyle de birleştirince de ortaya seyrine doyulamayan çok neşeli bir film çıkmış. 1960'lı yıllardaki pilot karizmasına da dikiz lütfen. Ne karizmaymış ama...'Sıkıysa Yakala'yı izlerken sadece eğleneceğim diye düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz. Frank ve Babası arasındaki ilişkiyi uzun uzadıya düşüneceksiniz. Bence Frank'in 'çok para' kazanma isteğinin arkasında tek nedeni var: Babasına saygınlığını, zenginliğini geri vermek ve ailesini yeniden aynı evde görmek. Bakalım sizin yorumunuz nasıl olacak.Leonardo Di Caprio çok iyi oynuyor. Yıllar sonra Christopher Walken'ı Frank'ın babası rolünde izlemek büyük keyifti. Tom Hanks'ın çizdiği FBI ajanı karakteriniyse hiç beğenmedim. Çok daha iyi olabilirdi. Ortaya bir karakter çıkmamış ki. Hanks 'Mır, mır, mır' ortalarda dolanıyor işte. Peki gitmeye değer mi? Kaçırmayın, üzülürsünüz.Konya Hilton minimalist mi maksimalist mi?Geçen hafta Konya Hilton'un 20'inci katında bir gece konakladım. Konya'nın 15 km dışı falan ama iyi otel yapmışlar. Konuşmalardan anladığım kadarıyla hiç de fena çalışmıyor. Hem yurt içinden hem yurt dışından gayet iyi turist alıyormuş.Konya Hilton'un lobisi, toplantı salonları geniş geniş, tavanları da yüksek. Ohhh. Yayıl yayılabildiğin kadar. Japon turistler için üzgünüm. Durumun önemini anlayan ben bile, görmeyip, az daha bir iki Japoncuğun üzerine basıyordum.. Akşam yemeğini Hümayun adı verilen lokantada yedim. Hümayun, piyano eşliğinde huzur içinde
yemek yiyebileceğiniz, abartısız bir mekan. Benim kaldığım gece Hümayun'da açık büfe uygulaması vardı. Yemek ve tatlı performansını beğendim. Konya Hilton'da tek çözemediğim iç dekorasyon oldu. Minimalist mi desem, maksimalist mi desem ne desem? Aslında çözemediğim için bir şey demesem daha iyi olur ya.Galiba birkaç iç mimar birlikte çalışmışlar ama araları açıldığı için 'Şu köşe senin, bu köşe benim, ortada su şişesi' yapmışlar. Hele avizeleri içlerinden hangisi yaptıysa kutlamak lazım, bu kadar zevksiz bir şey yapabilmek için adamın otele bir kasdı olması lazım. Resmen taammüden avize cinayeti işlenmiş! Bilmem Kurban Bayramı'nı Konyalar'da geçirmek ister misiniz? Eğer böyle bir niyetiniz varsa söyleyeyim, Konya Hilton'da promosyon var. İki kişilik odada tek kişi 40 dolar falan, değer kaçırmayın. Yine de yanıltmayayım sizi, kendiniz arayıp bir öğrenin. Hem Konya'ya gitmişken bir iki de Mevlevi törenine katılır, ruhen turp gibi olursunuz. Hatta çekinmeyin kalkıp bir iki de siz dönün. Dönün, dönün, çekinmeyin. (0332 221 50 00) Pakize Suda yazım sansürlendiKitapçıya girdim. Bakındım, bakındım Pakize Suda'nın kitabı yok. Tekrar bakındım yine yok. Kasaya yöneldim tam 'Var mı?' diye soracam, ortalarda dolaşan üç beş kişi gözüme çarptı, sustum. Kasiyer 'Bir şey mi istediniz' dedi 'Yok' dedim, 'Just looking!'. Yine kitapçıyı boydan boya dolaştım. İçimden de Pakize Suda'ya ağzıma ne gelirse söylüyorum 'Zaten 'Pakize Suda'nın kitabı var mı?' demesi zor, bir de 'Ağız Tadıyla Sevişemedik'miş! Sevişseydin, ben ne yapayım. Sen sevişemedin diye ben burada karın ağrısı çekmek zorunda mıyım!'. Çıkacak dedikoduya bakar mısınız: 'Nananininini, gördük gördük, Atıf Hoca'yı Pakize Suda'nın kitabını alırken gördük, ‘Ağız Tadıyla Sevişemedik’ var mı diye sordu'. Kitapçı boşaldı yine kasaya yürüdüm. Fısır fısır 'Pakize Suda'nın kitabı geldi mi? dedim. Kasiyer 'Buyur?' dedi. Biraz sesimi yükseltip aynı soruyu bir daha sordum. Kasiyer bu kez gevrek gevrek 'İsmi neeee?' dedi. Yine içimden kalayın bini bir para 'Sorma işte, sorma. Var de, git raflardan al getir be kadın' Ben böyle içimden söylenirken kasiyer geviş getire getire 'İsmi neeee?' diye tekrarladı. Bütün enerjimi ağzıma topladım, ar damarımı boşalttım, gözlerimi kapadım ve söyledim: 'Ağzı tadıyla düzüşemedik.'. Gözlerimi açtım. Kasiyer hayretler içinde beni izliyordu. 'Yok' dedi, 'Ondan yok, ama 'Ağız Tadıyla Sevişemedik' yarın gelecek, isterseniz ayırayım.' Kafamla onaylayıp, kendimi dışarı atarken kasiyer kız arkamdan bağırıyordu: 'O ‘düzüşemedikli’ olanı da yarın sipariş veririm, haftaya gelir, siz merak etmeyin' Bana kızcağızın ses tonunda hiç alay yokmuş gibi geldi. Alay etmiş olamaz değil mi? Etmemiştir değil mi? Not: Geçen hafta Pakize Suda'nın 'Ağız Tadıyla Sevişemedik' kitabını okuduğumu söylemiş, bu hafta kitapla ilgili görüşlerimi yazacağımı anons etmiştim. Ama 'Sen de sevişemediysen Pakize biz ölelim be ölelim' başlıklı yazım evdeki Pakize Suda canavarı (Ecmel) tarafından engellendi. 'O yazıyı yazarsan bozuşuruz!' diye tehdit edildim. Biraz düşünmem lazım.Bir işkembeci de benden Şu işkembe ve kokoreç tutkum yüzünden neredeyse Avrupa Birliği'nden bile vazgeçebilirim. Sanırım en az bir on yol daha ‘Avrupalı mı olacağım yoksa Türk mü kalacağıma’ karar vermek zorunda değilim. Bu hafta size Orhangazi Bursa yolu üzerinde bir işkembeci önereceğim. Yalova tarafından gelirken sol kolda.Bursa İşkembe Aile Salonları diye geçiyor. Bursa'da üç tane daha varmış ama ben sadece bunu bilir, bunu yazarım. İşkembeyi içkiden sonra ayılmak için içme gibi bir kültürümüz var ya. Galiba bunun yarattığı 'içkicilerin yeri' imajından kurtulmak için 'aile salonu' esprisine takılmış arkadaşlar. Küçük ama çok temiz bir yer. Özellikle damardan tuzlamayı öneririm. Biraz sirke, biraz pul biber. Pamuk pamuk, tuzlama ama tuz koymayı unutmayın. Zaten duvarda yazıyor: İşkembe çorbamız doğaldır, her bişeysini kendiniz ekleyin! Turşusu biraz tuzlu ama yine de denemekte fayda var. Eğer işkembe kesmezse söğüş kokoreç benim önerim. Paça, kelle gibi seçenekler de var ama ben denemedim. Yanınızda kartvizit götürmeyi de unutmayın. Gelenler anı olarak masaların üzerlerindeki camların altına kartvizitlerini bırakıyor. Kartvizitin üzerine de 'Dışardan bir şeye benzetemedik ama çorbayı içince çok utandık!', 'Ne çorbaymış abi be.', 'Büberler çok acıymış yavu' gibilerden notlar düşüyorlar. Notlar arasında acayip komikleri de var, yazsam dibiniz düşer. Hadi yazmayayım, hem damardan tuzlamanızı için, hem gülün. (0212 573 91 08).Bazı çeviriler nefretlik!Spielberg'in sinemalarda oynayan filminin orijinal ismi 'Catch Me If You Can' yani 'Yakalayabilirsen Yakala'. Türkçe'ye 'Sıkıysa yakala' diye çevirmişler. Hoş çeviri. Orijinal anlamı bence karşılıyor. Orijinaline sadık kalmayan film ismi çevirilerinden nefret ediyorum. Bazı yabancı film isimleri deyim olduğu için karşılığını bulmak zor oluyor. Örneğin şu sıralarda sinemalarda oynayan Thunderpants'i 'Şimşek Pantolonlar' diye çevirmek komedi olur, bunun yerine 'Afacanlar İş Başında' demek çok yerinde bir çeviri olmuş. Ama 'Analyze That' niye 'Anlatamadım mı?' diye Türkçeleştirilmiş, anlamam mümkün değil! Nefret!Cuma AlıntısıErkek çocukların sevgilerini göstermek için başvurdukları yollardan biri adalet ve doğruluk duygusu yaratmaktır. (William Pollack, Harbi Delikanlılar)
button