Fotoğrafçının Ferrari’si Leica

Güncelleme Tarihi:

Fotoğrafçının Ferrari’si Leica
Oluşturulma Tarihi: Mart 02, 2002 22:54

On yıldır fotoğraf çeken Alp Sime (32) Boston Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü'nde grafik okudu. Ama asıl uğraşı hep fotoğraf oldu. Hafta içinde İstanbul Nişantaşı'ndaki Eltürko Sanat Galerisi'nde açılan Ramora başlıklı sergisi onun fotoğraf izleyicisinin karşısına ilk çıkışı. On yıllık birikimini başkalarına göstermek heyecanlandırıyor onu.

Amerika'ya gidiş amacınız fotoğraf eğitimi miydi?

-Hayır. Çünkü ailemin böyle bir şey okumama izin vermeyeceğini düşünmüştüm. Reklamcılık falan yazdım tercihlerimin arasına. Ama ben Amerika'ya gider gitmez kendime bir sanat portfolyosu hazırlamaya başladım. Yani açıkcası, Türkiye'den çıkmak için ailemi kandırdım ama sonra öğrendim ki ne okumak istersem isteyeyim onu okumama izin vereceklermiş.

Fotoğraf çekmeye nasıl başladınız?

- Babamın fotoğraf makineleriyle çocukluğumdan beri fotoğraf çekiyordum. Sonradan okula gittiğimde bir tane Leica aldım. Birden elimde böyle bir makine var, şimdi bütün fotoğrafçılarla eşitsin, gibi bir duyguya kapıldım. Hani bir Ferrari verseler adam gibi araba kullanmasını öğrenirsiniz değil mi? Onun gibi bir şey. Yani o makine insana sorumluluk yüklüyor. Ondan sonra diğer fotoğrafçıların yaptıkları işlere kullanma kılavuzu gibi bakarak, öğrenmeye çalıştım. Boston Üniversitesi'ne bir fotoğraf portfolyosu yaparak girdim.

ÊBundan sonra artık başka hiç bir şeyle ilgilenmeyip fotoğrafçılık yapacağım, kararını ne zaman verdiniz?

-Leica Academy'nin öğretim üyelerinden Prof. Ulrich Mack'ın asistanlığını yaptım iki yıl boyunca. Okuldaki hocalarımdan biri bir gün fotoğraf çektiğimi bildiği için, böyle bir adam geldi sen de portfolyonu göster istersen, dedi. Misafir hoca olarak gelmişti. Herkes sırayla işlerini gösterdi. Sıra benim fotoğraflarıma gelince burada kim Leica kullanıyor diye sordu. Ondan sonra beni asistan olarak aldı ve ben onun iki sene asistanlığını yaptım. Bana ihtiyacım olan her şeyi verdi. Ekipmanlarını açtı, makinem bozulsa kendisininkini kullandırttı.

Türkiye'ye dönüş nedeniniz neydi? Artık fotoğraf çalışmalarımı ülkemde sürdüreceğim mi dediniz?

-Aslında askere gitmek üzere geldim ve taklıp kaldım burada. Bir de dışarıda ne kadar mutlu olursan ol, bir şey çekiyor insanı. Amerikan Lisesi'ne gitmenin bir rahatlığı vardı bende. Orada hiç bir uyum zorluğu çekmedim. Ama burası, hani iyi filmlerde de öyledir ya, bir sonraki sahnede ne olacağını bilmezsin, tahmin edemezsin. İşte İstanbul öyle bir yer. Burada yaşadığınız bir ay oradaki üç aya bedel diye düşünüyorum.

ÊFotoğrafçı açısından daha mı zengin malzeme sunuyor insana burası?

-Yok. Ne bileyim, İstanbul'da bir sokağı çekmek istiyorsanız buraya mahkumsunuz ama benim öyle bir derdim yok.

Türkiye'deki fotoğraf ustalarından etkilendikleriniz oldu mu?

-Çok erken yaşta yurt dışına çıkmamış olsaydım ve onları daha erken tanısaydım eminim etkilenirdim. O ustaları Türkiye'ye geldikten sonra öğrendim. Bütün kahramanlarım o yüzden hep yabancı oldu. Ne bileyim Ara Güler gibi bir ustaya sahip olduğumuz için çok şanslıyız.

ADAMIN ÇAYINI TAŞIDIM AMA GEREKEN HER ŞEYİ ÖĞRENDİM

Prof. Ulrich Mack sıra benim fotoğraflarıma gelince ‘Burada kim Leica kullanıyor’ diye sordu. Ondan sonra beni asistan olarak aldı. İki sene asistanlığını yaptım. Yani adamın kutularını taşıdım, çay yaptım ama öğrenmem gereken her şeyi öğrendim.

YAPTIĞIM İŞLE SANKİ İLK DEFA HESAPLAŞIYORUM

Siyah-beyaz'ın hüzünlü yanı onu çekiyor. Sadece siyah-beyaz çalışan Alp Sime'nin 28 Mart'a kadar açık kalacak sergisinde 50 fotoğrafı yer alıyor: ‘‘Hiç yan yana görmedim ben fotoğraflarımı. Üç dört tanesini koyarsınız ve bakarsınız ama hepsini bir yerde, aynı duvarda görmek en heyecanlı tarafı. Mesela bazı takıntılarım olduğunu ilk defa fark ediyorum. Yaptığım işle sanki ilk defa hesaplaşıyorum.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!