Güncelleme Tarihi:
Zulüm, Kur'an dilinde eşya, insan ve kavramları, olması gereken yerlerinin dışına koyarak hayatı kaosa mahkûm etmek demektir. Kaosun faturasını ödeyecek olansa birey ve toplum halinde insandır...
Şirkin ikinci kötülüğü, ataları ve eski mirası (eşya, olay, yorum, kabul ve zihniyet) eleştiri üstü tutup ilahlaştırmak ve böylece insanoğlunun yeniye ve ileriye giden yolunu tıkamaktır.
İslam Peygamberi'nin, ümmetini örtülü-sinsi bir şirkin felakete sürükleyeceğini ifade eden sözleri tüm hadis kaynaklarında yer alır. Bunun bir anlamı da, Muhammed ümmetini, örtülü bir fosilperestliğin batıracağıdır.
İslam dünyasının bugünkü durumu, bunun böyle olduğunu gösteren tablolarla doludur.
Cahiliye (İslam öncesi dönem) Arabizminin dini olan şirk, çeşitli kılıklarda Kur’an İslamı’nın içine sızarak, Hz. Muhammed'den ve onun tebliğ ettiği kitaptan âdeta intikam almaktadır.
İslam dünyasında şimdilik sadece bir ‘şaz görüş’ (kamusal kabule dönüşmeyen, kıyıda-köşede kalmış görüş) muamelesi gören tecdît (yeniden yapılanma) zihniyetinde ‘çıkış yolu’ olarak sunulan tekliflerin omurgasını, işte bu ‘örtülü fosilperestlikten kurtulmak’ oluşturmaktadır.
Fosilperestlik, kurduğu bir ‘rabler veya şürekâ hegemonyası’ ile Müslüman halkların canına okumakta, bu arada İslam’ı da dünyanın gözünde saygın bir din olmaktan çıkarmaktadır.
Hurafe ve uydurmalar enkazından Kur'an'ın eskimez ve pörsümez yenisine geçiş için, fosilden, yaşayan insana geçmek gerekmektedir. Tecdît düşünürlerinin eserlerinde önerilen çözümün özeti budur.
TÜRKİYE KAHIRLI BİR HEGEMONYANIN BASKISI ALTINDA
Ne yazık ki, Türkiye son yıllarda, tecdîtten rahatsız olan ama İslam düşmanı Haçlı-siyon kodamanlarıyla işbirliğine girip onların önerdiği ölümcül reformun dini Ilımlı İslam’a eşbaşkanlık yapmayı hüner sanan kadroların egemenliği altına girdi veya sokuldu.
Türkiye şimdilerde, bu kahırlı hegemonyanın pençesinde kıvranmaktadır.
Türkiye’nin yeniden yapılanmasına gidecek yolunun ilk adımı bu ‘zalim hegemonyanın kahrından çıkmak’ olacaktır. Bu hegemonya, Türk tarihinin daha önce tanımadığı çok zehirli bir hegemonyadır.
Korkarım ki, bu zehirli hegemonya, bu milleti, Cumhuriyet’in yüzüncü yılını kutlamak yerine Cumhuriyet’in yüzüncü yılında Cumhuriyet’in çöküşünü seyretmek durumunda bırakacaktır. Tanrı ve tarih önünde bu kaygımı açık şekilde ifade etmeyi bir insanlık ve iman borcu biliyorum.
Ve çözüm önerimi arz ediyorum:
Türkiye, bu hegemonyayı aşmak için küresel değerler üstüne oturan basiretli, dirayetli, azimli ve cesur antiemperyalist projeler üretecek kadroları âcilen siyasete sokmak zorundadır.
Genelde tüm tecdît öncülerinin, özel çerçevede de bizim, din meselesinde çıkış yolumuz, Kur'an denetiminde yeni bir diriliş, yeni bir yapılanmadır. Bu yapılanmanın öncülüğünü Türkiye’de iki kurum yapacaktır, yapmalıdır:
1. Üniversite,
2. Diyanet Teşkilatı.
Ancak bu iki kurumun bekleneni yapabilmesi için Türkiye’nin içine itildiği Afganlaştırma sürecinin durdurulması şarttır. Şöyle de söyleyebiliriz:
Türkiye’de İslam’ın, İmamı Âzam anlayışı yönünde yeniden yapılanmasına zemin hazırlayan Atatürk mirasına indirilen ölümcül darbenin etkisiz kılınması gerekir.
Bu ‘kaçınılmazlar’ yerine getirilmedikçe hiçbir kurum ve kişi hiçbir şey yapamaz.
Üniversite bilim, fikir ve bakış açısı üreten kadrolar yetiştirecek, Diyanet de üretilen bu değerleri halka indirerek uygulanabilir hale getirecektir.
Şunu da asla unutmayalım:
Diyanet Teşkilatı işe yarar hale getirilmedikçe (veya lağvedilmedikçe), din meselesinde üniversitenin üreteceği hiçbir değer hayata geçemez. Çünkü Diyanet, bilimin ürettiği değerlere, ilk iş olarak karşı çıkmaktadır. Bunların bir kısmına katılımı, halkın baskısı yüzünden veya siyasal konjonktüre uyum sağlama adına ve çoğu kez iş işten geçtikten sonra olmaktadır.
Son yıllarda Türkiye’nin din meselesinde en büyük talihsizliği, Diyanet’in, üniversite tarafından üretilen değerlerin hayata girmesini engelleyen bir kurum gibi çalışmasıdır.
Diyanet’in bilime ve üniversiteye samimi saygısı sağlandıktan sonra tecdît veya yeniden yapılanma adına el atılacak temel konular listesinin başına, Hz. Peygamber'i Kur'an ışığında yeniden tanımak konmalıdır. Peygamberimizi, Allah'ın elçisi olmaktan çok, Allah'ın bir tür ortağı, hatta O'nun buyruklarına ters hükümler koyabilen bir kuvvet gibi algılayanlar vardır.
İslam dünyası, Arap örfleri ampulünü yakan emperyalizm beslemesi dinamoyu kapatarak Hz. Muhammed'i Kur'an ışığında yeniden tanımak zorundadır.
Hz. Muhammed'in ‘âlemlerin rahmeti’ olması onun ‘Kur'an'ın Muhammedi’ olmasıyla mümkündür. Bugün bizim çocuklarımıza tanıtılan ve öğretilen ‘Muhammed’, Kur’an’ın Muhammed’i değildir...(Bu konuda, Mustafa İslamoğlu’nun ‘Üç Muhammed’ adlı değerli kitabının okunmasını önemle tavsiye ediyorum).
Tecdît adına el atılacak ikinci temel konu ise dine getirilen eski yorumlarla bizatihî dini birbirinden ayırmak, yani eskinin her dediğini kutsal ilan etmekten kurtulmaktır. Filan veya falan zamanda yaşayanların din adına ürettikleri fikirler, yaptıkları içtihatlar ve geliştirdikleri sistemler dinin kendisi değildir.
‘Bizatihi din’, yani kaynak din, özgün din Allah'ın gönderdiği vahiylerdedir. Her devrin insanı, dini kavramak için o vahiylere başvuracaktır. Vahiylere gitmek yerine vahiylerle ilgili yapılmış eski yorumlara teslim olmak, dini ve dindarı hayatın ve Kur'an'ın dışına itmiştir.
İslam dünyasının yaşayan ilahiyatçılarının en büyüklerinden biri olan Prof. Dr. Hüseyin Atay, bu noktada şu gerçeğin altını çiziyor:
“Mezhep imamlarının fikirleri, içtihatları, fetvaları zaman ve şartlara göre sürekli değişmiştir. Aynı mezhep imamının aynı konuda Bağdat'ta ayrı, Mısır'da ayrı fetvası vardır. İslam'ın hayat dini olması bu tavrın korunmasıyla mümkündür. Dün yapılan içtihatlar bizi bağlamadığı gibi, bugün yapılacak içtihatlar da yarınki nesilleri bağlamayacaktır. Gelecek nesiller, bizim mirasımızdan yararlanacaklar ama kendi problemlerini kendileri çözeceklerdir. Hayatın kanunu budur. İslam'daki icma (konsensus), ortaya çıkan meselelere bilginlerin getirdikleri ortak çözümdür. Oysaki İslam dünyasında yüzyıllardır biriken yeni meselelere yeni çözümler üretilmemiştir.”
Atay, yeni yapılanma ile vücut bulacak atmosferde mezhep dininin yerine ‘mezhepler üstü Kur'an dini’nin geçeceğini, parça parça edilmiş insanların Allah'ın önerdiği ‘Müslüman’ kimliğinde kucaklaşacaklarını, İslam dünyasında yeni bir tevhit ve aydınlanma çağının başlayacağını söylüyor.
Atay Hocamın bu temennisine bütün ruhumla katılıyor, kendisine saygılarımı, tuttuğu ışığa da şükranlarımı iletiyorum...