Güncelleme Tarihi:
Sabahında bardaktan boşanırcasına yağmurun yağdığı bir günün güneşli öğleden sonrasında bir araya geliyoruz... Sohbeti “Hocam, bu havalar ne olacak?” diye başlatıyorum, gülüyor. Türkiye’nin meteoroloji alanında en tanınan ismi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ile birlikteyiz. Hava durumu neden dünyanın her yerinde en popüler sohbet başlatma konusu acaba? Bu popüler konuyu çalışma alanı yapmanın insanın büyüdüğü hava ve suyla bir ilgisi var mı? Mikdat Hoca için bu sorunun cevabı öyle.
‘BENİM DE AİLEM SEL GÖÇMENİYDİ’
Memleketinin plakasıyla uyumlu olarak 1961 yılında Trabzon’un Maçka ilçesinde dünyaya geldi. Ailesi ‘sel göçmeni’ydi. 1929’da Sürmene’de yaşanan büyük sel felaketi sonucunda dönemin ‘Arap Kaymakam’ lakaplı bürokratı, sonradan Libya’nın ilk başbakanı olacak olan Sadullah Koloğlu tarafından Maçka’daki Rum köylerine yerleştirilmişlerdi. Ancak sellerden orada da kurtulamamışlardı. Kadıoğlu, “Dedem Değirmendere kıyısındaki düz yerleri beğenmemiş. Yukarıda iki kaya arasındaki dere yatağına yerleşmiş. Maçka’da Atatürk ve İnönü anıtları vardı; hep su altında kalırlardı. Millet, ‘Dayan Kemal Paşa, dayan İsmet!’ diye bağırırdı!” diye anlatıyor. Ailenin durumu pek iyi değildi. Çocukluğu oradan oraya taşınarak geçti. Kadıoğlu anlatıyor:
“Babam ilkokul mezunuydu. Annemse ilkokulu bile okuyamamıştı. Babam önce İstanbul’a gitmiş garsonluk, şoförlük yapmaya. 1974’te de Almanya’ya, işçi olarak... Ben anneannem, teyzem, halamla büyüdüm. Hiçbir okulda bir seneden daha fazla okuyamadım. Maçka’dan ben 3-4 yaşındayken ayrıldık. Önce Adapazarı’na geldik. İlkokul üçüncü sınıfa kadar anneannemleydim. Sınıfın en çalışkan öğrencisiydim ama yoksulluktan üzerime teyzemin küçülmüş önlüğünü giyiyordum. Öğretmen tipime bakıp beni sınıfta bıraktı! Buna çok içerledim. Hayat boyu da unutmadım ve kimsenin kılığı, kıyafetiyle ilgilenmedim. Ertesi sene okulu terk ettim. Kaçıp sokaklarda dolaşınca beni İstanbul’a ailemin yanına gönderdiler. İlkokul üçün yarısını orada okudum. Diğer yarısı için Maçka’ya geri döndüm ama üçüncü sınıfı bir türlü bitiremiyordum! Öğretmenimiz bazen vardı, bazen yoktu. Bana Maçka’nın dağlarını, derelerini sordu. Bilemeyince dedeme ‘Bunun kafası çalışmıyor, bu okuyamaz’ demiş. Dedem sonra bu öğretmeni her gördüğünde yakalayıp ‘Hani bu okumazdı!’ diye kızardı.”
Kadıoğlu, öğretmeninin dağlar ve dereler sorularını o zaman bilememişti ama okumaya büyük merakı vardı. Gizlice girdiği meslek lisesi sınavını kazanınca bu merak açığa çıktı. Babası aslında onu genç yaşta tüccar yapmak istiyordu. Ancak mahalle baskısı baskın geldi; genç Mikdat yatılı olarak Yapı Meslek Lisesi’nin Teknik Ressamlık Bölümü’nde ‘devlet parasız lise öğrencisi’ olarak okumak için İstanbul’a gitti. Sene 1976’ydı. Ortalık karışıktı. Kadıoğlu, “Tam da anarşinin içine düştük!” diye anlatıyor: “Akşam odama geliyorum, bir bakıyorum nevresimim yok; üzerine ‘Tek yol devrim’ yazıp okulun karşısındaki yola afiş yapmışlar. Dersleri zar zor yapabildik. İyi bir talebeydim. Liseyi bitirip İstanbul Teknik Üniversitesi Meteoroloji Bölümü’nü kazandım. Babam ‘Anarşi var, çocuğumu yurda vermem’ diye beni komşusunun kızıyla evlendirdi.”
‘LAZ MÜTEAHHİT OLMAK İSTEDİM’
Peki Mikdat Hoca neden meteoroloji bölümünü tercih etmiş? “Aslında 13. tercihimdi!” diye anlatıyor: “İlk sıralara inşaat bölümlerini yazmıştım. Laz müteahhit olacaktım! Ama havaya merakım vardı. Köydeyken, bir gün bir yağmur yağdı ama ne yağmur! Gökten, kayalardan elektrikler fırlıyor. Bu kadar yağmur gökte nasıl duruyor, bu suları aşağı kim döküyor diye büyük merak içine girdim. Gökyüzünü öğrendikçe daha da hoşuma gitti. 1984’te mezun oldum. Milli Eğitim Bakanlığı, Amerika’da karşılıksız yüksek lisans ve doktora bursu sınavı açtı. Birincilikle kazandım. Columbia’daki Missouri Üniversitesi’nde Atmosfer Bilimleri dalında yüksek lisans ve doktora yaptım. 1991’de derecemi aldığımın ertesi günü de iki kızımızla birlikte derhal memlekete döndük. Burada anlatırım diye gemiyle çuvallarca kitap ve yabancı yayın getirdim. Atamam yapılana kadar İTÜ’de üç ay bedava ders verdim. Ancak kimse ‘Anlat bakalım sen ABD’de neler öğrendin?’ demeyince kendi kendimize anlatmaya başladık. O dönem çok çığ oluyordu. Yetkililer televizyonda ‘Ne yapalım, çığ tamir edilmez ki!’ diyordu. Oysa edilirdi... Kendimi gazetelere yazılar yazar, belgeseller çekerken buldum. Açık Radyo’da 10 sene ‘Havadan Sudan’ diye program yaptım. Zaman içinde Türkiye’de ‘meteorolojinin yüzü’ oldum...”
AYILARI KIZDIRIRDIK
"Rahmetli anneannem ben doğduğumda üç tane sazı aynı boyda kesip her birine bir ad vermiş; Mustafa, Erdoğan ve Mikdat. Sonra bakmış ki Mikdat daha çok büyüyor, bana Mikdat adını vermiş. Biz çocukken Karadeniz tarlalarında direklerin üzerinde ‘kelif’ denen kulübeler olurdu. Dağlardaki ayılar gelip mısırları yemesin diye keliflerde sabaha kadar teneke çalıp türkü söylerdik. Bazen ayılar kızıp aşağı taş yuvarlardı!"
"Bizim orada arazinin yapısı, havanın şekli insanın karakterini değiştirir. Tembel adam Karadeniz’de yaşayamaz; mübarek topraklardır... Eskiden gençler ev yapacağı zaman, köyün yaşlıları ‘Burada heyelan olmaz, şuradan kaya gelmez’ diye yer gösterirdi. Şimdi ne gençler soruyor, ne kimse yer gösteriyor..."
HORTUM AVLARDIK
Gençliğinde hortumları kovalayan Mikdat Hoca, aynı zamanda bir afet uzmanı: “ABD’de öğrenciyken araba kiralayıp Kansas’ta hortum avına çıkardık! Benim huyum her şeyin en iyisini yapmaya çalışmaktır. İlgilen, bilgilen!”
AKLIMIZ HAVADA DEĞİL, YERDE
Peki Türk insanının meteorolojiyle arası nasıl? “Aklımız havada değil, yerde!” diye yanıtlıyor Mikdat Hoca: “Aniden yağış bastırdı diyorlar. Ne anisi yahu! Kaç gündür bulutun geleceğini söylüyoruz! İklim değişkendir, hava havaidir. 1810’da Arago isimli filozof ‘Teknolojik gelişmeler ne olursa olsun prestijini düşünen bilim insanı asla hava tahmini yapmaz’ demiş... Ben de tahminlerimi sadece kendime yapıyorum.”