Güncelleme Tarihi:
Ankara'nın diplomatik girişimlerinin hem Türk hem de Batılı gözlemciler için soru işaretleri yarattığını belirten gazete Türkiye'nin yeni politikalarının eski müttefiklerini ne ölçüde rahatsız edeceğini değerlendirmesi gerektiğini yazdı.
İşte hurriyet.com.tr ekibinin çevirisiyle Financial Times gazetesindeki makalenin tam metni:
TÜRKİYE’NİN OSMANLI MİSYONU
İstanbul’un sanat kokan semtlerinden birinde bulunan bir sahafta Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenlik alanını gösteren eski bir okul atlasından yıpranmış sayfalar satılıyor. Atlasın üzerine ustaca işlenmiş el yazısını şu anda çok az Türk okuyabiliyor.
İşte bu solmuş sayfalar, yeni bir ulusal kimlik arayışına girmiş olan ve 20’nci yüzyılın siyasi coğrafyasında varlığını sürdüren modern Türk devleti tarafından uzun bir süre reddedilen bir mirası gözler önüne seriyor.
Aynı laik cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün sosyal reformlarının Avrupa kültürünü uygar yaşam standardı olarak sunması gibi sınırlarını Sovyet tehdidinden korunmaya çalışan Türkiye’nin dış politikası da kesin bir biçimde batıya dönük oldu.
DAVUTOĞLU "YENİ OSMANLI"YI KABUL ETMİYOR
Şimdi ise, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidarı, Türkiye’yi yeniden Müslüman dünyasının lideri konumuna getirmek ve uluslararası diplomaside ön sıralara taşımak için Balkanlardan Bağdat’a kadar bir zamanlar sultanların hükmettiği bu topraklara yeniden yöneliyor.
Dışişleri Bakanı ve ülkenin dış politikasının mimarı Ahmet Davutoğlu, AK Parti muhaliflerinin yapıştırdığı genişlemeci “Yeni Osmanlı” yaftasını kabul etmeyerek, bu durumu, çok bilinen “Komşularla sıfır problem” sloganını tekrarlayarak açıklamayı tercih ediyor. ABD ve Avrupa Birliği (AB), Türkiye’nin itiraz edilemez “istikrarsız bir bölgede istikrar yaratma” amacını takdir ediyor.
Türkiye, NATO müttefiki, İsrail dostu, AB üye adayı ve Batı’nın enerji koridoru olarak uzun süredir gündemde yer alıyor. Bununla birlikte, artan ekonomik gücü ve diplomatik erişimi, Kafkaslardaki donmuş çatışmalardan İran’ın nükleer hedeflerine ve Irak’ın parçalanma tehdidine kadar Washington ve diğer ülkelerin karşılaştığı birçok zorlu sorunda Türkiye’nin etkinliğini artırıyor.
NE ŞAŞIRTIYOR NE RAHATSIZ EDİYOR
ABD’nin Avrupa ve Avrasya İlişkilerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon, bu ay Ankara’da yaptığı bir konuşmada, “Türkiye’nin Ortadoğu’daki aktif ajandası bizi ne şaşırtıyor ne de rahatsız ediyor” dedi.
Ancak bu diplomatik çabaların hızı ve kapsamı, hem Türk hem de Batılı gözlemcilerin Türkiye’nin bu yeni çıkarlarını dengeli bir biçimde ele alıp alamayacağı sorusunu sormalarına neden oluyor. Oldukça hareketli bir ay geçiren Davutoğlu, Suriye ile yakınlaşma adımları atarak, daha önce Türk tanklarının devriye gezdiği sınırda vize uygulamasını kaldırdı; uzun süredir Türkiye’nin bütünlüğüne tehdit olarak görülen Irak’taki Kürdistan bölgesine üst düzey bir ziyaret gerçekleştirdi ve Ermenistan ile tekrar ilişki kurmak için dönüm noktası niteliğinde bir anlaşma imzaladı.
Geçen ay Irak’taki konsolosluk açılışında Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan, “Bugün, Osmanlı’nın çocukları olarak bizler de aynı atalarımızın yüzyıllar önce yaptığı gibi Musul’un gelişimine ilgi ve hassasiyeti gösteriyoruz” diye konuştu.
Türk diplomatlar, sadece geçen yıl içinde İsrail ile Suriye arasındaki arabuluculuk faaliyetlerinin, Afganistan ile Pakistan arasındaki görüşmelere yapılan ev sahipliğinin ve Irak’taki Sünni militanlarla kurulan temasın takdire şayan olduğu görüşünde.
ESKİ DOSTLUKLAR?
Ancak diplomatik hassasiyetlere çok fazla önemsemeyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eski dostluklarına zarar verecek yeni arkadaşlıklar kurabileceğinin sinyallerini gönderiyor.
İsrail, Gazze saldırılarının, uzun süredir tek Müslüman müttefiki olarak değer verdiği Türkiye tarafından sıkça kınanmasına öfke duyuyor. Erdoğan hakaretlerinin dozajını, Ekim ayında sadece İsrail’i ortak askeri tatbikatın dışında bırakarak değil, eleştirilerini bir kez de Tahran’da İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın yanı başında tekrarlayarak artırmış oldu.
Erdoğan, Sudan’ın savaş suçu işlemekle itham edilen Devlet Başkanı Ömer El-Beşir’in Müslüman olması nedeniyle soykırım yapmış olamayacağını ve yaptıklarının İsrail’inkilerle karşılaştırılamayacak boyutta olduğunu söyleyerek dehşet yaratmıştı.
ABD Kongre üyelerinden Robert Wexler, kısa bir süre önce, “Neden… daha fazla ön plana çıkan bir Türkiye, İsrail ile ilişkilerini tüketme noktasına gelecek gibi gözüküyor?” sorusunu yöneltti.
ABD gazetelerinde yazan köşe yazarı daha da ileri giderek, Ankara’nın İran üzerine kurulmak istenen baskı çabalarını baltaladığını ve hatta NATO içinde liberal olmayan İslamcılara güvenilemeyeceğini iddia ediyor.
İSLAM TEHDİDİ
Ortaya çıkan tepkilerin şiddeti Türkiye’nin desteğine verilen değeri yansıtıyor. Her ne kadar artık Sovyet gücüne karşı bir siper oluşturmasa da, radikal İslam’ın yaratmış olduğu tehdit Türkiye’ye Batı dünyasının değerlerini Müslüman dünyasına aktaran bir kanal olarak yeni bir ağırlık kazandırdı. Ve ayrıca Batılı müttefikleri açısından “medeniyetler çatışmasının” din faklılığından doğan kaçınılmaz bir sonuç olmadığını ortaya koyuyor.
Bu ay içinde Avrupa başkentlerini ziyaret eden Davutoğlu, insanları Türkiye’nin Avrupa istidadının değişmediğine ikna edebilmek için Osmanlıya atıfta bulunan bir söylem kullandı. Davutoğlu bu hafta içinde İspanya’da yaptığı bir konuşmada, “Osmanlı arşivlerine bakmadan en az 15 Avrupa başkentinin tarihini anlayamazsınız” dedi.
Ankara’ya sorarsanız, bir yöne değişimi söz konusu değil. Erdoğan geçen ay Tahran’da ticari anlaşmaları imzalarken, “Bizim bir yüzümüz Batı’ya, bir yüzümüz Doğu’ya dönük” diye konuştu. Yine de bazı AB ülkelerinin açık açık çekinceler ortaya koyması nedeniyle Türkiye için de seçeneklerini açık tutması normal bir durum.
Ankara, yeni dostluklarını bir kıymet olarak sunduğu AB’ye Batılı değerleri bölgede desteklemesine yardımcı olacak bir ortak da veriyor.
Avrupa Komisyonu, bu görüşü, Türkiye’nin üyeliğiyle ilgili son raporunda dış politikasına yaptığı övgülerle teyit ediyor. Ancak Brüksel aynı zamanda jeostratejik önemin, üyelik için gerekli olan yargı, siyasi ve insan hakları reformlarının yerini alamayacağının altını çiziyor.
ANKARA BÜYÜK PROJELERE ODAKLANIYOR
Ancak Ankara, Avrupa müktesebatının esaslarını teker teker yerine getirmekten çok, büyük projeler üzerine odaklanıyor. Herman van Rompuy’un geçen hafta içinde Avrupa Konseyi’nin başkanı olarak seçilmesinin coşku yaratmaması, yalnızca geçmişte Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkmasının yarattığı endişeleri değil aynı zamanda Ankara’nın Avrupa’nın dünya sahnesinde daha büyük bir yer edinme isteğini yansıtacak ağırsıklet bir lider seçmiş olma tercihini yansıtıyordu.
Erdoğan’ın dış politika baş danışmanı İbrahim Kalın, Türkiye’nin aktif rol oynamasının, AB’ye yönelik hayal kırıklığından değil, sadece AB’nin jeopolitik konularda fiziki eksikliği gibi “yeni fırsat alanları ele geçirebilmek için yapılan tamamen rasyonel girişimler” olduğunu belirtiyor.
Türkiye, kendisini küçük ortak olarak gören ülkeler ile bir rekabetin içine girerse AB ile olan anlaşmazlığı daha kötü noktaya gidebilir. Örneğin, Batılı diplomatlar, Davutoğlu'nun, Fransa'nın İsrail ile Suriye arasındaki barış görüşmeleri için ortaya koyduğu çabayı desteklemekte gönülsüz kalmasını not ederken, Erdoğan'ın İran ziyareti "kesinlikle öfkeye neden oluyor" olarak tanımlıyor.
DEĞİŞEN DENGELERE YANIT
Bu yüzden Türkiye'nin ne kadar etkiye sahip olduğunu, bu etkinin neye dayandığını ve ortaya koyduğu yeni politikalarının eski müttefiklerinin keyfini hangi noktalarda kaçıracağını belirlemesi gerekiyor.
Bölgesel konulara daha fazla eğiliyor olunması, bir parçasıyla da değişen güç dengelerine verilen bir yanıt niteliği taşıyor. ABD’nin önümüzdeki dönemde Irak'tan çekilecek olması da bir boşluk yaratma tehdidi taşıyor ve 2003 yılında ABD kuvvetlerini Irak'ı işgal için topraklarını kullanmasını reddetmesiyle güvenirliliğini artıran Türkiye, bu boşluğun doldurulmasında İran’a karşı önemli bir güç olarak ortaya çıkıyor.
Merkezi Washington'da bulunan German Marshall Fund’dan (GMF) Ian Lesser, "Ortadoğulular için Ortadoğu" görüşlerinin bir süredir yankı bulduğuna işaret ediyor. Lesser, "[Buradaki] Can alıcı fark; Türkiye'nin şimdi hem ekonomik hem de politik anlamda çok daha önemli bir aktör olması ve doğru ya da yanlış Türkiye'nin Ortadoğu tercihlerinin kendi kimlik krizi ile ilişkili görülmesi" diyor
İSLAM DÜNYASIYLA BENZEŞİYOR
Elbette ki dini uygulamaların daha gözle görülür bir hale geldiği ve kamuoyunun görüşlerinin gücünün arttığı bir ülkede dış politika da İslam dünyasıyla giderek daha çok benzeşiyor.
Erdoğan’ın Gazze ve İran'ın nükleer programı hakkındaki sözleri, sokağın görüşünü hem kabul ettiğini hem de desteklediğini gösteriyor. GMF tarafından yapılan bir araştırmaya göre, , diplomatik çabaların başarısızlığa uğraması durumunda, ABD'lilerin sadece yüzde 5'i nükleer silaha sahip bir İran'a onaylarken, bu oran Türklerde üçte bire yükseliyor.
AK Parti doğuya dönük hamlesinde en önemli silah olarak dini değil ticareti kullanıyor. Türkiye İstatistik Kurumu'nun açıkladığı rakamlara göre, ülkenin Yakın ve Orta Doğu olarak adlandırdığı bölgeye olan ihracatı 2004 yılında toplam ihracatının yüzde 12.5'ine denk gelirken, bu oran 2009 yılının bu döneminde yüzde 20 oranına çıkmış bulunuyor. Büyük Türk şirketleri de, kendilerine sıcak bakılan bu bölgedeki yatırımlarını artırıyor.
TİCARET CANLILIĞI
Orta Asya, Gürcistan ve Moldova'da yatırımları olan Türk cep telefonu operatörü Turkcell'in CEO'su Süreyya Ciliv, "Kendimize karşı kültürel ön yargı [beslenmesini] istemiyoruz" diyor. Rusya pazarında yaklaşık yüzde 10'luk pazar payına sahip Anadolu Efes de İran'da alkolsüz bira üretimine başlamak istiyor. Müteahhitlik firması Limak, Körfez ülkelerinde, Kuzey Afrika'da ve 'Viyana'nın doğusundaki' Avrupa ülkelerinde proje peşinde koşuyor.
Danışmanlık şirketi KPMG'nin İstanbul'daki ana iş ortağı Ferruh Tunç, "Bu doğal bir gelişme" diyor ve "Sovyetler Birliği çökene kadar Türkiye'nin durumu sıradışıydı, bu durum tıpkı metro hattındaki son durağa benziyordu" diye ekliyor.
Ancak geçmişte Orta Asya ülkeleri bağımsızlıklarını kazandığında Türkçe konuşan ülkelere yönelik atılan adımlar Türkiye’ye bölgede çok başarılı ticaret ilişkileri sağlarken, Çin ve Rusya’ya kıyasla etkisinin kısıtlı kalmasına neden oldu.
ABRAMOWITZ: BAŞARILAR SEMBOLİK
ABD’nin Türkiye eski büyükelçisi Morton Abramowitz bu ayki Foreign Affairs dergisinde AK Parti’nin son dönemdeki diplomasi adımlarıyla ilgili bir uyarıda bulundu. Abromowitz, “kendilerine yönelttikleri bütün o övgülere rağmen elde edilen somut başarılar sembolik olanların gerisinde kaldı” yorumunu yaptı.
Dahası bu yıl bahar aylarında Türkiye’nin Anders Fogh Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri olmasına muhalefetin “Müslümanların hassasiyetlerini liberal demokrat değerlerin üzerinde tutuyormuş gibi görünerek, Avrupalıları yabancılaştırdığı” ifade ediliyor.
Ankara, Hz. Muhammed’in karikatürleriyle ilgili 2006’da yaşanan tartışmalarda Danimarka’nın rolünün Rasmussen’in Müslüman dünyasının gözündeki yerinin lekelenmesine neden olduğunu ifade etmişti.
Ankara acaba öne sürdüğü gibi tepki yaratmadan ve aşırı genişleme riski olmadan bütün cephelere barışçıl bir biçimde ulaşabilecek mi? Batılı bir diplomat bu soruya, “Bunu gerçekleştirebilmek için çok makul bir ince ayar gerekiyor… Buradaki tehlike ellerindekini fazla abartmak” yanıtını veriyor.
ERMENİSTAN AÇILIMINA ÖVGÜ
Örneğin Ermenistan’la ilişkileri rayına koyma çabası Batı’da övgüyle karşılandı. Ancak Azerbaycan’daki milliyetçiler bu adımı, eski müttefiklerinin bir ihaneti olarak değerlendirdiler ve Türk bayrağını indirdiler. Bakü, doğalgaz fiyatını artırarak intikam alma çabasına girebilir.
Türkiye’nin dış politikadaki yeni sınavı İran olacak. AK Parti, mesajını bir dost ve ticaret ortağı olarak aktarmasından dolayı İran’ın nükleer silaha sahip olmasına yönelik muhalefetinin diğerlerinden daha etkili olduğunu savunuyor.
Türkiye’nin İran ticaretinden elde ettiği çıkarların herkes farkında ancak Washington ve Brüksel, Erdoğan’a İran’ın nükleer programını neden “barışçı ve insani” olarak tanımlayıp savunduğunu ve Tahran’ı yalnızlaştırmak yerine desteklediğini açıklaması için baskı yapabilir.
Londra merkezli bir düşünce kuruluşu olan Avrupa Reform Merkezi’nden Katinka Barysch, “NATO’nun köklü bir üyesi ve AB adayı olan Türkiye’nin, ABD ve Avrupa ile yakınlaşması bekleniyor. Bölgesel bir güç olarak Türkiye bağımsız hareket etmek ve komşularıyla gerginlikten kaçınmak isteyecektir. Ankara’nın zor seçimlerden ne kadar süre kaçınabileceği belli değil” diyor.
AB ÜYELİĞİ: “İLERLEME VAR ANCAK DENGESİZ”
Brüksel’den Joshua Chaffin, Türkiye’nin dış politikasındaki değişimin bölgesel bir güç olarak daha fazla sorumluluk alma isteğini yansıttığını belirtiyor. Bu değişim, aynı zamanda İstanbul’un AB’ye girme hedefinin tamamen masadan kaldırılmasa da erteleniyor olmasının yarattığı hayal kırıklığı ve öfkeden kaynaklanıyor da olabilir.
Resmi olarak AB, 2005 yılından bu yana Türkiye’nin tam üyeliğe aday konumunu kabul ediyor. Ancak Kıbrıs sorunu dolayısıyla 34 müzakere başlığından sekizi donduruldu. Bu arada AB’nin geleneksel güç merkezleri olan Fransa ve Almanya’nın gönülsüzlüğü bulunuyor. Avrupa Komisyonu yetkililerinden biri, “İlerleme var ancak dengeli değil” yorumunu yapıyor.
Müzakerelerdeki en yeni gelişme, Avrupa Komisyonu’nun geçtiğimiz ay açıkladığı Türkiye’nin ilerleme raporu. Türkiye’nin Kürt azınlığı ile ilgili açılımını ve komşusu Ermenistan’la olan sınırları yeniden açma girişimini öven rapor, ülkenin önde gelen medya kuruluşlarından birine verilen vergi cezası ile ilgili de kaygıları ortaya koyuyor.
Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn, 4 milyar dolar değerindeki cezayı “bir siyasi yaptırım” olarak nitelendirdi. Bazı Avrupalı diplomatlar, son dönemde Türkiye’den nükleer programı dolayısıyla baskı altında tutulan İran’a uluslararası kamuoyunun yaptığı muamelenin adil olmadığı yönünde gelen yorumlarla ilgili şaşkınlıklarını belirtti. Diplomatlar ayrıca bu hafta yapılacak ve dış politika meselelerinin tartışılacağı AB-Türkiye bakanlar zirvesinden de büyük bir gelişme beklemediklerini ifade etti.
FRANSA VE ALMANYA GERGİN
Eğer kabul edilirse Türkiye, AB’nin nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ilk üyesi olacak. Aynı zamanda AB’nin en kalabalık üyesi olacak olan Türkiye, Avrupa Parlamentosu’nda önemli sayıda koltuk sahibi olarak Paris ve Berlin’i tehdit edecek. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy Mayıs ayında Prag’da yapılan bir AB-ABD zirvesinde Türkiye’nin üyeliğine muhalefetini ortaya koymuştu.
Barack Obama’nın Türkiye’ye yaptığı ilk ziyaretin gecesinde ülkenin Avrupa’ya daha sıkı bir biçimde çapalanması gerektiği çağrısını yapmasının ardından Sarkozy ABD Başkanı’na kendi işine bakmasını söylemişti. Almanya Başbakanı Angela Merkel İstanbul’a “imtiyazlı ortaklık” verilmesi fikrini ortaya atarak daha diplomatik davranmıştı.
Tam zamanlı bir AB başkanlığı ve dışişleri bakanlığının kurulması da Türkiye’nin üyeliğini hızlandıracak gibi görünmüyor. Başkan seçilen Belçika Başbakanı Herman Van Rompuy, 2004 yılında yaptığı bir konuşmada Türkiye’nin “Avrupa’nın bir parçası olmadığını ve asla da olmayacağını” söylemişti. Bu yorumlar bu hafta yapılan seçimler öncesinde rahatsızlık yaratsa da İstanbul’un da fark edeceği gibi Van Rompuy’un başkanlığına engel olmadı.