Necdet AÇAN
Oluşturulma Tarihi: Aralık 07, 2002 01:41
Attila İlhan sekiz yıl aradan sonra yeni bir roman, ‘‘Allahın Süngüleri, Reis Paşa’ ile okuyucunun karşısında. Mustafa Kemal'in göçmen ağzıyla ‘‘te be çucuk‘‘ diye konuştuğu, Fikriye ile sevişmesinin anlatıldığı roman, sadece edebiyat açısından değil, Çerkez Ethem'in baştan itibaren Yunan gizli servisiyle bağlantılı olduğu, Ege bölgesinde bir Çerkez muhtar devletinin kurulacağı iddialarıyla da tartışılacak gibi gözüküyor.
Attila İlhan'la önümüzdeki hafta çıkacak olan son romanını, yeni üssü The Marmara'da konuştuk. İlhan 10 yıldır misafirlerini ağırladığı, sohbetlerini gerçekleştirdiği, plaket üzerine adının yazıldığı Divan Pastanesi'ndeki masasını, pastane lokantaya çevrildiği için bir süre önce terketmek zorunda kalmıştı.
Neden ‘‘Allahın Süngüleri?‘‘
- Mustafa Kemal, o tarihlerde Batılı, Beyaz ve Hıristiyan Emperyalizm'in Anadolu'ya saldırısına ‘son Ehl-i Salip' (Haçlı Seferi) demişti! Sizce yanlış mı söylemişti?..
Bu bir konjoktür romanı mı, günümüzü 1920'ler üzerinden mi anlatıyorsunuz?
- Romanım 1920'li yıllardaki durumla yaşamakta olduklarımız arasında vahim mukayeselere yol açabilir, kimbilir belki de bu yüzden yazılması lazım gelmiştir. Yıllardır benzer bir işgal atmosferi yaşamıyor muyuz? Bu defa ecnebi, bayrak çekerek kışlalara girmiyor sessiz sedasız kafalara çörekleniyor. Yanıbaşında konuştuğun senin gibi bir 'yurttaş' mıdır yoksa hangi ‘muhipler cemiyeti'nin üyesi midir belli değil. Bir de Mustafa Kemal Paşa'nın hiçbir şekilde beşeri bir insan halinde yansıtılmadığına dair bir saplantım vardı. Yansıtmaya kalkan da yalnız sofrayı anlatıyordu...
‘‘Te be çucuk’’ gibi göçmen ağzıyla konuşan, ‘‘biri çıkıp beni vursa da kurtulsam‘‘ diyen bir Mustafa Kemal yazmışsınız...
- Mesela Hasan Rıza Bey ki onun Katib-i Umumi'siydi, hatıratında Gazi'nin kendisine Orman Çiftliği'ne 'Sonbahar geldi oraya bir koliba yapmak lazım.' dediğini anlatıyor. Çünkü Rumelililer kulübeye, koliba derler.
Mustafa Kemal'e İnönü muharebesinin ardından Fikriye'ye 'Ben aslında savaşı değil senin ağzının tadını merak ediyorum' dedirtiyorsunuz.
- Bunda şaşılacak birşey yok. Fikriye ile Mustafa Kemal arasındaki ilişki, Gazi'nin ona en sadık kadınla olan ilişkisidir. Çünkü Fikriye tamamen kendini ona bırakmış. Onun yanında olmak yetiyor ve Gazi ne isterse yapmaya hazır. İkinci ciltte Latife Hanımla yaşadığı macera var Mustafa Kemal'in ve bu ilişki Fikriye'nin karakterinin ne kadar değerli olduğunu ortaya çıkarıyor.
Mustafa Kemal Fikriye'ye aşık mı?
- Hayır değil, onun istediğini yapan onu tamamlayan bir tip ve Gazi'nin hoşlandığı bu. Bir gün Halide Edip'le konuşurken bir gerginlik doğuyor. 'Bana emir mi ediyorsunuz' diyor, Halide Edip. Gazi de 'Hayır ben emretmiyorum ama etrafımdakilerin istediğimi yapmasını isterim' diyor. Fikriye tam bunun için yaratılmış. Bunu temsil ediyor onun hayatında. Bizim halkın bir tabiri vardır bunu kullanmak çok yerinde olacaktır, 'Gazi'nin zehirini alıyor' derler. Bana sorarsan Gazi sadık da...
Ya çapkınlığı...
- Kendisi de söylüyor, çapkın. Mesela Cumhuriyet'in ilk yıldönümü kutlamasında Karpiç'e bütün sefirler çağrılmış ama gelmiyorlar protesto ediyorlar. Sadece Fransız sefiri var, o da hatır kırılmasın diye kızıyla gelmiş. Gazi kızı görür görmez başlıyor onunla dansetmeye ve bütün gece boyunca kızı ikide bir dansa kaldırıyor. İş biraz çığrından çıkıyor, adam kızını alıp gidiyor ve iki gün sonra dışişlerine ikaz gibi bir şey geliyor. Çevresi Gazi'ye ‘Bu Fransızlar da ne biçim adam, ne olmuş orada‘‘ falan diyor ama Gazi dalkavukluğu sevmiyor, ‘siz ne söyleniyorsunuz?’ diyor ‘‘kızı öptüm be‘‘diyor.
İNÖNÜ'NÜN GANİMETİ BÜYÜK
Tarihi konu alan romanlar kaçınılmaz olarak ileri sürdüğü tarihi tezlerle de tartışılıyor. Mesela Çerkez Ethem'in hain olup olmadığı çok tartışmalı ama siz neredeyse en başından itibaren onun bir Yunan ajanı olduğunu ileri sürüyorsunuz. Bu belgeye mi dayalı?
- Küçüklüğümde, İzmir'den aldığım izlenimler var. Baktığınızda işgalde İzmir'de Çerkeslerin faaliyetleri var. Şark-ı Karip Çerkesleri Cemiyeti Yunanlılarla işbirliği halinde Batı Ege'de Uşak'a kadar olan bölgede bir Kölemen devleti kurmayı tasarlıyor. Yunanlılar'ın kontrolünde olacak. Ege'de Rum nüfus ağırlıkta değil, Yunanlılar Türklere bir alternatif arıyor ve Çerkeslere böyle birşey teklif ediyorlar. Gazi’yle konuşurken Reşit Bey ‘Ben Venizelos'la da konuşurum’ gibi bir laf ediyor. O bence çok açık bir gönderme. Siz Venizelos'tan farklı değilsiniz gibi bir laf. Onun için orada bence çok istifham var ve o istifhamlara tarihi ciddi araştıran insanların bakması gerekir.
Ethem ve kuvvetlerinin Türk ordusuna saldırdığını ileri sürüyorsunuz, Yalçın Küçük ise tek kurşun sıkmadan Yunan cephe gerisine geçtiğini yazar...
- Arkadaşımızın elinde Ethem'in anılarından başka bir belge olduğuna inanmıyorum. O, Çerkes Ethem'in söylediğine inanıyor. Ben inanamıyorum. Mesela Mustafa Kemal'i öldürmeye karar veriyor, çok fevri hareketleri var.
Mustafa Kemal romanda 1. İnönü Savaşı için ‘‘kendisi küçük, ganimeti büyük‘‘ diyor. Çerkes Ethem tasfiye, Meclis'teki muhalefet terbiye oluyor. Bu anlatım ‘‘aslında bir İnönü Zaferi yok, bir telgrafla yaratıldı‘‘ tezini anımsatıyor.
- Bu söylenebilir. Birinci Meclis, Mustafa Kemal ve hükümeti çok fena hırpalamıştır. Niye hiçbirşey yapmıyorsunuz, oturuyorsunuz, niye taaruz etmiyorsunuz, diye. Yunanlılar da İngilizler tarafından terkedilmiş değil o sırada. Onun için öyle bir zafere çok ihtiyaçları var ve bu tam üzerine geliyor. Zaten ben savaşı anlatmadım, o kadar da üzerinde durulacak bir şey değil. Fakat bu neticenin alınması çok önemli. Onların da kendilerine göre bir propoganda anlayışları var, onu kullanıyorlar ve Birinci İnönü Zaferi oluyor.
Mustafa Kemal'in Bolşeviklerle ilişkisinin altını çiziyorsunuz.
- Çok önemlidir, düzenli ordu fikrini Troçki'den alır. Emperyalizm lafını onlardan öğreniyor. Sınıfsal parti anlayışı oradan geliyor. Hatta bir ara ciddi olarak Bolşevik olmayı düşünüyorlar. Yenigün'de ve Hakimiyeti Milliye'de çıkmış makaleler var bu konuda. Rıza Nur'a bakarsan o vazgeçiriyor Bolşevik olmaktan.
Mustafa Kemal'in Azerbaycan'ı yalnız bırakıp Sovyetler'e terkettiğini öne sürüyorsunuz...
- Doğru. Azerbeycan'daki hükümet bir İngiliz hükümeti. O zaman da bir set var, Azerbeycan, Gürcistan aynen bugün olduğu gibi Batı'nın kontrolündeydi. Mustafa Kemal'in stratejisi bu setin yıkılması, Bolşevikler'le Türklerin yanyana gelmesi ve Hint yolunun İngilizler'e kapatılmasıydı. Bugün de aynı stratejiler geçerlidir.
En çok senin ağzının tadını merak ederim
Reis Paşa çakırkeyif, sağ kolunu Fikriye'nin beline sarmıştı; genç kadın mutluluktan uçuyor, aralarında söyleşiyorlar... Koridorda Fikriye'nin oda kapısına ulaştılar; bir an bekir Çavuş'un aydınlatsın diye bıraktığı idare lambasının titrek aydınlığında, birbirlerinin gözlerinde kayboluyorlar.
Reis Paşa,
‘‘...bilir misin ben, en çok neyi merak ederim?‘‘
Fikriye'nin titreyen, hafif aralık dudaklarına bakıyordu.
‘‘- ... neyi paşa'm?‘‘
‘‘- ... senin ağzının tadı nedir? Bizim oraların tadı mı, yoksa?‘‘
Fikriye kalbinin çırpıntısından ölecek; bütün gözleriyle yemyeşil, Paşa'nın mavi enginliğine dalmış; dudakları titrek, sesi fısıltıya yakın diyor ki;
‘‘ ...kimse tadmadı ki, bilsin Paşa'm‘‘
Mustafa Kemal, insiyaki olarak uzattığı dudaklarına eğildi, belli belirsiz öptü; bir kere daha, biraz daha belirgin, tekrarladı; arkasından kulağına eğilip fısıldadı;
‘‘- ... tam da bizim oraların tadıymış, Rumeli'nin tadı!‘‘
daha fazla direnemeyip, sarılıyor; sımsıkı öpüşüyorlar; kulaklarında sadece, kalın sessizliğin sinsi ıslığı...
(Sayfa 341)