A.A
Oluşturulma Tarihi: Ocak 14, 2006 10:02
“Dosttan Gelen Selamsın” adlı son kitabının kapağında yer alan mektup zarfının üzerinde şöyle yazıyor: “Sn. Fikret Otyam, Şair-Yazar-Gazeteci-Ressam-GAP Aşığı-Gönül Adamı-Güzel İnsan...” Tüm bu sıfatların özeti olan, “Sanatçı İnsan” Fikret Otyam, 80'inci yaşına girerken üretmeye devam ediyor...
Kışları Antalya'nın Konyaaltı Caddesi'nde, Antalya Körfezi'ne hakim, bir yanı Beydağları'nın dik yamaçlarına bakan geniş balkonlu evinde; yazları da Antalya yakınlarında Beydağları'nın göğsünde sakladığı Geyikbayırı Köyü'nde geçiren Ressam, Gazeteci, Fotoğrafçı Fikret Otyam, 80 yıllık yaşamının 60 yılını kaplayan boya, fırça, fotoğraf makinesi ve daktiloyla harmanlanmış meslek hayatını anlattı.
AA muhabirlerini Konyaaltı Caddesi'ndeki, Beydağları ve Körfez manzaralı evinde, eşi Filiz Otyam, 10 yıllık kedileri “Duymaz” ve yeni edindikleri yavru İran kedisiyle birlikte karşılayan Fikret Otyam, sanatını, hayatını ve yaşadığı kente olan sorumluluğunu dile getirdi.
Fikret Otyam, sorularını şöyle yanıtladı:
Soru: Babanızın eczanesinde kalfalık yaparken, önce resme, sonra gazeteciliğe merak sardınız. Nasıl başladınız?
Cevap: 1943'te Güzel Sanatlar Akademisi'ne girdim. İlk hocam, Hocaların Hocası Çallı İbrahim. Ama orada bir hoca daha vardı, bana çok daha çağdaş geldi, daha yüreğime yakın geldi: Bedri Rahmi Eyüboğlu... Yazar, şair, türküsever... Çallı Hoca'dan izin istedim iki yıl sonra. 1950'de sanat yazıları yazmak üzere Babıali'ye adım attım. Cihat Baban bana kızıyor, 'git resim yap' diyor ama ben yine gazeteye gidiyorum. Bir gün polis-adliye muhabiri oldum. Sanat yazıları yazmak üzere girmişken, kendimi katillerin, esrarkeşlerin arasında buldum.
Daha sonra Falih Rıfkı Atay'ın Dünya Gazetesi'ne girdim, 1953'te. Ali Rıza Göğüş'ün yardımcısıydım. Ali Rıza Göğüş ile kızlarımızın doğumu saniye saniye aynı anda oldu. Akademi'den mezun olduktan sonra gazetecilik ağır bastı. Dünya Gazetesi'nde çalıştım. Askerlik için Ankara'ya geldim. Orada Falih Bey, 'Ulus'a yardım et' dedi. Ankara'da gazeteciliğin tadı başkaydı. 1960 devriminde oradaydım. 1961'de Ulus'tan bazı sebeplerden dolayı ayrılmak zorunda kaldım. 1962 yılının 2 Ekimi'nde Cumhuriyet Gazetesi'ne girdim, 1979'da emekliliğimi istedim. Antalya'nın Gazipaşa İlçesi'ne geldik.”
“
DURDUĞUM ZAMAN ÖLECEĞİM GİBİ BİR HİS GELİYOR İÇİME”
Soru: Gazetecilik mesleğinde neler yaşadınız?
Cevap: Fikret Otyam: yazar, fotoğrafçı, ressam. Bu üç tanesinden biri eksik oldu mu Fikret Otyam olmaz. Çünkü yazının yetmediği yerde fotoğraf yetişiyordu imdadıma. Bir de 50 yılım Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da geçti. Süleyman Demirel'le birlikteydik. Söyleşi yaptık.
TEMA Vakfı'nın bir belgeseli var: Belgeselde de dile getirildi. Harran tuzlanıyor ne yazık ki... Çok yazdım; 'dikkat edin, uyarıyorum sizi, burası yarın Karapınar'a dönecek' diye.
SORU: Nasıl çalışıyorsunuz?
Cevap: İnsan en iyi bildiği şeyi yapmalı. Piyanist mi 10 saat çalışacak; ud mu, kanun mu çalıyor, 10 saat çalışacak günde. Çok çalışması lazım. Resim yapıyorum, yazı yazıyorum, durmak yok... Durduğum zaman öleceğim gibi bir his geliyor içime.
Soru: Güneydoğu'da neler gördünüz? Cevap: Bir gün, Güneydoğu'nun yoksul bir köyünde,bir eve girdim. Televizyon yeni yeni evlere girmiş. Bir adam oturmuş TRT 2'de Strauss'un hayatını izliyor. Adam televizyona bakarken fotoğrafını çektim. Bu bana
rüya gibi geliyor.
Geçtiğimiz 23 Nisan'da gazetede bir
haber gördüm. 'Harran'da bale' diyor. Ağlamaklı oldum. Ben yıllardan beri Harran insanlarının resimlerini yaptım. Bu haber üzerine kocaman bir resim yaptım. Önde bebeler bale yapıyor, arkada keçiler... Bunu 10 yıl önce aklımın ucundan geçirmezdim. “
Soru: Keçiler ve kara gözlü kadınlar. Bu iki unsur resimlerinizde adeta bir imza gibi. Kim görse kara gözlü kadınları ve keçileri imza olmasa bile 'Bu resim Otyam'ın' der. Neden keçi ve kadınları resmediyorsunuz?
Cevap: Keçiler ve kadınlar bizim velinimetimiz. Güneydoğu'daki kadınların gözleri doğadan, doğuştan sürmeli. Kürt, Arap kadınının gözleri zaten sürmeli. Bir de sürme çekerler, olur fincan gibi. Biraz da ben abartıyorum. Bu gözler benim imzam gibi oldu. Harranlı, Doğulu kadın... İmzam olmasa da 'Bu Otyam' derler. 45 yıldır bu simge oldu.
Keçiye gelince... Biz çocukken kuzu beslerdik. En acı şey; Kurban Bayramı'nda o kuzunun gözünü bağlarlar, yem verirler, gözümüzün önünde hart diye keserler. O çocuğun yaşadığı acıyı düşünün. Elinle yem verirsin ama keserler. Gazipaşa'ya geldiğimizde keçi besledik. Şimdi Geyikbayırı'ndaki evimizin bahçesinde de keçimiz var. Beyaz keçim bize Mart'ta torun verecek.
Soru: Siz yaşadığınız kente karşı da sorumluluk hissediyorsunuz. Yazılarınızda Antalya'nın sorunlarını ele alıyorsunuz.
Cevap: Antalya'ya 1979'da geldik. Bu kentte yaşıyoruz. Ekmeğini yiyip, suyunu içiyoruz. Elbette Antalyalı gibi onun sorunlarına sahip çıkıyoruz. Onun sorunları bizim sorunlarımız. Ben yazarım, fotoğrafçıyım. Gördüğüm sorunları yazmaya başladım. Bazı belediye başkanlarıyla çatıştım da. Antalya'da dolmuş sorunu, hava kirliliği
sorunu var. Antalya'nın sorunu aile sorunum gibi.
Soru: Yeni sergileriniz var mı?
Cevap: Eşim Filiz ile Nisan'da Ankara'da bir sergi açacağız. İkimiz aynı konuyu işleyeceğiz. Tahmin ediyorum çok ilgi toplayacak. Yeni baskı tekniklerini de deneyeceğiz. Resim mi fotoğraf mı ne olduğu belli olmayan bir teknikle bastıracağız. Daha çok beyaz resim yapacağız.
Soru: Resim sanatına olan ilgi nasıl Türkiye'de?
Cevap: Eskiden hanımlar evlerde toplanıp konken oynarlardı, şimdi hepsi resim yapıyor. Televizyonda bir adam vardı, resim öğretirdi. Onun setleri çıktı. Geçen gün resim malzemesi satın aldığım dükkanın vitrinde şöyle bir yazı gördüm: 'Hızlandırılmış resim kursları...' Hızlandırılmış tren kazası 54 kişiyi öldürdü, hızlandırılmış kurslar da resim sanatını öldürüyor.