FESUPHANALLAH (3) Dünyanın en zengin kadınları "mirasyedi" imiş!...Gel de, sinir olma!.. Ne yani, dünyanın en zengin kadını ben mi olacaktım? Hayatı boyunca, meslek aşkı uğruna hep üç kuruş maaşa çalışmış bir garip çingeneyim...Aslında, hayatta iki şansım olabilirdi, küpümü doldurmak için: Birincisi, tencere iriliğindeki mavi gözlerimin avantajını kullanıp Mülkiye'nin geleceği en parlak beyzadesini tavlayabilirdim. Dikkatimi bu noktaya teksif etseydim, sizi temin ederim, kesin netice alırdım. Amma velâkin, benim aklım, olabildiğince çok okumak, dünyanın bütün müzelerini gezmek ya da mümkünse hiç evlenmemek üzerinde yoğunlaşmıştı. Adım, bu arada çoktan ukalaya çıkmıştı zaten, ama benim umurumda bile değildi.İkinci şans -daha doğrusu "şanssızlığım"- babamdan kaynaklanıyor. Yeryüzünde, galiba düpedüz "fukara" olan nadir levazım subaylarından biri de babamdır, herhalde... Asla rüşvet alamaz, hiçbir zamana alamadı; haksızlıklara karşı yüzü tutmaz. Bu meziyetleri ile daima iftihar ettim -ama sürünüyoruz işte.Kadın nasıl "en zengin" oluyor?Taç, taht sahibi bir hanedan mensubu isen, işler çok kolay. Avrupa aristokrasinin en zengin temsilcisi, Hollanda Kraliçesi Beatrix 3.48 milyar euro'luk serveti ile 17. sırada. Aristokratik zenginlik sıralamasında devamlı çekiştiği, İngiltere Kraliçesi Elizabeth II ise, 3.II milyar euro'luk servetiyle 19. sırayı işgal ediyor.Amerikan ekonomi dergisi Forbes'un son sayısında yer alan inceleme, dünyada senelik geliri 1 milyar doları aşan 12 kadın olduğunu gösteriyor. Ve bu hanımlar aristokrat değil, burjuva kökenli. Servetlerinin kaynağı ise, ya babaları, ya da kocaları, veyahut da her ikisi birden!Niçin vızıklandığımı anladınız mı şimdi? Yanlış anlaşılmasın. Ben fukaralığımı da severim. Ancak, "Kızım para mı istiyorsun, işin raconu budur" acı gerçeği bir defa daha kafamıza kakıldı diye sinirleniyorum. Kaçan trenin ardından el sallama vaziyetleri...Efendim, yeryüzünden en zengin hatun, Fransız L'Oreal'in tek mirasçısı 74 yaşındaki Liliane Bettencourt. Mirasyedi ve bekâr. Tereddütler içinde kıvranıyorum: Her renk şampuanı satın aldığımda, mini minnacık da olsa, bu hatunun servetine şöyle ya da böyle katkıda bulunduğumu keşfetmenin sinir katsayımı tepe noktalara sıçrattığını söylememe bilmem gerek var mı?Bettencourt'u, Alman BMW Group'un kurucu sahibi, 12.8 milyar dolarlık Johanna Quandt izliyor. Üçüncü, Fidelity Yatırım'ın sahibi Abigail Johnson. Bu Amerikalı hanımın serveti 7.4 milyar dolar, ama 1 trilyon doları yönetiyor. Sadece 38 yaşında, evli ve iki çocuk sahibi.Liste ilginç isimlerle uzuyor:Dünya şekerleme kraliçesi, Amerikalı Jacqueline Badger Mars; Hong Kong'lu gayrimenkul devi Nina Wang; İsrail'in en büyük bankasının sahibi Shari Arison Dorsman; Arjantin'in çimento kraliçesi Amalia Lacroze de Fortabat; Brezilya'nın en zenginlerinden Dirce Navarro Camargo; Arjantinli medya devi Grupo Clarin'in mirasçısı Ernestina Herrera de Noble; Avrupa'nın en büyük perakende zinciri İsveçli Hennes-Mauritz'in sahibi Tham Liselott; Meksika'nın bira devi Grupo Modelo'nun sahibi Maria Asuncion Aramburuzabala; kız kardeşi ile beraber İspanya'nın dev moda şirketini yöneten Alicia Koplowitz.İlginç olan -aslında, hiç de ilginç sayılmayabilir- en zengin 12 hanımın 6'sının tahtlarını devredecekleri çocukları yok. Peki, o zaman, bunca gayretin, iktidar hırsının ne anlamı var? Bir kısmı, ilerlemiş yaşlarına rağmen, kocalarını boşamanın bir yolunu bulmuş. İnsanın aklına ister istemez, son günlerin gözde şarkılarından biri geliyor: "Parayla saadet olur mu?"Vallahi, aç kalmayacak kadar para olsun, fazlası gerekmez. Ben sahip olduğum en büyük servetin, sevdiğim adam ve bitip tükenmeyen öğrenme merakım olduğuna inanıyorum. Belki Sefiller'in bilmem kaçıncı perdesini oynuyoruz, beş parasız, ama çok mutluyuz. "Canım" olmadan parayı ne yapayım?Hem, atalarımız ne demiş? Büyük başın büyük derdi olur. Bir iş imparatorluğunu yönetmek insanda ne rahat, ne de huzur bırakır. Tarihin en büyük hükümdarları aynı zamanda dünyanın en yalnız insanlarıydı. Bizim hanedeki kedi ailemizin sorunları bana yetiyor da artıyor bile...Bu ne biçim infaz?Unutulmaz "Titanic" filminin kostüm tasarımcıları Susan Varner (50) ile annesi Suzanne Arena (70) Hollywood'daki evlerinde öldürüldü. Esrarengiz bir cinayet... Bir zanlı gözaltına alındı, ama cinayetin "niye"si bilinmiyor."Suzi's Antiques" adlı bir mağaza işleten anne-kız, "Titanic"in yanı sıra, "Küçük Kadınlar" ve "Sommersby" filmlerinin kostümlerini de hazırlamışlar.ABD'de şiddetin ve dolayısıyla dehşetih de sonu gelmeyecek, anlaşılan... İki yeteneği yok etmek kaç dakika alıyor acaba? Katillere sormalı.Diktatörün kızı nefesleri kesmiş! ??Gazetenin haberinin ilk cümleri aynen şöyle: "Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç'in kızı Marija, babasının tekrar seçilebilmesine olanak tanıyan Anayasa değişikliği kabulünün ardından katıldıkları kutlamada güzelliği ile dikkatleri üzerine çekti."Bir gazeteci ve bir editör olarak, ben nasıl çıldırmayayım? "Anayasa" durduk yerde büyük harfle başlıyor. Niçin? "anayasa" şayet tek başına kullanılıyorsa, özel isim değildir.Haberin derlenişi, gerçek bir gazetecilik rezaleti. Eminim, ajans haberi daha uzundur. Ancak, ayrılan yere sığsın diye kısaltırken, haberin başı ile bilmem neresi arasındaki irtibat kaybolmuş. Laf olsun, torba dolsun.İşin en feci yönü ise, affedilir cinsten değil. Bir kerem, eğer yanlış bilmiyorsam, yeryüzündeki en eli kanlı katillerden biri, bu Slobodan Miloseviç denen "zat-ı muhterem"!.. Binlerce Boşnak'ın, kadın ve çocuk demeden katlini emreden bir aşşağılık mahlukun, bir de, gece hayatı, uçarı davranışları ile kendi halkının bile ağzına sakız olmuş kızının "mini etekli güzellik" haberinin bizim gazetelerimizde yeri ne?Kız da güzel olsa bari: Suratındaki sahte tebessümü geçsek bile, genç yaşında verdiği şişkoluk alarmları da cabası! İsterse duba olsun, kendi bileceği iş. Fotoğrafı her kim beğenip de sayfayı süsleyeceğini düşünmüşse, beni estetik tercihleri konusunda ciddi kuşkulara sevketti. Sözün özü, Miloseviç'in kızının
magazin haberi olarak dahi değeri yok!Anlamak mümkün değil. Kimlerin propagandasını yapıyoruz? Yoksa, ben farkında olmadan, aniden Sırp milliyetçisi falan mı kesildik?Göğüs farkı ile...Futbolda takım tutmanın, taraf tutmanın, her gün yeni türleri icat olunuyor. Her icadın gerisinde çok ciddi bir ihtiyaç yatar. Ancak, futbol takımı tutma konusunda durmadan yenilerini gördüğümüz tarzların ne kadarı sahiden derin bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor, pek anlayamadım.Rotterdam'daki EURO 2000 finalinde, 51'inci dakikada gelen İtalyan golünün ardından İtalyan kadın taraftarların milli renkli formalarını "fora" etmelerine ne buyrulur?İlk kez, Falkland Savaşı (pardon, Güney Amerikalı ve Arjantinli arkadaşlarımızı gücendirmeyelim de, Maldives'i de ekleyelim) öncesinde, İngiliz bahriyelileri uğurlanırken, benzer bir çılgınlık yaşanmıştı. Aralarında, askerliğini bahriyede yapan Prens Andrew'nun da bulunduğu denizci erleri uğurlayan sevgilileri, savaşa gidenlere muhabbetlerini, sütyenlerini "fora" ederek göstermişlerdi.Nedense, Avrupa'da sevinç, lehte ya da alehte tezahürat hep belden yukarısı ya da aşağısının soyulması ile ifadesini buluyor. Avrupalıların en fazla gülüp geçtiği bu tarz, bize ters. Çok hoşgörülü bir kafa yapısına sahip olmama rağmen, ben bile, insanın vücudunun bir orta malı değil, özel bir alan olduğuna inanırım.Neyse efendim, İtalyanlar ile Fransızlar (yani, her iki takımın hanım taraftarları) arasındaki "göğüs göğüse mücadele", Fransa'nın beraberlik golü ile iyice kızışmış. Altın golü Fransa atınca da, dolgun göğüslü Fransız hatunlar kupayı almış!... Hay Allah, kupa maçını, sahadaki 22 adet kıllı bacaklı yapıyor zannediyordum.
Haber kıtlığında, hanımların "büst" bölgesine el atmadan magazi haberi yapmanın daha derli toplu bir yolu yordamı yok mudur?Üstelik, dolgun göğüs her zaman, ne kadının kendisi ne de tuttuğu takım için bir avantaj olmayabiliyor. Rekorlar Kitabı'na, toplam 22 ameliyattan sonra, yine toplam altı kilo silikon takviyesi ertesinde "dünyanın en iri göğüslü kadını" olarak geçen Lolo Ferrari (asıl ismi, Eve Valois), aynı göğüslerin baskısı altında nefessiz kalıp ölmedi mi?Meselenin bir başka nazik yönü daha var. Her ne kadar bu bölüm beni ilgilendirmiyorsa da, bence, tüm dolgun göğüslü kadınların "Dolgun mu, silikonlu mu?" sorusunun netlik kazanması için mücadele vermesi gerekiyor. Silikon denen nesne, resmen ve de alenen, "haksız rekabet"e yol açıyor!Böylece, belki "dolgun göğüse bakmak, spordan daha faydalı" türü, ne sporla ne de sağlıkla pek ilgisi olmayan haberlerin önü alınır. En önemlisi, bir ümit, ahhh! ahhh! ahhh! O güzelim Jane Mansfield'in sahici güzellikler sergilediği günlere dönebiliriz..."Coca Cola başkanlığından, Meksika devlet başkanlığına"Meksika son
seçim ertesinde, kendi çapında bir devrim yaşıyor anlaşılan. Ãœlkede 1929'dan beri iktidarı kimselere kaptırmayan Kurumsal Devrimci Parti (PRI) seçimleri kaybetmiÅŸ. Veee, yüzde 44 oy alan, Ulusal Hareket Partisi'nin (PAN) baÅŸkanı Vincente Fox (soyadı 'tilki' anlamına geliyor) devlet baÅŸkanlığını kazanmış.Toplam 860 yabancı gözlemcinin izlediÄŸi ve asla hile hurda karışmadığı ısrarla belirtilen seçimlerin galibi, Coca Cola Meksika ÅŸirketinin eski baÅŸkanı. Coca Cola'yı yönetince, tüm dünyayı ya da hiç olmazsa Meksika'yı da idare edebileceÄŸine inanmış olmalı.Tam da 58'inci doÄŸum gününde devlet baÅŸkanı olan Vincente Fox, zaferini bir ÅŸiÅŸe ÅŸampanya patlatarak mı kutlamış dersiniz? Aynen öyle... Ama ben; "Yoooo... Kafasına bir ÅŸiÅŸe Coca Cola dikmiÅŸ!" diye yazabilmeyi çok isterdim.Yine de, adamın günahını almamak lazım. Tıpkı, bizim ünlü Kurukahveci ve Mahdumları gibi, gün 24 saat kahve koklayınca canları kahve falan istemez ya, belki, Vincente Fox da Coca Cola istihkakını hayat boyu çoktan doldurmuÅŸtur.Oysa, ne zaman Mısır Çarşısı'na, Kurukahveci'ye gitsek, hepimizin burnu bayram etmez mi?Jülide ERGÃœDER - 7 AÄŸustos 2000, Pazartesi Â
button