Oluşturulma Tarihi: Haziran 01, 2002 21:07
21 Haziran 1973'tü. İTÜ Maden Fakültesi'nde Devlet Opera ve Orkestrası, Ahmet Adnan Saygun'un Yunus Emre Oratoryosunu seslendirdi ve İstanbul Festivali'nin 30 yıllık serüveni başladı.
İlk yıllarında festival sağdan ve soldan bol bol eleştiriliyordu. Yıllarca festivalin genel müdürlüğünü yapan Aydın Gün, bu eleştirmenleri ‘‘kasti körler’’ ve ‘‘evcil fanatikler’’ olarak tanımlamıştı. Nejat Eczacıbaşı da 1970'lerde bir Kültür Bakanlığı yetkilisinin çoksesli müzikten ‘‘gavur mızıkası’’ diye bahsetmesinden yakınıyordu. Ama aradan yıllar geçti. İstanbul Festivali, bünyesinden 4 festival çıkardı. Bugün çoğu tarihe karışmış onlarca ünlü sanatçıyı ağırladı. Türk iş dünyasına sanat sponsorluğunu öğretti. İlk yıllarında Batı'ya bir özenti ya da bir turistik çaba olarak görülen İstanbul Festivali, tarihi bu sayfaya sığmayacak bir gelenek oldu çıktı.
Ayşen GURBundan 30 yıl önce 1972 yazında, ertesi yıl İstanbul'da bir uluslararası sanat festivali düzenleneceği ortaya çıkmıştı. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı adında bir vakıf kuruluyordu. Bir gazete yazarı, aramış taramış, Türkiye tarihinde daha önce festival düzenlenmiş mi, diye bakmıştı. Ve bir tane bulmuştu. 1919'da Bursa İli Çevresi Ziraat ve Sanayi Sergisi açılmıştı. Bu sergi, kurulan açık hava sinemasıyla ve yayımlanan haftalık bir resimli dergiyle bir şenliğe dönüşmüştü. İşte Uluslararası İstanbul Festivali'nin öncüsü buydu!
Bugün ise İstanbul Festivali'nin hikayesi, bir yakın tarih araştırmasına konu olabilecek kadar dallandı budaklandı. 1973 yazında yapılan ilk festivalde adı geçenlerden bazılarını anmak bile yetiyor: İşin başında, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın kurucusu Dr. Nejat Eczacıbaşı var. Festivalin danışma kurulunda Ahmet Adnan Saygun görevli. Onur Kurulu üyeleri arasında Muhsin Ertuğrul'un ismi dikkat çekiyor. İlk afişi ise Mengü Ertel hazırlamış. Bugün dördü de artık tarihi birer kişilik.
DEVLETTEN 5 MİLYON
Nejat Ezcacıbaşı, 1966'da İstanbul'da bir festival düzenlemek için sağa sola fikir sorduğu sırada, ona en büyük desteği, Salzburg'daki ünlü Mozarteum'un kurucusu 90 yaşındaki Bernhard Paumgartner verdi. Eczacıbaşı ona sordu: ‘‘Acaba Herbert von Karajan, festivalin onur kuruluna üye olur mu? Sormaya çekiniyoruz da!’’ Paumgarten, ‘‘Ne demek’’ diye cevap verdi. ‘‘Bu asıl onun için bir onur olur.’’ Hemen telefonu açtı, ‘‘Herbert’’ dedi, ‘‘Sen bugünden itibaren İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Onur Üyesisin!’’
İlk festivale bir başka büyük destek de devletin kendisinden geldi. O yıl Cumhuriyet'in 50'nci kuruluş yıldönümü kutlanmaktaydı ve bu kutlama için ayrılmış 100 milyon liralık fondan 5 milyon lira festivale aktarıldı.
Birçok başka devlet de destekledi ilk festivali. Türkiye'nin müttefik ülkeleri, festivale kültür armağanları yolladı. Hatta o sırada Türkiye'ye gelen Yugoslavya Başbakanı Biyediç, kendi ülkesinin bu işte geç kaldığını öğrenince üzüldü, büyükelçiyi çağırıp ‘‘Her ülke bu festivale katılıyor. Biz de hemen iki programla katılalım, yoksa geri kalırız!’’ dedi.
MUHALİF ŞEVKET RADO
Tabii köstekleyenler de olmuştu bu ilk festivali. Topkapı Sarayı avlularından birinde Mozart'ın ‘‘Saraydan Kız Kaçırma’’ operasının sahnelenmesi fikri ortaya atılınca kıyamet kopmuştu. Şevket Rado, yayın yönetmeni olduğu Hayat Dergisi'nde sarayı koruma kampanyası açtı. Taş avluda yangın çıkabilirdi! Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Kemal Çığ çok sinirlendi bu kampanyaya. Eczacıbaşı'ya ve yetkili bir bakana şunları söyledi: ‘‘Gün olur, Topkapı Sarayı'nda 15 bin ziyaretçiyi ağırlarız. Bunu 12 kişilik görevli kadromuzla yaparız. Bu konudaki şikayetlerimiz, ek kadro talebimiz duymazlıktan gelinir. Şimdi topu topu iki saat için, hem de Saray'ın taştan ibaret avlusuna 1500 kişi gelip oturacak. Bunda ne gibi sakınca olabilir?’’
Aya İrini'nin konserlere açılacağı haberi de benzer bir eleştiriyle karşılandı. İlk festivalde Bükreş Madrigal Korosu burada konser verdi. Herkes koroyu dinlerken, güvercinler kilisenin kubbesi altında uçuşmaya başladılar. Dinleyiciler, kanat seslerinin koronun konsantrasyonunu bozacağı endişesiyle nefeslerini tuttu, gerginlik içinde konser bitti. Ertesi gün Romanya Başkonsolosluğu'ndaki davette, koro şefi, Nejat Eczacıbaşı'na merakla sordu: ‘‘O güvercinleri oraya müziğe uygun bir atmosfer yaratsın diye mi koydunuz?’’
KARAJAN NİYE GELMEDİ
İlk festivalin en önemli konuklarından biri de Berlin Filarmoni Orkestrası ve şefi Herbert von Karajan olacaktı. Bu bir numaralı orkestra ve şefinin ‘‘Saraydan Kız Kaçırma’’yı yönetmesi planlanıyordu. Ancak bu hayal gerçekleşmediği gibi, dedikodulara da yol açtı. İddiaya göre, Karajan'a İstanbul'a gelip Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nı yönetmesi teklif edilmiş, ama Karajan bunun için 160 bin TL istemişti. Oysa Nejat Eczacıbaşı anılarında bundan bahsetmiyor, bu programı gerçekleştirmek için iki kere Salzburg ve Berlin'e gittiğini, ama Karajan ile Berlin Filarmoni'nin takvimlerinin festival için uyuşmadığını söylemekle yetiniyordu. Bir başka iddia da 1. İstanbul Festivali'nin en önemli konuk sanatçısı Yehudi Menuhin'in üç konser için 150 bin lira aldığıydı...
PİYANO UÇAKLA GELDİ
Türkler, o tarihlerde organizasyon dehalarıyla tanınmış bir millet değildi. Daha ilk yıl, festival komitesi farketmişti ki, İstanbul'da güçlü bir konser piyanosu bile yoktu! Piyanist Badura-Skoda kendisine önerilen piyanoyu görünce konser vermekten o anda vazgeçti. Komitenin etekleri tutuştu. Hemen ünlü piyano yapımcısı Steinway firmasıyla temasa geçildi ve koskoca konser piyanosu uçağa konarak gününde programa yetiştirildi.
Zaman içinde festivalde ter dökenler de sorunları son anda halletmeye alıştılar. Her zaman bavullar kayboluyor, enstrümanlar uçaktan kırık çıkıyor, sanatçılara son anda smokin kiralandığı oluyordu. Ama bunlar bir festival için doğal sayılacak hadiselerdendi. Çok daha büyük aksilikler de oluyordu tabii. Örneğin 1981'deki festivale katılan Bolşoy Balesi'nin dansçılarından biri, otelden çıkıp bir taksiye atlamış soluğu
Galatasaray'daki ABD Başkonsolosluğu'nda almıştı. Ertesi gün Batı'ya iltica eden balerin nedeniyle İstanbul Festivali dünya basınının manşetlerindeydi... Nejat Eczacıbaşı anılarında şöyle diyordu: ‘‘Olaya epey üzülmüştüm doğrusu. O ülkenin (SSCB) İstanbul Festivali'ne ilk günden beri gösterdiği ilgiye karşın, böyle bir olayın Festival süresi içinde yaşanmasını hiç istemezdim.’’
65'LİK KÖR BALERİN
Tabii güzel olaylar da oluyordu festivalde. Bunlardan biri de, Kübalı ünlü balerin Alicia Alonso'nun 1983 festivaline katılışıydı. Alicia, 65 yaşındaydı, yarı kördü ve sahnede Giselle balesinde, genç Giselle'i canlandıracaktı! Bunu büyük bir başarıyla tamamladığında herkes şaşkınlık içindeydi. Nejat Eczacıbaşı'yı asıl şaşırtan ertesi gün yaşanan olaydı: ‘‘Ertesi gün Alicia'yı, eşiyle birlikte Bebek'teki Süreyya Lokantası'nda (S Restoran) konuk etmiştik. Yemeğe geldiği zaman, S Restoran'ın girişindeki üç basamağı inerek lokanta bölümüne geçebilmesi için kocası belinden tutup her basamakta kendisine yardım etmek zorunda kalmıştı, bir gece önce büyüleyici bir Giselle sergileyen Alicia'yı...’’
İSTANBUL FESTİVALİ DÖRT FESTİVAL DOĞURDU 1984'te
film gösterileri ayrıldı ve İstanbul Film Festivali doğdu.
1987'de plastik sanatlar ayrıldı, İstanbul Bienali doğdu.
1989'da tiyatro ayrıldı ve İstanbul Tiyatro Festivali doğdu.
1994'te caz ayrıldı ve Uluslararası İstanbul Caz Festivali doğdu.
KİMLER GELDİ KİMLER GEÇTİSaraydan Kız Kaçırma operası, yıllarca Topkapı Sarayı avlusunda oynadı. 1999'da bu çalışmadan ‘‘Mozart Türkiye'de’’ adlı bir film yapıldı. Film 2000'de Amsterdam Uluslararası Geniş Ekran Festivali'nde Altın Rembrandt ödülünü aldı.
Emil Gilels İtzhak Perlman Monserrat Caballet Rubin Mehta (New York Filarmoni) Rudolf Nureyev Dame Ninette de Valois Wynton Marsalis Bariyshnikov Balesi Alban Berg Dörtlüsü Berlin Filarmoni Amerikan Bale Tiyatrosu Corcertgebouw Hollanda Kraliyet Orkestrası Orpheus Oda Orkestrası Hilliard Topluluğu Julian Lloyd Webber Narciso Yepes Gideon Kramer Jean-Pierre Rampal Paco Pena Santa Cecilia Oda Orkestrası Londra Senfoni St. Martin-in-the-Fields Orkestrası Venedik Virtüözleri Moskova Virtüözleri
ve sayamadığımız onlarcası