OluÅŸturulma Tarihi: Nisan 13, 2002 00:00
Karadeniz'in en ucunda, 1866'dan bu yana ayakta duruyor İğneada Feneri. Bunca yıldır, 40-50 metrelik uçurumun üzerinden, 10 saniyede iki çakarak karşılıyor Türkiye'ye giren gemileri ya da uğurluyor.. Küçük fener evinde yaşayıp feneri bekleyen ailesi hiç değişmemiş. 1940'lı yıllarda üç kızıyla tek başına feneri ve etrafındaki ‘‘tehlikeleri’’ çekip çeviren Selvet Nine'nin torunları, yani dördüncü kuşak görev başında bugün.Çocukluğunda, içinde doğduğu fenerin ve etrafındaki bomboş yamaçların anlamı, onun için ‘‘arkadaşsızlık’’tı. Ama 41 yaşındaki Nihat Engin, okumak ya da askerlik için gittiği büyük şehirlerden dönüp, hayatını yine o fenerde kurdu. Evet, burnun en ucuna, 40-50 metrelik uçurumun tepesine, uçsuz bucaksız bir manzaranın içine kurulmuştu 136 yıllık fener ve ilk çağrıştırdığı şey yalnızlıktı. Ama yaşı ilerledikçe anlamı değişmişti onun için; artık bu yalnızlığı seviyordu.Nihat Engin, ailesinin dördüncü kuşak fenercisi olarak, görevi babası Mustafa Engin'den devraldı. Mustafa Bey 31 Ekim 1983'te bıraktı, o kasımın 1'inde görev başındaydı. Onlar bunu hep yapıyordu: Babasına kayınvalidesinden, kayınvalidesine ölen kocasından, ona babasından geçmişti fenercilik. Fenerciliğin babadan oğula ya da kadınlara geçmesi bir gelenek. Biz bu hikayeye ancak Nihat Engin'in anneannesi Selvet Kurçak'tan başlayabiliyoruz, çünkü fenerin sözlü tarihi ancak ona kadar gidebiliyor:FENERE GELİN GELDİŞu anda 88 yaşında olan Selvet Kurçak Bulgaristan doğumlu. Beş yaşındayken ailesiyle birlikte, tam sınırdaki Beğendik köyüne göçtü, sonra da fenere gelin geldi. Kayınpederinin ölümüyle kocasına geçen fenercilik kısa bir süre sonra onun mesleği oldu. Eşi Osman, ikinci dünya savaşında ihtiyat askerliği nedeniyle İstanbul'dayken hastalanmıştı, ölüm haberini aldı ama ölüsünü bile bulamadı. Biri fenerde, diğeri köyde doğan üç kızıyla bir başına fenerle başbaşa kaldığında çok gençti. 14 yıl boyunca yaptığı fenercilikten hatırladığı tek şey eziyet. Yaptığı işin bir zevkini göremeden, ‘‘uçan kuş bile yok’’ yalnızlığında, bir de güvenliği sağlaması gerekiyordu. Üç güzel kızı, bir de radyosu vardı! Radyo aşkına köyün kızları, geceleri yatıya geliyordu. Fener belki de bu özellikleriyle tepede konuşlanan küçük birliğin askerlerini cezbediyor, pencere parmaklıklarına üşüşüyorlardı. Bir gün pencerelerin parmaklıklarını, dönemin kara yeşil boyasıyla sıvadı. Akşam pencereye üşüşen askerler parmaklıkları yakalar yakalamaz, yakalandılar. Onbaşı ertesi gün şöyle bir
haber yolladı: ‘‘Tövbe billah, bir daha gelmeyecekler. Ne olur ÅŸikayet etme.’’ Korkmadı. Allah tarafından geldiÄŸine inandığı güçle, başına ‘‘biÅŸeycik’’ de gelmedi. Bir yandan tokmak çevirip, feneri temizleyerek, bir yandan bahçesine ektiÄŸi her türlü sebze ve ekinle beslenerek yaÅŸadı. DAMAT DA Ä°ÅžBAÅžINDA1960'lı yıllarda Selvet Kurçak'ın kızı Ãœlfet'in kocası Mustafa Engin'e geçti fenercilik. Ãœlfet, fenerci torunu, fenerci kızıyken bir de fenerci karısı olmuÅŸtu. Sonra da fenerci annesi olacaktı. Avlulu, üç odalı ve ‘‘kuleli’’ bir evdi orası. Altı çocuÄŸunu orada doÄŸurdu Ãœlfet hanım. Ama o zamanlar Ä°ÄŸneada yürüyerek üç saatti. Ortaokul ise en yakın Kırklareli'nde. Mustafa Engin, hiç ÅŸikayetçi deÄŸildi iki saatte bir tokmağı kurmaktan. 1968'de Cumhuriyet'ten Zeynep Avcı'ya anlattığı gibi, fener kale gibiydi, Karadeniz ayaklanır, köyün damları uçar, buraya biÅŸeycik olmazdı. Uçaklar bile rotasını fenere bakarak ayarlıyorlardı... Tek sıkıntısı vardı, o zaman ortaokul yaşına gelmiÅŸ ilk kızını okutamamak. Ama fener, onun sayesinde, bir anlamda yörede modern hayatın simgesi olmuÅŸtu: Köyde gazete alan beÅŸ-on kiÅŸiden biriydi, ilk elektrik, televizyon, kitap onun fenerine girmiÅŸti, ilk koltuk alan onlardı, ilk ayakkabı, ilk desenli çorap giyen kızlarıydı.Mustafa beyin okuma tutkusuydu çocukları Sabahat, Nihat ve Nevzat'ı gece üçte kaldırıp saatlerce yürüyerek okula gönderen. Okula göndermeyi baÅŸaramadığı ilk kızı Sevim'in anlattığına göre 1960'larda fener hayatı şöyleydi: Ortalık kararır kararmaz gaz doldurulur, yakılırdı. Gece nöbeti için mutfakta toprak fırının yanında yatılır, iki saatte bir sistem yeniden kurulurdu. Karayel estiÄŸinde fenerin tepesi pek de keyifli olmazdı ama rüzgardan, denizden korkup fenere çıkmamazlık edilir miydi hiç, ya elin gemileri gider bir yere bindirirse!Ãœlfet-Mustafa Engin'in, hepsi de fenerde doÄŸan altı çocuÄŸundan biri Nihat Engin, bugünkü fenerci. Limandaki iki ve denizdeki bir fener de ona baÄŸlı. Artık, Fener Sitesi'nin villalarına yaslanmış fener evine her türlü teknolojiyle birlikte internet de girdi. 2000 yılında son sistemle donatılan fener, artık 100'lük halojen bir ampulle çalışıyor ve bu ışık, plastik yansıtıcılar sayesinde 20 mil uzaktan seçilebiliyor. Otomatikteyken hava karardığında kendiliÄŸinden devreye giriyor; elektrik kesintilerinde üç gün çalışıyor. Nihat Engin'in oÄŸlu Müjdat Lüleburgaz'da liseyi okuyor; kızı Esra beÅŸinci sınıfta. Anneannesine ayda 60, babasına 850 lira kazandıran fenercilik ona 500-600 milyon aylık getiriyor: ‘‘Buradaki iÅŸ ne mi? Fenerin yanık kalması, ama birileri yaÅŸamasa, üç günde harap olur. Bizimki önemli, sınır ve rota feneri, Türkiye'ye giriÅŸ ve çıkışı gösteriyor. Heyecan yok ama doÄŸduÄŸun büyüdüğün evde görev yapıyorsun, böyle bir duygusal tarafı var. HoÅŸuma gidiyor. Ama bir hayalim var, Norveç'e gidip bir fenerciyle tanışmak! Fenerlerin bol olduÄŸu Norveç'i ve oradaki fenercileri çok merak ediyorum.’’Engin, yalnızlığı seviyor dedik ama gezmeye gelen insanlardan bir kısmıyla sonradan da sürecek iliÅŸkiler kurmuÅŸ. Hala gelip gidiyorlar. Orada tanışıp evlenen kimileri, nostaljik geziler yapıyorlar fenere. Ama sıkıntı da çekmiyorlar mı, çekiyorlar. Çünkü kimi ziyaretçiler, geldiÄŸi anda feneri gezmek istiyor; ama bu zaman zaman evin mahremiyetine aykırı bir durum oluÅŸturuyor. Biz oradan ayrılırken bilgisayarın başına geçiyor ve Norveç'ten bir fenerci adresi bulmaya koyuluyor.BU FENER 136 YAÅžINDA1866'da Fransızlar tarafından yapılan Ä°ÄŸneada Feneri, yüz yıldan fazla bir süre gaz yağıyla çalıştı. Gaz yağının verdiÄŸi cılız ışık kristalle büyütülüyordu. 1979'da asetilen devreye girene kadar böyle çalıştı. Her akÅŸam hava karardığında, 25 litrelik tenekelerden gaz boÅŸaltılır, fenerin çarkları harekete geçirilirdi, çarklar fener boyunca sarkan topa baÄŸlanır, topu kurmak için iki saatte bir koca tokmağı çevirmek gerekirdi. Bu, ‘‘gece nöbeti’’ demekti; bütün gün çiftçilik, hayvancılık, çocuklar, ev/fener temizliÄŸi varken, gece uyku yoktu; iki saatte bir kalkılacak, o tokmak çevrilecekti. Â
button