Güncelleme Tarihi:
Açılışı 907 yılında yapılan, daha sonra Osmanlılar devrinde de önemli ibadet merkezlerinden biri olan Molla Fenari İsa Camii, son 50 yıldır sistemli bir biçimde yağmalanıyor. Camideki önemli eserlerin çoğu yurtdışında. Molla Fenari İlim Kültür ve Hizmet Vakfı tarafından yapılan ‘‘onarım’’, ‘‘koruma’’ ve ‘‘süsleme’’ çalışmaları ise elde kalanların da yok olmasına neden oluyor.
Bizans ve Osmanlı döneminin en önemli ibadet merkezlerinden biri olan Molla Fenari İsa Camii'ndeki (Lips Manastırı) geç Roma, Bizans ve Osmanlı döneminden kalma birçok değerli eserin çalındığı ortaya çıktı. Dünya mimarlık tarihi açısından büyük bir önem taşıyan cami, bakımsızlık ve yanlış onarımdan ötürü çökme noktasına geldi.
Geç Roma çağına ait bir mezarlık arazisi üzerinde, İmparator VI. Leon döneminde, Drungarios (donanma komutanı) Konstantinos Lips tarafından kurulan manastırda her biri hazine değerinde olan birçok tarihi eser bulunuyordu. Açılışı Haziran 907'de yapılan kilisenin kurulduğu alandaki Roma çağına ait birbirinden değerli mezarlar ve Bizans döneminde imparator mozoleleri ile kutsal ikonalardan günümüze birkaç eser kaldı.
Molla Fenari İsa Camii'ni mimarlık tarihi açısında önemli kılan özellik ise Kubbenin dört tarafında, dört küçük şapelin bulunması.
Ayia Eudoksia ikonası
Bu özelliği başka hiçbir Bizans kilisesinde bulmak mümkün değil. Bu ve başka özelliklerinden ötürü Fenari İsa Camii, dünyanın belli başlı mimarlık okullarında örnek bir eser olarak kayda geçirilmiş ve müfredat programlarına alınmış. 1929'da yapılan restorasyon çalışması sırasında, bu şapellerden birinde, kilise terk edilirken bırakılmış Ayia Eudoksia ikonası bulunmuş. Bu ikona Aya Sofya Müzesi'nde sergilenmekte.
Bu değerli yapıt dışında elde pek fazla bir eser kaldığı söylenemez. Kilise yapılırken, Bizans'ı uzun yıllar yöneten Paleologos hanedanının mezarları için tasarlanmıştı. İmparatoriçenin annesi ile 1295'te ölen kızı Eudoksia'dan başka, 4 Mart 1303'te bizzat Teodora, arkasından oğlu Konstantinos 5 Mayıs 1306'da buraya gömüldü. III. Andronikos'un 16 Ağustos 1324'te ölen eşi Eirene ve II. Andronikos 13 Şubat 1332'de Libs Manastırı kilisesine defnedilmişti.
Bunların gömülü olduğu yerlere dönemin en büyük mermer, granit ve taş ustaları tarafından mozoleler yapıldı. Birbirinden zarif ve sanat tarihi açısından çok önemli olan bu eserlerin akibeti hakkında bugün elimizde tek bir bilgi yok. Bilinen tek şey ise son 50 yıl içinde bu hazinelerin yağmalanmış olduğu. Geçen yüzyıl ve bu yüzyılın başında İstanbul'a gelen Avrupalı gezginlerin hatıralarında bu mozolelerin bir kısmının ayakta durduğuna dair notlar var.
Lips Manastırı, diğer birçok Bizans kilisesi gibi fetihten hemen sonra camiye çevrilen mekánlardan biri değil. Hıristiyanlar’ın bu dini tesisi ne zaman boşalttıkları kesin olarak bilinmiyor ama II. Beyazıt döneminde (1481-1512), terkedilmiş Bizans kiliselerinin ‘‘şenlendirilmesi’’ akımı sırasında el değiştirdiğine dair kanıtlar bulunuyor. Erken Osmanlı çağının ünlü ulema ailesinden Alaaddin Ali Efendi tarafından mescide çevrildiği biliniyor. Manastır hücrelerinden kalanlar ve caminin bir kanadı 17. yüzyıl sonlarında tekke olmuş. O dönemde mescidin imamı olan Şeyh İsa el Mahvi, manastır hücrelerini Halveti zaviyesi yapmış. O tarihten sonra caminin adı Fenari İsa Camii olarak kalmış.
Osmanlı'nın adı geçen büyük ve ünlü ulemaları Bizans'tan devraldıkları kilisenin tek parçasına bile dokunmamış aksine, en küçük parçayı bile özenle korumuşlar. Küçük şapellerden birinde 1929'da bulunan ikona bunun en büyük kanıtı. Ana kubbenin altında kıble tarafında bulunan onlarca fresk ve kabartma Müslümanlar burada ibadet ederken, bulundukları yerde muhafaza edilmiş. Kubbe altını boydan boya dolanan mermer işlemelerdeki tek bir istavroz parçası yerinden sökülmemiş, sütunlardaki çift başlı kartal ve haç kabartmaları olduğu gibi korunmuş.
Bu tarihi izler ve bina ve çevresindeki mezarlar da dahil tüm kıymetli parçalar son 50 yılda, özellikle son 10 yıl içinde ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Yapıtların çoğu yağmalanarak, tarihi eser kaçakçıları tarafından yurt dışına satıldı. Bu eserden çalınan parçaların büyük bir bölümü Yunanistan, Amerika, İngiltere ve Avustralya'daki müzeleri ve Ortodoks kiliselerini süslüyor. Yetkililer bu eserleri korumak yerine bunların yağmalanmasına ve kırılmasına adeta göz yumdular. Osmanlı döneminde yüzlerce yıl altında Müslümanların ibadet ettikleri ana sütunların üzerinde bulunan haç kabartmaları çimento sıvalarla kapatıldı. Ana kubbenin altını süsleyen mermer bilezikteki mukaddes işaretler çekiçlerle kırıldı.
Bu nasıl koruma?
Asırlar boyu yağmur sularını caminin üstünden toprağa aktaran taş olukların çoğu kırıldı. Kırık ya da sağlam tüm taş olukların üstünden binanın altına kadar plastik su boruları döşendi. Eserin etrafını birer yılan gibi saran bu taş olukların çevresindeki çatlaklar, horasan sıvanın üstüne atılan beton sıvalarla kapatıldı. Yer yer çatlayıp çökmeye yüz tutmuş kubbelerin ayrılan yerleri de yine beton bloklarla örtüldü. Caminin önünde yapılan ve binanın estetik yapısıyla tezat teşkil eden şadırvanın üstü yine plastik duralitlerle korumaya alındı. Caminin arkasında bilinan küçük bahçenin bir yanına iki katlı beton bir kütüphane (içinde kitap bulunmayan bir kütüphane!) ve onun karşısına da üstü tuvalet fayanslarıyla ‘‘süslenen’’ bir umumi hela yapıldı. Tüm bu ‘‘onarım’’, ‘‘koruma’’ ve ‘‘süsleme’’ işleri, ‘‘Molla Fenari İsa İlim Kültür ve Hizmet Vakfı’’ tarafından yapıldı. Anıtlar Kurulu, bu vakfa, Fatih Müftülüğü'ne ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne defalarca yazı göndererek, yapılan tuvalet ve beton binanın yıkılmasını istedi. Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Fatih Müftülüğü bu bin yıllık eseri aslına uygun restore etmek yerine caminin vakfına teslim etmeyi yeğledi. Caminin aydın yüzlü imamı ve müezzini binanın talan ve tahrip edilmemesi için çaba sarfediyor ve eser tepeden tırnağa onarımdan geçmezse bir müddet sonra yerinde yeller eseceğini söylüyorlar.