Faruk Bildirici
Oluşturulma Tarihi: Ocak 09, 2011 00:00
Türkiye’deki felsefecilerin dışa açılan yüzü olan bir bilim insanı Prof. Dr. İoanna Kuçuradi. Kuytulara çekilmek yerine yaşamını insan hakları mücadelesine adamış bir kadın. Kimselerin iz bırakmadığı ıssız yollardan tek başına ilerleme gücünü bir siyasi çizgiden değil, bilgeliğinden; cesaretiniyse yüreğinden almış. Bugün artık saçlarına ak düşse de ne yüzünde bir yorgunluk belirtisi var ne sesinde bir bıkkınlık. Tek üzüntüsü, şiire ve şiir çevirilerine ayıracak zaman bulamaması ve felfese eğitimindeki zayıflıklar
1980 yılından beri, felsefe bölümünün programı içinde insan hakları dersleri veriyorum ve insan hakları kavramları ve sorunlarıyla ilgili yazıp çiziyorum. İnsan hakları çalışmalarım, iki önemli ihtiyaca cevap vermeye yönelik. Birinci ihtiyaç, kavramsal çalışmalar. Açık kavram eksikliği, bazı hakları olur olmaz yönlere çekmeyi olanaklı kılıyor. Örneğin ‘ifade özgürlüğü’ denen özgürlük, hakaret etme özgürlüğüne dönüşebiliyor. Gördüğüm ikinci sorun, insan hakları eğitiminin genellikle insan hakları hukuku denilenin öğretilmesinden ibaret olması. Oysa insan hakları hukuk değildir. Her şeyden önce etik ilkelerdir.
SONUÇLAR HESABA KATILMALIİnsan haklarının korunması için o an yapılması gereken 10 işten ancak bir kısmını yapabiliyorsunuz. Bu sonu olmayan çabada benim değil, Türkiye’nin hangi noktada olduğunu sormak daha uygun olur. AKP iktidarı insan haklarıyla ilgili bir şeyler yapmak istiyor ama dağınık yapıyor, bu da sonuç almayı zorlaştırıyor; bazı yaptıklarıyla da insan hakları arasında bağlantı kurmuyor. Oysa insan hakları bir bütün olarak ele alınmalı ve bir siyasal karar alınırken, bir yasa çıkarılırken ülkenin koşullarında insan hakları için yaratacağı sonuçlar hesaba katılmalı. Kişilerin siyasal kimliği, kimliklerinden ancak biridir. Kişilere yalnızca o kimlikleriyle bakmıyorum. İnsan haklarını içtenlikle korumak isteyen herkesle çalışabiliyorum. Bağımsızlık kafa bağımsızlığı ve etik bağımsızlık insan haklarını koruyabilmenin önkoşulu. Bunun için Türkiye İnsan Hakları Kurumu kurulmasını, ama yasa taslağının gözden geçirilip, alt komisyona sunduğumuz biçimiyle, yani amacını gerçekleştirebilecek şekilde kurulması son derece önemli. Bu, Türkiye’de insan haklarıyla ilgili yeni bir dönüm noktası olabilir.
ÇOCUKLUĞUM
Yaşatanlara minnet duyuyorumBabam eczacıydı. Tepebaşı’nda eczanesi vardı. Annem ev hanımıydı. Her ikisinin de bana ve başkalarına davranma biçimlerinden öğrendiklerim var. Örneğin annem, ağlasam da sokakta bana hiçbir şey almamıştır, bu ister simit, ister oyuncak olsun. Ne var ki, o istediğimi ertesi gün babam getiriyordu. Bu davranışının karakterimin oluşmasında önemli bir rol oynadığını düşünüyorum, babamın da. Çocukluğumun ve üniversite yıllarımın İstanbul’undan bazı imgeler gözümün önüne geliyor: Gürültüsüz Beyoğlu, bir-iki park, gürültüsüz Sultanahmet Meydanı. En canlı imgelerse okulda ve üniversitede yaşadıklarım. Yaşatanlar için minnet duyuyorum.
6-7 EYLÜL OLAYLARI
Eczanemiz taşlandı6-7 Eylül olayları sırasında annem ve ben Kınalıada’daydık. O gece nöbetçi olduğundan, babam eczanedeydi. Eczaneye taşlı saldırı olmuş. Olaylar başladığında eczaneye gelen babamın bir doktor arkadaşı daha kötü şeyler olmasını önlemiş. Kınalıada’da bir olay olmadı, sonradan öğrendiğimize göre, oranın polisi, kırıp dökme amacıyla motorlarla gelenlerin adaya çıkmalarını engellemiş. Ertesi sabah şehre indim ve bütün gün sokaklarda dolaştım. Aklımda ve burnumda en canlı kalan, yağlara karışmış metrelerce kumaş ve yağ kokusudur.
FELSEFE
Bir başkaldırıyla başladıHiç şüphe yok ki, 14-15 yaşında ‘Apologia’yı okumamın üzerimdeki etkisi büyük. Apologia savunmadan çok, hesap verme demektir. İstanbul Üniversitesi’nde felsefe okumayı tercih etmemde de etkisi oldu. Örneğin, o dönemin hukukuna göre, mahkemede sanıktan da kendisi için bir ceza önermesi istenirdi. Apologia’daki Sokrates, ona bu soru sorulduğunda şu cevabı verir: “Eğer benim Atina için yaptıklarımın karşılığı verilecekse, bu, Prytaneion’da
yemek yemek olur.” Siteye önemli hizmetler yapmış olanlar, onurlandırılmak için Prytaneion’da yemek yemeğe layık görülürlerdi. Oysa Sokrates, ölüm cezasına karşı başka bir ceza önerebilirdi ama önermiyor. Beni asıl felsefeye götüren, aynı insanların, aynı eylemlerin, aynı durumların, aynı olayların farklı kişilerce farklı değerlendirilmesi olgusu. Felsefe yapmam, bu olguya bir başkaldırıyla başlıyor.
EDEBİYAT
En sevdiğim şiiri henüz çevirmedim
1965’te ‘Schopenhauer ve Nietzsche’de İnsan Problemi’ adlı doktoramı tamamlamamdan önce ‘Perdenin Arkası’ adlı şiir kitabım yayınlandı. Şiiri sevmeye hep devam ettim. Şu anda da Türkiye Felsefe Kurumu’nun bir çalışması olarak ‘Şiir ve Felsefe’ konulu 10 haftalık bir çalışma yapıyoruz. Şiir okumayı seviyorum. Şiir çevirisi çok az yaptım: Turan Oflazoğlu ile ‘Kavafis’, Özdemir İnce’yle de ‘Ritsos’ çevirileri yaptık. Birkaç şiiri de bir konuşmada ya da derslerde kullanmak için çevirdim. Ancak bu konuda bir borcum var çünkü en çok sevdiğim şiir olan Zoi Karelli’nin ‘Kassandra’sını henüz çeviremedim.
İHSAN DOĞRAMACIPasaportumun süresini Evren’e uzattırdıİhsan Doğramacı Hoca’yla Hacettepe’ye gittikten sonra tanıştık ve birlikte verimli çalıştık. Özelliklerinden biri de doğru-dürüst iş yapana kapılar açmaktı. Bana Hacettepe’ye gitme fikrini, Erzurum’da olduğum sırada, arkadaşım Tekin İleri Dikmen aracılığıyla Bülent Ecevit verdi. 1968’in kasım ayında Hacettepe’de, eğitim bölümünde göreve başladım. 1969 baharında bir gün, enstitü müdürümüz olan Prof. Dr. Emel Doğramacı “Felsefe bölümünü kurduk, seni de başkan yaptık, program hazırla” dedi. Henüz doçent değildim. 12 Eylül döneminde Hoca’nın, Kenan Evren ile görüşerek pasaportumu uzattırdığı doğru. Uzatmak için verdiğim ve geri gelmeyen pasaportumu bir saat içinde aldım ve ertesi sabah kongreye katılmak üzere Nairobi’ye uçtum. Hoca beni tanıyordu ve ‘tehlikeli’ bir yurttaş olmadığımı biliyordu. Bu muameleye uğramam onu rahatsız etmişti. Bu olayı onun için hazırlanan kitaba yazmamı kendisi istedi. Bana kalsa, yazmayı düşünmezdim.
SİLİVRİ
Olan biteni hala anlayamadım
Silivri’deki bir duruşmayı izlemek istememin birkaç nedeni var. Ama bu izlemenin davayı anlamamda bir katkısı olmadı. Hala anlayamıyorum olan biteni. 1998’de milletvekilleriyle birlikte cezaevlerini gezmiştik. İnsan Hakları Yüksek Lisans Programları’nda öğrencim olan cezaevi müdürleri ve infaz memurlarından dinlediklerime bakılırsa, insan haklarının korunmasında mesafe alınmış gibi görünüyor. Ama cezaevi koşullarını iyileştirmenin yanında, insanların temel haklarını koruyan bir düzen oluşturmak ve suç işlemeyi azaltacak çalışmalar da yapmak gerekiyor. Ayrıca cezaevi görevlilerine sistematik ve kesintisiz şekilde insan hakları eğitimi verilmeli. Bunu mahkûmlara da yapmak önemli. Yarı açık cezaevindeki eğitimin sonunda, bir katılımcının söylediği “Yıllar sonra ilk defa insanlığımızı hatırlattınız” sözünü hiç unutmuyorum.
EĞİTİM
Ders kitapları çok problemli Orta öğretimde felsefe zorunlu bir ders ama yıllardan beri gösterdiğimiz çabalara rağmen, dersin öğretim programı ve özellikle kitapları çok problemli. ‘Problemli’ derken kastettiğim, dersin amacına götürebilecek nitelikte olmaması. Kitapların çoğunda filozoflar anlatılırken önemli yanlışlar göze çarpıyor. Üniversitelerde felsefe bölümleri çoğalıyor ama bu bölümler, yeterli hazırlık yapılmadan açılıyor ve doğru-dürüst yetişmiş felsefeci olmayınca, fen bilimi alanında ya da ilahiyatta okumuş öğretim üyeleri ders veriyor.
MALTEPE ÜNİVERSİTESİ
Bana kucak açtılar67 yaşına gelince, devlet üniversitelerinde emekli olma zorunluluğu var. Şimdi Maltepe Üniversitesi’nde hem felsefe bölümünde dersler veriyorum, hem de İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin müdürlüğünü ve yüksek lisans programlarını yürütüyorum. Çevre ilçelerin kamu görevlilerine insan hakları eğitimi yapıyoruz. İnsan haklarıyla ilgili uluslararası toplantılar düzenliyoruz. Başka ülkelerdeki üç UNESCO kürsüsüyle ‘Eğitimi Yeniden Düşünmek’ başlıklı bir uluslararası araştırma yapıyoruz. 12-16 yaş çocukları için ‘İnsan Hakları Kampı’ düzenledik. Kampta çocuklar, insan hakları ihlalleri gösteren 1-2 dakikalık
filmler çektiler.
BELGESEL
Başkaldırıdan Felsefeye belgeselini sevdimBenimle ilgili ‘Başkaldırıdan Felsefeye’ adlı bir belgesel hazırlanmasına tabii ki sevindim. İçinde olduğum koşuşturmada bir an dönüp geçmişe bakmamı sağladı. Bir de, bu belgeseli severek, özenerek ve her zaman büyük bir incelikle yapan Oktay Yalın’la dost olmamızı sağladı. Kemal Demirel’in, “Kuçuradi benim için çağdaş Antigone’dir. Yani sözünü esirgemeyen, gereksiz yere konuşmayan, içine atan, sabreden ama ilkelerinden asla şaşmayan” sözleri doğru. Ama şunu eklemek isterim: Bir olay ya da durum hakkında yeterince doğru bilgim varsa, sözümü esirgemem. Yeterli bilgim yoksa susmayı yeğlerim.