Güncelleme Tarihi:
Zatürree nedeniyle geçen hafta Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne kaldırılan 94 yaşındaki Dağlarca'nın bilincinin kapalı olduğu belirtildi.
BÖbrek yetmezliği nedeniyle haftada üç kez diyalize giren Dağlarca 5 Temmuz'da diyaliz sırasında fenalaşmış ve tedavi altına alınmıştı.
EN İYİ TÜRK ŞAİRİ SEÇİLMİŞTİ
Türk şiirinin yaşayan en büyük ustalarından biri olan Fazıl Hüsnü Dağlarca, 1914 İstanbul doğumlu. Süvari yarbayı Hasan Hüsnü Bey'in oğlu olan Dağlarca, ilk öğrenimini Konya, Kayseri, Adana ve Kozan'da, orta öğrenimini Tarsus ve Adana ortaokulundan sonra girdiği Kuleli Askeri Lisesi'nde tamamladı.
1935'te piyade subayı göreviyle Doğu ve Orta Anadolu'nun, Trakya'nın pek çok yerini dolaştı. Ordudaki hizmeti on beş yılı doldurunca, ön yüzbaşı rütbesiyle askerlikten 1950'de ayrıldı. 1952-1960 yılları arasında Çalışma Bakanlığı'nda iş müfettişi olarak İstanbul'da çalıştı. Buradan ayrıldıktan sonra İstanbul Aksaray'da Kitap kitapevini açtı ve yayıncılığa başladı. Dört yıl Türkçe isimli aylık dergiyi çıkardı. (Ocak 1960-Temmuz 1964). İlk yazısı 1927'de Yeni Adana gazetesinde yayınlanan bir hikâyedir, İstanbul dergisinde 1933'te çıkan "Yavaşlayan Ömür" adlı şiiriyle adını duyurmaya başladı. Varlık, Kültür Haftası, Yücel, Aile, İnkılapçı Gençlik, Yeditepe ve Türk Dili dergilerinde şiirleri çıktı. Bugüne kadar kendisine bir çok ödül verilen şair 1967'de ABD'deki Milletlerarası Şiir Forumu tarafından "En iyi Türk Şairi" seçilmişti.
Toplumculuğunun temelinde insana ve insan hayatına saygı yatan Dağlarca, bu yüzden hiç bir edebî akım ve kişiden etkilenmeden kendi kozasını örer. Çok yazan ve üreten bir şair kimliğiyle, bağımsız kalarak hiçbir şairden etkilenmemiş, hiçbir akımın etkisinde kalmayarak şiirlerini yazmıştır. Onun sanat anlayışını şu cümlesi özetler: "Sanat eseri hem bir saat gibi içinde bulunduğumuz zamanı, hem de bir pusula gibi gidilmesi gereken yönü işaret etmelidir."
ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER
MUSTAFA KEMAL İN KAĞNISI
Yediyordu Elif kağnısını
Kara geceden, geceden
Sanki elif elif uzuyordu inceliyordu
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar
İnliyordu dağın ardı yasla
Herbir heceden heceden
Mustafa Kemal'in Kağnısı derdi kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifcik
Nam salmıştı asker içinde
Bu kez herkesten evvel almıştı yükünü
Doğrulmuştu yola, önceden önceden
Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar
Kocabaş çok ihtiyardı çok zayıftı
Mahzundu bütün Sarıkız, yanısıra
Gecenin ulu ağırlığına karşı,
Hafiftiler, inceden inceden
İriydi Elif kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri
Kınalı ellerinden rüzgar geçerdi daim
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına
Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti
Niceden niceden
Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu.
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha! dedi, gitmez.
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gıcır gıcır
Nasıl durur Mustafa Kemal'in Kağnısı
Kahroldu Elifcik, düşünceden düşünceden
Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer, götürür ana çocuk mermisini askerciğin
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım
Bak hele üzerimden ses seda uzaklaşır
Düşerim gerilere iyceden iyceden
Kocabaş yığıldı çamura
Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar
Örtüldü gözleri örtüldü hep
Kalır mı Mustafa Kemal'in Kağnısı bacım
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifcik
Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
CEZAYİR TÜRKÜSÜ
Ya Allah
Ya Allah derim ki
Titrerim
Kara sesimden
Ya Allah.
Ya su
Akar da aydınlığın uzak anılarımdan
Şırıldar yüreğimde ünlü korsanların dalgaları.
Yüce sultanlarin kılıçları parlar yüzümde
Ya su, anlıyor musun?
Burası Cezayir, ya çöl,
Develerin binlerce yıl taşıdığı, atalardan,
Sevgi,
Us,
Kişiliğim ya çıngırak.
Yıldızlar kötü olacakların üçgenlerinde
Yok etmiş üç yönü.
Yedi yönü var etmiş mutsuz kişiliginde yıldızlar,
Ama uyukluyorum işte
Ya dönence, ağlamak dururken.
Ya hurma, tadın yok gayri,
Nice saklasan yalnızlığı
Koyu yeşilliğini büyütsen nice,
Yitmiş güzelliğimiz
Ya hurma, elim ayağım acı.
Nasıl haykırıyor çiğnenmis kumlar, duyuyor musun?
Ya ana kalk
Ya kadın yürü
Ya oğul koş
Bir anlamın gereken kurtuluşuna.
Kurt iskeletlerince çirkindirler şimdi,
Ölülerim vurulmuşlar alınlarından,
Düşmüşler Akdenize doğru.
Özgürlükleri kalmamış artık
Al benim ölülerimi, ya gece.
Ya toprak ko beni gideyim gideyim,
Varmışların ardına öcül öcül.
Ve küçücük ve eski ve yırtık bayraklar arasından,
Ya gök
Al beni.
------------------------------------------------------------------------------------------------
BU ELLER MİYDİ?
Bu eller miydi masallar arasından
Rüyalara uzattığım bu eller miydi.
Arzu dolu, yaşamak dolu,
Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan.
Bilyaların aydınlık dünyacıkları
Bu eller miydi hayatı o dünyaların.
Altın bir oyun gibi eserdi
Altın tüylerinden mevsimin rüzgarı.
Topraktan evler yapan bu eller miydi
Ki şimdi değmekte toprak olan evlere.
El işi vazifelerin önünde
Tırnaklarını yiyerek düşünmek ne iyiydi.
Kaybolmus o çizgilerden
Falcının saadet dedikleri.
O köylü çakısının kestiği yer
Söğüt dallarından düdük yaparken...
Bu eller miydi kesen mavi serçeyi
Birkaç damla kan ki zafer ve kahramanlık.
Yorganın altına saklanarak
Bu eller miydi sevmeyen geceyi.
Ayrılmış sevgili oyuncaklardan
Kırmış küçücük şişelerini.
Ve her şeyden ve her şeyden sonra
Bu eller miydi Allaha açılan !